İlkokul yıllarımızdaki “okuma kitaplarımızda” Türk edebiyatı ünlülerinin Roman ve hikâyelerinden “aktarılan” kısa “okuma parçalarının” olduğunu, çok yazdımdı!
Bazılarını hâlâ hatırlarım.. Mesela bir tanesi şuydu:
“Vakti zamanında Kral’ın biri askerleriyle topraklarını denetlemeye çıkar. Yolculuğu sırasında bakar ki iki grup insanlar karşı karşıya gelmişler kıyasıya kavga ediyorlar! Yaklaşıp her iki Aşiret Reisini de yanına çağırtıp sorar: “Niye vuruşuyorsunuz?”
“Kralım” der Reislerden biri. Şurada gördüğün toprak parçası var ya. İşte biz onu paylaşamıyor, ikide birde böyle kapışıyoruz. Rica edelim de siz bizi mahkeme edip kimin hakkı olduğunu söyleyin.
“Peki” der Kral. “Fakat önce bana yaşadığınız yerleri göstereceksiniz.
Birinci Aşiret reisinin ardından yakındaki köyüne gider. Bakar ki “köy” ne kelime! Cennet gibi yer. Yeşillikler içinde her taraf bayındır tertemiz..
“Tamam” der “bir de diğerini görelim:” Ve ikinci kabilenin Reis’iyle hemen yakınlardaki diğer köye gider.
Köyle daha yaklaşır yaklaşmaz kralın yüzü asılır, canı sıkılır. Çünkü pislik deryasının içinde bir viranedir gördüğü! Bakımsız ve kupkuru…
Kral her iki Kabile reisini de yanına çağırır ve kararını şöyle açıklar.
Uğrunda kavga ettiğiniz toprak “Birinci Kabilenin hakkıdır. Çünkü onlar köylerini bayındır hale soktular. Güzelleştirdiler. Oysa diğer köye bir çapa bile vurulmamış tek ağaç dikilmemiş.. Horlanmış…”
*****
ECEVİT de ne diyordu: “Toprak ekenin su kullananındır..
Barış Harekâtından sonra galiba 150 bin Rum göç ettiydi Güney’e.. Güney’den Kuzey’e göç eden Türklerin sayısı da 50 bin falandı diyorlar..
Hiç birimiz “Kral” yada “hakim” değiliz ama ne zaman Güney’e geçsek, “Kuzey vatanımızdan” utanç duyarız!
Ki 74’den önce de “gezme” dediğimiz “beribadolarımızı” Rum tarafında yapar sonra ayni kent ve kasabalarla köylerdeki evlerimize döner, başlarımızı pejmürde hayatlarımızı unutup görmemek için kaplumbağalar gibi başlarımızı kabuğumuzun arasına çekerdik!
Peki ama 1974 den sonra neden kıramadık bu kaderi? Neden hâlâ Kuzey’den utanıyoruz!
Neden çok katlı binalara.. Sahilleri yutan lüks otellere.. Onca üniversitelerimize.. Lüküs arabalarımıza.. Villalarımıza karşın:
“Pisliğimizi, patlak çatlak yollarımızı, trafik keşmekeşimizi, yağan yağmurlarla oluşan sellerin evlerimizi sürükleyip götürmesini, yazda sivrisineklerimizle şimdilerde ekinokok’umuzla, pahalılığımızı, kazık ve rant mekanizmasını, arsa spekülasyonlarını, gaspı, uyuşturucu cenneti oluşumuzu, kurumlarımızdaki hırsızlıklarımızı, her şeyleriyle dökülen alt yapımızı ve pejmürdeliğimizi konuşuyoruz?
Neden Rumun 45 yılda başardığını biz başaramadık? Hem de Türkiye’ye rağmen?
Cevabımız 45 yıllık mayasıyla ağzımızda paskalya pilavunası tadıyla erirken hazır ve nazırdır:
Eee ama onlar dünyanın para yardımlarını aldılar. AB’nin, BM’lerin, üyesi ve tanınmış devlet olarak her türlü siyasi ve ekonomik imkânlardan yararlandılar…
Fakattt! milyonlarca paralık günü geçmiş ilacı çöpe atmadılar!
Dere yataklarına villa yapmadılar!.
Ekilip biçilecek yerlere ev kondurmadılar! Çevreyi kirletmediler!
İmkânları ölçüsünde “karma ziraatı” sürdürdüler, Kooperatifçiliği hiç boşamadılar!
74 öncesi Türk Baf’ı, Akdeniz’in “kültür beldesi” yaptılar.
Aynapa’yı “her türlü gayri ahlâki yapısıyla dünya turizminin markası haline getirdiler!
Fakat bunları “kumarhaneler” sayesinde başarmadılar! Kaçırdıkları vergilerle gerçekleştirmediler! Üniversiteler furyasından medet umarak yapmadılar…
Çünkü 1974’den sonra onlar için “Güney” artık Vatanları olduydu da ondan!
Bizim içinse Kuzey, “Türkiye”nin egemenliğinde bir esir kampı!”
Hayır ben söylemiyorum. Sümme haşa! Fakat söylüyorlar kardeşim!
“İyi” söyleyin de peki “esir olmamak için ne yaptık ki Kuzey’de?
Hadi bizim kuşak en kabadayısından “eh işte var olma savaşımı için Rum’a direndi falan diyoruz da…”
Başka? Hani “Kralın o bayındır Kuzey’i?”
*****
DİYOR ki Sn. Dışişleri Bakanı Özersay, “paylaşılamayacak federal ortaklık yerine, işbirliğine dayalı ortaklık modeli olmalı…”
Olsun da Sn. Özersay sonra bu kader haline getirdiğimiz sosyoekonomik yapımızla Rum’un karşısında ayakta durabilmek için bir zamanların “Türkten Türke kampanyalarını” yeniden mi hortlatalım?
Diyorum ki kısaca iki liderin 9 Ağustostaki görüşmesi “beşli görüşmelerin kapısını açmaz.”
Çünkü o kapıları açacak bir Kuzey yaratamadık! Yarattıklarımızla Rum’u korkutamadık! Hem de Türkiye askeri ve gücüne karşın!
Şimdi dört elle sarıldığımız iki “ana olmazsa olmazımız” var.
Biri “siyasi eşitliğimizden” asla vermeyeceğimiz ödün, diğeri TC’nin güvencesinin devamı…
Bunlar zaten 1963’den beri “varlık savaşımızın unsurları” olarak bugünlere kadar geldiler ki “kemikleşmeleri” gerekirdi..
Oysa 45 yıl sonra hâlâ tartışılıyorlar!