BÜYÜK DERDİMİZ  EKONOMİ - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
Köşe Yazarları

 BÜYÜK DERDİMİZ  EKONOMİ

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Geçen hafta virüs nedeniyle aldığımız “kapanma” tedbirlerinden birini daha açtıktı. Sınır kapılarını.

Üstelik  kimselerin karşı çıkmadığı bir toplumsal mutabakatla.


Öncelikle Lefkoşa’nın çarşı pazarında sevinç yaratan bu iki bölge arasındaki açılım Rum kardeşlerimize yönelik özlemimizden dolayı değildi.

En basit ifadesiyle bu açılım nedeniyle gözlenen fayda, “Rum’un alış verişlerinden kaynaklı çarşı pazara düşecek yuroların özlemiydi.

Çoğu esnaf ve zanaatkârla ötesi küçük ölçekli dükkan sahiplerinin bir yılı aşkın süredir sermayeyi de tüketip battıkları gerçeklerde  iş insanlarına bu sevinci çok görmemek gerekirdi nitekim tepkiler de öyle yansıdı..     Ne var ki:                                                                                  ***

RUM VELİNİMET DEĞİLDİR: Hangi işgüzarın işidir bilmiyorum. Küçük ve sembolik de olsa “açılış nedeniyle yola serilen o kırmızı halı zaten yeterince olumsuz tepki aldı, doğrusu hiç yakışık olmadıydı!

Çünkü Güney’in Rumu bizim velinimetimiz değil, sadece müşterimizdir.

Kendimizi bu kadar küçülterek “olmasalardı bu adada aç kalır iflas ederdik” imajı yaratmak siyasi sorunumuza  okkalı bir tükürük fırlatmak  oldu!

Artı 84 milyonluk Türkiye’ye karşı da affınıza sığınarak yazıyorum, nankörlük!

Mesela bu kırmızı halı sermek olayı Türkiye’den ziyaretimize gelen hiçbir devlet ricali için düşünülmediydi!

Neyse ki tepkiler üzerine Lefkoşa belediyesi kısa sürede halıyı kaldırmış!

***

“SAYIKLANAN SİYASİ SORUNLA EKONOMİ! Bildiğımce öteden beridir Güney Rum’u yat kalk Allah Kıbrıs sorunuyla uğraşır. Bizim de derdi davamız “ekonomi” üzerine gelişir.

Ki o ekonomi hangi evrelerden geçmedi ki? Mesela “Türkten Türke” kampanyalarından.       Rum’dan bir arşın kumaş alanın neredeyse canını alacak olurduk!

Kaç kişiyi dövdülerdi Rum’dan alış veriş yaptığı için!

Buna karşılık hiç bir devrede  ekonomimiz Rum’a muhtaç olmadan en azından kendimize yetecek bir potansiyele ulaşmadı!

Nitekim Barış Harekâtından sonra da aradan 47 yıl geçmesine karşın hâlâ Rum çarşılarına sığınıyor, ekonomik kalkınmanın peşinde koşuyoruz.

***

BİLMEM KAÇINCI PROTOKOLDUR: Yada anlaşmadır, sözdür..

Geçen hafta TC Ticaret Bakanı Mehmet Muş KKTC’i ziyaret ettiydi. Ekonomi ve enerji bakanı Erhan Arıklı ile görüşerek bir kez daha ve birlikte “KKTC için bir ekonomik eylem planı hazırladılardı..”

Söz konusu seremonide Sn. Muş şöyle diyordu: “Amacımız KKTC’nin sosyoekonomik kalkınmasının önünü açmaktır..” “Ülkemiz (TC) KKTC’nin dünyaya açılan kapısıdır..”

Hah! İşte bu lafa bir mim koydum. Çünkü biz o kapıdan yıllar yılı geçmeyi başaramadıktı! Mersin gümrüğünü aşabilmek deveye hendek atlatmaktan daha zordu!

Rahmetlik İtimat’ı o gümrük kapılarında ite kaka sonunda hapsederek ölümüne neden oldulardı! Bazı gümrükçülere Rüşvet vermediği için!

Bir ara KKTC’i olduğunca çiçek bahçeleriyle donattıydık. Antalya’daki “çiçekçilik kooperatifine” çiçeklerimizi gönderiyor onlar da AB ülkelerine  ihraç ediyorlardı..                                                        Kısa sürede o iş de fiyaskoyla sonuçlandı çünkü KKTC’deki üreticilere aldıkları çiçeklerin parasını ödemiyorlardı!                                                 ***

SERBEST LİMANIMIZ VARDI! Özal döneminde 1983’de Mağusa’daki  yeni limanı “Serbest Liman” statüsünde kuran yine Türkiye’ydi.

Sezai Türkeş grubu bile Libya’daki tesislerini bu “serbest” dediğimiz limana taşıdıydı. Fransız şirket vardı.

İrfan Nadir’in narenciyeyi paketleme tesisi bu limanda kurulduydu. Ne oldu ama?

Türkiye’ye rağmen  ve tanıtımını doğru dürüst yapamadığımızdan tüm yatırımcılar dağıldılar, kaçtılar. Bazıları Mersin’deki limana göç ettiler!

Ve büyük “hayal” da o serbest limana gömüldü! Geride Mağuasa’da adı  “liman” olan bir kadavra kaldı!

…Şimdilerde ise  diyor ki Sn. Muş “amacımız KKTC’nin sosyal ve ekonomik kalkınmasının önünü açmaktır.”

“KKTC’nin uluslar arası rekabet gücünü artırmaktır..”

“Ürünlerimizin pazarlanmasının önünü açmalıyız..”

Bunlar elbette güzel ve olumlu temennilerdir. “Kararlardır” diyemiyorum çünkü bu ekonomik yapımızla söz konusu “sosyoekonomik tasavvurları” gerçekleştirmek mümkün değildir.

***

HÂLÂ KAPALI TOPLUM EKONOMİSİ: Pahalı üretiyor pahalı satıyoruz. Bizatihi KKTC tanınmamış devlet oluşunun faturasını da  “pahalılıkla” ödemektedir.                             İlk kez bu yıl narenciyeyi kendi olanaklarımızla direkt  ihraç ettik ama yetmez.

Öte yandan TC’ de ürünlerimizi pazarlayabilmek “tereciye tere satmak” gibi oluyor. Kaldı ki 84 milyonluk piyasaya “mal” yetiştirecek üretim potansiyelimiz de yoktur.

Ve bir gerçek:  Kimseler sırf KKTC’i desteklemek için TC de  üretilen bizden çok daha ucuza satılan ürünlere karşın ürünümüzü de satın almaz..

Geriye kalan ekonomik umut tutun ki hizmetler sektörleridir..                                              Turizm, kumar, bunlara yönelik küçük sanayi üretimleri, üniversiteler sayesinde ülkemize gelen öğrencilerin gereksinmelerine  yönelik üretimler falan… Öte yandan:

***                                    MARAŞ’I NE YAPACAKSINIZ? Artık “luna park” gibi gezilmiyor da! Kapalıyken en azından elimizdeki siyasi kozlardan biriydi. Açtık, “kozu” da gitti!

Sonuçta şunu anlıyorum:                              Sn. Cumhurbaşkanı Tatar  tutun ki Maraş’ı açarak “siyasi rüştünü” ispat ederken  “ben buna  muktedirim” dedi!                                Aslında Maraş, Türkiye’nin yetki ve sorumluluğunda olan,  sonuçta bir askeri yasak bölge.. Açılmışsa yine Ankara’nın onayı ile açıldı..

Ne var ki açılan Maraş’ta bugüne kadar ne bir siyasi inisiyatif kullanıldı ne de “sosyoekonomik yönden ne olması gerektiği” konusunda  bir düşünce geliştirildi!

Açmışsak eğer asıl bunlara muktedir olmamız gerekirdi.

Bu haliyle Maraş  tutun  ki hâlâ  atıl ve gayrimeskundur! Ve yine bu haliyle yüz karamız olmaya devam etmektedir!

…Ve geçen hafta bir daha sorduk:                                             ***                                                     YA BİZİM ÇEVREMİZ? Dünya Çevre Günü Geçen haftanın sonuna denk geldi.

Cumartesi öğleden az sonra Tv. haber kanallarında dolanırken CNN’de Erdoğan’ın 5 Haziran Dünya Çevre günü dolayısıyla Türkiye’nin tam 12 ilçesinde “çevreyle ilgili veya çevreci millet bahçeleri, bisiklet yolları, arıtma tesisleri olmak üzere tam 12 tesisin hizmete açılmaları törenlerine takıldım.

Tele konferasla tam 12 tesisin açılışını yaptı. Hem gurur duydum hem haset ettim hem de “vatanım” dediğim  KKTC için  üzüldüm.

Çünkü biz de ayni gün “çevre pisliğimizin medyadaki resimlerini izlerken gezip dolandığımız bazı yerlerde bizzat çevre kirliliği görüyorduk!                                           Ve ne kadar “pis” olduğumuzun serzenişlerinde yakınıyorduk.                           Her ne kadar Türkiye’de    bir  Marmara denizini “salyalara” kurban ettilerse de  Anadolu’nun 12 ilçesindeki o açılış törenleriyle izlediğim “çevre ve çevreci tesisler” karşısında gurur duydum.

“Neden bizde olmuyor” dedim. Doğru dürüst bir millet bahçemiz yok. Velespit yollarımız nanay! Atık su arıtma tesisleri de yok,  olanı da çalışmıyor!

Gün  geçmiyor ki bir yangın haberi iştilmesin. Memleketi cayır cayır yakıyoruz!

Belediyeler batıp gittiler ya. Tekmilden kentler de kaderlerine terk edildiler. Her taraf kurumuş otlarla dolu!

Ve halk! Memleketi kirletme yarışına çıktı!                                                                    Kısaca  hep birlikte memleketin temizlik tertibinin içine ederken geriye kalan terbiyeyi de yitiriyoruz!

Velhasıl pırıl pırıl,  tertemiz,  bayındır bir KKTC hasretimiz dindiğinde işte o gün “büyük devlet olduk” diyebiliriz kendimize…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar