Bir zambak gibi - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
Köşe Yazarları

Bir zambak gibi

Ahmet OkanAhmet Okan

Bir dönem insanlar kendi kendineydi.

Toplasan bütün adada 100 bini ya aşar ya aşmazdı nüfus.


Sokaklar, caddeler tenhaydı; araba gürültüsü pek yoktu, insan gürültüsü deseniz hiç.

Bir tek cumaları kalabalıklaşırdı her yer.

O da camiye gitmek için değil, Bandabuliya günü olduğu için…

Okullar kalabalıktı, nihayetinde topluca eğitim yerlerinde öğrenci kalabalığını görmek normaldi.

Yıl 1974 olmazdan önce sık sık mitingler yapılırdı.

Bir de bu mitinglerde görmek mümkündü kalabalıkları.

Hafta sonları bayrak merasimi yapılacağında Girne Caddesi’ne toplanan kalabalığı oluşturan insanlar tek tek birbirlerini tanırdı.

Zaten vakitleri birbirleri ile merhabalaşmakla geçerdi doğrusu!

Bunların dışında Lefkoşa sakin, huzurlu, gürültüsüz, ağaçların ve kuşların seçilebildiği bir kentti.

Kent demek bile o dönemin şeherini anlatmaz; gelişmiş bir kasabaydı alt tarafı…

Kasaplar, berberler, kuaförler, ciğerciler, kumaşçılar, manavlar, kısacası esnafın tekmili de tek tek tanınır ve bilinirdi.

Polisler de, gardiyanlar da, memurlar da tek tek tanınır ve herkesin kimin nesi olduğu bilinirdi.

Kim kime sevdalı, kim kimle kavgalı, kim kimle küs, kimin kime alacağı vereceği var, kimin evi nerede, kim nerede çalışıyor, kim hangi aileden, hepsi ama hepsi bilinirdi genellikle…

Böyle bir hayatın hem sıkıcı hem de güzel yanları vardı.

Sıkıcı olması, belki aynı insanlar arasında aynı şeyleri yapmanın kısır döngüsü içerisinde geçtiğindendi hayat.

Güzeldi, çünkü herkes kendini güven içinde hisseder, kapısını penceresini açık tutar, malına mülküne herhangi bir zarar gelmeyeceğini bildiği gibi can korkusu falan da bilinmezdi.

O tür şeyleri filmlerde görür şaşar kalırdı böyle bir dünya var mı diye…

Bir gün gelecek kendisini o dünya içinde bulacaktı ama vakit henüz erkendi…

Herkes, kendi adını veya kendi adresini bildiği gibi herkesi de bilince, polis teşkilatı memleketin hırsızlarını da bilirdi, bırakın polisi, ahali de kimin hırsız olduğunu ya da hırsızlığa meyil edeceğini bilir ya da kestirebilirdi.

Bu çerçevede anda arada bir hırsızlık olduğunda, çok geçmeden yakayı ele vermesi hiçtendi o yezidin.

Polis bir çırpıda bulur, ahali de “Gene mi o” diye iç çeker, sanki yeni hırsızların olmasını beklermiş gibi!

Yeni hırsızlar da olacaktı, yeni soygunlar da, dudak uçuran olaylar da ama vakit henüz erkendi…

Hayat tenhalarda geçerdi.

Ahalinin kafası boş caddeler gibiydi; her şeye rağmen huzurluydu, bin bir sorun dolaşmazdı kimsenin zihninde, bu yüzden “stres” diye bir kelime ya da rahatsızlık hayatına girmemişti.

Yanılmıyorsak herhangi bir psikolog da henüz yoktu.

Kimse bir doktora gidip özel hayatını ve özel sorunlarını anlatmaya ihtiyaç duymazdı, böyle bir şey aklından teğet bile geçmezdi.

Delirmeye zaman vardı!

Yavaş yavaş!

Gün geçtikçe, zaman ilerledikçe olacaktı her şey.

Filmlerde gördüğü vurdulu kırdılı cinayetler, ölümlü vakalar, tecavüzler, kanlı soygunlar…

Gün gelecek her şey o tenha sokak ve caddelerde gerçekleşecekti ve o bildik insanların başı solmaya yüz tutan bir zambak gibi öne eğilecekti…

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar