Barbar Frenkler - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

Barbar Frenkler

Bekir AzgınBekir Azgın

Aşağı yukarı bin yıl kadar önce Müslümanlar Batılılara barbar gözüyle bakıyorlardı. O zamanlar bugünkü durumun tam tersi geçerliydi. Müslümanlar nedense haçlılara Frenk diyorlardı.

  1. ve 12. yüzyıllarda Levant hilâlinde yani bugünkü Urfa ve Antakya’dan Kudüs’e, oradan İskenderiye ve Kahire’ye kadar olan bölgede haçlılarla Müslümanlar karşı karşıyaydı. Bazan birbirleriyle savaşırlar bazan da dostluk ilişkileri kurarlardı.

Amin Malouf’un yazdığı ve Ali Berktay’ın Türkçe’ye çevirdiği “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” adlı kitap, bu dönemde özellikle Şam, Halep ve Musul’da yaşayan Müslüman tarihçi ve vakanüvislere dayanarak Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki ilişkileri anlatmaktadır.


Roman tadında bir tarih kitabı. Okumaya başlayınca elden bırakmak istemiyorsunuz. Kitabın 7 baskı yapmış olması boşuna değildir. Kitabı bana hediye ederek bu zevki tatmama vesile olan Prof. Osman Özdemir’e teşekkür borçluyum.

Batılı kaynaklarda rastlamadığım birkaç husus özellikle dikkatimi çekti. Savaşlardaki komutanlar, büyük bir çoğunlukla Türklerdi. Vakanüvisler Türk meliklerin birbirleriyle çatışmaktan birlik içinde Hristiyanlara karşı savaş yapılamadığını dile getiriyorlar. Hatta bazıları Haçlılarla birleşerek hasımlarına karşı savaşmayı bile yeğliyorlardı.

Kudüs’ün Haçlılar tarafından ele geçirilişi, Müslümanlarda derin bir travma oluşturmuş ve haçlılara karşı daha dirençli olmalarını sağlamıştı. Travmanın esas nedeni de kale içindeki Kudüs müslümanlarının kadın erkek, çoluk çocuk, tümünün kılıçtan geçirilmiş olmasıydı. Sonuçta Müslümanlar, öyle de ölüm, böyle de ölüm diyerek teslim olmamayı tercih etmek zorunda kalıyorlardı.

Kitabın, kanımca, en ilginç yanı, barış zamanlarında iki tarafın ilişkilerinin tasvir edildiği yerlerdir. Emir Üsame, Doğu ile Batı arasında tıp alanındaki uçurumu şöyle dile getirir: “Bir gün Cebel-i Lübnan’daki Munietra’nın Frenk valisi, Şeyzer emiri amcam sultana birkaç acil vakayı tedavi etmek üzere kendisine bir hekim göndermesini rica eden bir mektup yazdı. Amcam, Thabet adında bizim buralı hıristiyan bir hekim seçti.” Müslüman emirin yaptığı inceliğe bakın. Müslüman doktor şüphe uyandırabilir diye Hristiyan hekim gönderiyor. Ancak görüleceği gibi o da işe yaramıyor.

Üsame şöyle devam ediyor. “Hekimin yokluğu sadece birkaç gün sürdü, sonra geri döndü. Hastaları nasıl bu kadar çabuk iyileştirebildiğini hepimiz merak ediyorduk ve sorularımızla bunalttık adamı. Thabet cevap verdi: ‘Önüme bacağında çıban olan bir şövalye ile hiç hali kalmamış veremli bir kadın getirdiler. Şövalyenin bacağına bir yakı koydum, çıban açıldı ve düzeldi. Kadına iştahını açacak bir diyet yazdım. Ama bu sırada bir Frenk hekim geldi ve ‘bu adam tedavi etmesini bilmiyor’ dedi. Şövalyeye “Tek bacakla yaşamayı mı, yoksa her ikisiyle birlikte ölmeyi mi tercih edersin?” diye sordu. Hasta, tek bacakla yaşamayı tercih ettiğini söyleyince, hekim buyurdu: “Bana güçlü kuvvetli bir şövalye ve ağzı iyi bilenmiş, keskin bir balta getirin”. Biraz sonra şövalye ile balta geldi. Frank hekim bacağı bir ağaç kütüğü üzerine yerleştirdi ve yeni gelene şöyle dedi: “Baltayı çok sıkı vur ve bir kerede kes.” Adam, gözlerimin önünde, bacağa ilk darbeyi indirdi, ama bacak kopmayınca bir kez daha vurdu. Bacağın iliği dışarı fışkırdı ve yaralı anında öldü.’”

Sen sağ, ben selâmet. Zavallı şövalye tek ayakla öldü. Ne var ki mecalsiz kadın da kurtulamadı Frenk hekimin elinden. Doğulu hekim devam ediyor macerasını anlatmaya: “Frenk hekim, kadını da muayene edip şöyle dedi: ‘Bu kadının başında şeytan var, ona sahip olmuş: Saçını kazıyın’. Saçını kazıdılar ve hasta kadın onların sarmısaklı ve hardallı yemeklerini yemeye devam etti. Ama hastalığı iyi olmadı, daha kötü oldu. Bunun üzerine hekim, ‘şeytan bu kadının başının içine girmiş’ dedi. Bir ustura aldı ve kafa derisini haç şeklinde çizdi. Çiziğin ortasından itibaren kafa tası kemiği açılıncaya kadar deriyi soydu ve orayı tuzla doldurdu. Kadın hemen oracıkta öldü. Ben de, o zaman, herhalde bana ihtiyacınız kalmamıştır, diye sordum. ‘Kalmadı’ dediler, ben de Frenk tıbbı üzerine hiç bilmediğim şeyleri öğrenmiş olarak geri döndüm.”

Emir Üsame, Frenklerin savaşçılık vasıflarına hayrandır. Dost olduğu bir şövalye, kendisine şövalyelik kurallarını öğrenmek üzere genç oğlunu Avrupa’ya götürmeyi teklif eder. Emir nazikçe teklifi reddeder ama “Oğlum Frenk diyarına gideceğine zindana girsin daha iyi” diye yazmaktan da kendini alamaz. Barbarlar diyarı onun için özenilecek bir yer değildir.

XXXXX

Not: Geceleri deliksiz uyku uyumayı bayağı özlemişim. Bunu mümkün kılan tabur komutanı Binbaşı Mahmut Şengil’e alenen teşekkür ederim.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar