''Bağlayın bana Rauf’u dedim'' - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Poli

”Bağlayın bana Rauf’u dedim”

Geçtiğimiz hafta yitirdiğimiz, dergimizin Yayın Kurulu üyesi Dr. Turhan Korun ile 26 Aralık 2010 tarihinde yayınladığımız söyleşide, yaşamından bazı kesitleri öğrenme fırsatımız olmuştu. Bu söyleşiyi, doktorumuzun anısına ithafen yeniden yayınlıyoruz.

Mütevazi görünümü ve kişiliğinin arkasında derya deniz denen türden bir hayat var. Mutlaka anılarını yazması gereken bir adam. 68 yaşında ve son kırk yıldır mutlaka ayda üç kitap okuyor. Üç yüz kadar Türk Sanat Müziği bestesini ezbere biliyor. Tasavvuf, siyaset ve yakın tarih konularında son derecede bilgili. Ünlü yazar Çetin Altan’ı, oğlu Mehmet Altan’a anlatabilecek kadar hatmetmiş bir kişilik.

Doktor Turhan Korun


Lefkoşa hayatının surlarla sınırlı olduğu; sokaklarında ve evlerin çoğunda elektrik aydınlatması olmadığı yıllarda 1943 yılında Samanbahça’da doğdu. Kişileri, İsimlerini ve ilişkilerini, mekanları bu kadar aklında tutana az rastlanır. Girne Kapısı’nda bugün okulların ve Büyükelçiliğin olduğu alanı Lefkoşa’nın büyük mezarlık alanı olarak hatırlar. “Bu mezarlık ve Mevlevi Tekkesi’nin geniş bahçeleri gibi daha birçok Osmanlı Türk kültürel değerlerini anlamlandıran birçok yer, Türkiye’deki Kemalist akımdan esinlenerek Dr. Küçük döneminde talan edildi” diyor. Çocukluğunun Köşklüçiftlik’ini anlatırken “Banka müdürü Orhan beyin evi vardı. Tüccar Necati beyin evi de vardı. Mesela Avukat Menteş Aziz’in eşinin oturduğu ev yoktu. Dereboyu’nda derenin öbür yüzü, Golf sahasının olduğu yer tabakane idi” diye anlatabiliyor o yılları.

Lise yıllarını; o dönemin şartlarında bile lise eğitiminin ne kadar seviyeli olduğunu anlatırken, Türkiye’de ünlü “Türkçülük Davası”nda Alparslan Türkeş’le birlikte yargılanan Demokrat Parti birinci dönem milletvekili de olan Şair Arif Nihat Asya’dan Lefkoşa Türk Lisesi’nde ders aldığını vurguluyor.

Babası Girne Caddesi’nde şimdi Akay Optik olarak bilinen yerde bakkallık yapardı. “Babam Mulla İbrahim Ali inançlı biriydi. Hem eski Türkçe hem de latin harflerini bilirdi. 1952 de haç görevi için bir grup arkadaşı ile beraber Mekke’ye gitti ve maalesef geri dönmedi.

Orada öldü ve orada gömüldü.”

Babasından kalan çocukluk anılarında, birlikte gittikleri Mevlevi Tekke de vardır.“Mevlevi Tekke’sinin son dedesi Selim dedeydi. Şam kökenliydi. Devamlı beyazlar içinde gördüğümüz bir karısı vardı. Babam beni orada zaman zaman düzenlenen semah törenlerine götürürdü.

Müzisyenler ve semahlar esnaftan kimselerdi çoğunun ismini şimdi bile hatırlarım.” Diyor.

1960 – 61 yılında yeni Lefkoşa Türk Lisesi’nin ilk mezunlarındandır. O yıl Kıbrıslı öğrencilere ilk defa üniversiteye giriş sınavı konur.

İstanbul Hukuk Fakültesini kazanamaz ama İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanır. Abisi Ali Korun da ayni okula gitmektedir.

Muhafazakar, toplum değerlerine son derecede bağlı bir ailenin çocuğu olarak solcu, ilerici bir nam salmasının nedenini soruyoruz. “ Babamın Türk değerlerine bağlılığı vardı ama hiç bir zaman Doktor Küçük’ü desteklemedi. Dönemin liderlerinden Necati Özkan’ın yanında durdu.

Doktor, anavatancılık adı altında toplumun dindar, solcu ve liberal kesimlerine ve değerlerine karşı çok acımasız davrandı. Muhalif kültür babamdan kaldı muhtemelen. Bir de1968 de henüz daha öğrenci iken, EOKA’cıların saldırılarına karşı çıktığımız Erenköy’de, transistörlü radyodan TRT’nin naklen yayınladığı meclis oturumlarından dinlediğimiz Türkiye İşçi Partisi milletvekilleri Mehmet Ali Aybar ve Çetin Altan’ın konuşmalarından çok etkilendik. Çok güçlü hitabetleri vardı.

İçi dolu dolu konuşurlardı. Marksisttiler ve onlar konuşurken biz Erenköy talebeleri çok heyecanlanırdık.”

22 aylık Erenköy macerasından sonra yüksek öğrenimin devamı için İstanbul’a geri dönerler. Erenköy’deki solculukları sakıncalı bulunmuş olacak ki, hatırladığı kadarı ile Alpay Durduran ve birkaç kişi ile birlikte bursları kesilir. Amaç onları yıldırmak ve solcu muhalif kimliklerinden uzaklaştırmaktır.

O dönemin Türkiye’sinde İsmet İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi ile Süleyman Demirel’in Adalet Partisi arasında büyük çekişmeler yaşanmaktadır. Amerikan Başkanı Johnson Başbakan İnönü’ye yazılı bir muhtıra vermiş ve Türkiye’de Anti Amerikancı duygular hat safhaya çıkmıştır. Öğrenciler, “Bağımsız Türkiye” için yollara dökülmekte, Kıbrıslı öğrenciler de bundan geri kalmamaktadır. Turhan Korun, Amerikan 6. Filo askerlerinin İstanbul’da denize atılmalarında aktif rol alır. Bazı Kıbrıslı öğrencilerin ünlü Dev – Genç’te rol aldıkları, hatta eğitim maksadı ile bazılarının Filistin’de gerilla kamplarına katıldıkları konuşulmaktadır.

Kasım 1970’e gelindiğinde, Turhan Korun’un Tıp Fakültesi’nden mezuniyeti için iki dersi kalmıştır. Sınavlara bir gün kala Kıbrıslı hocası Prof. Necdet Sezer (Eczacı Fatma Azgın’ın dayısı) ona: “Polis Tamer Galip’i aldı. Seni ve Kuydul Turan’ı arar tedbir alın” der. Yine Kıbrıslı hocalarından Prof. Derviş Manizade’den yardım ister. Prof.

Manizade ona babalık yapar ve “git cerrahi kliniğine yat orada kimse sana dokunamaz” der ve öyle da olur. Fakat polisler sınav saatini beklemektedir ve sınavın bitmesini bile beklemeden tutuklanarak Eminönü’nde siyasi şubeye ünlü Sansaryan Han’a götürülür. Orada Kuydul Turan’ı da bulur. İşlemler yapılır ve onlara Bulgaristan yönünde sınır dışı edilecekleri söylenir. “ Bizi Plymouth marka büyük, eski bir Amerikan arabasına koyup yanımıza iki tane de polis verip yola çıkarırlar. İstikamet Edirne’dir. Edirne’ye yakın kesman bir yerde “arabadan inin lastik patladı değiştireceyik” dediler. Amma da enerik!

Bunlar Şair Sabahaddin Ali’ye da böyle yaptılardı. Onu Bulgaristan sınırına götürdüler ve tam sınırda kafasına vura vura öldürdüler.

Sonra da Bulgaristan’a kaçarken köylüler tarafından öldürüldü dediler.

Kuydul’unan arabadan inmedik. İnin diyorlar, biz reddederiz. Bizi öldüreceksanız arabada öldürün diyoruz. Hiç olmazsa izi kalır ve zor duruma düşerler diye düşünürüz. Adamlar, pazarlıkla tabancalarını arabada bırakmayı kabul ederler biz da inmeyi kabul ederiz.”

Bulgaristan, Türkiye’deki kolera salgını nedeniyle onları kabul etmez.

Zorunlu olarak Romanya’ya Zagreb’e giderler. Turhan Korun maceralı bir yolculuktan sonra Atina üstünden Kıbrıs’a döner, Kuydul Turan ise Londra’ya gider.

Bu sınırdışı furyasında bazı Kıbrıslı öğrenciler, yüksek öğrenimleri yarıda bıraktırılarak sınır dışı edilirler. “Geride kalan arkadaşlar, şimdi Pariste yaşayan Avukat Enis Coşkun’dan yardım alırlar ve bizim geriye dönebilmemiz için Danıştay’a yürütmeyi durdurma davası açarlar.

Üç ay sonra dava lehimize sonuçlanır ve ben kalan iki sınavımı verip mezun olabilmek için tekrar İstanbul’a dönerim.” Turhan Korun kalan iki sınavını verir ama siyasi polisin hışmından kurtulamaz ve ikinci defa yeniden sınır dışı edilir. Ama artık doktor olmuştur.

Amme Hizmeti Komisyonu, hastanede boş olan bir doktorluk mevkisi için münhal ilan eder. Dr. Turhan Korun, başka müracaatçı olmadığı halde sınava katılır. Geçtiği söylenir ama hiçbir zaman görevine başlayamaz.

Bir süre sonra iki yılı Lefkoşa Genel Hastanesi’nde geçecek olan ihtisas sınavına katılır. Yine geçtiği söylenir ama yine hastanede göreve başlamasına izin verilmez. Bu durum aylarca sürer ve nihayet başlayabileceği ancak ücret alamayacağı söylenir. “ Benimle beraber başlayan diğer bazı arkadaşlar maaş alırken bana hiç vermediler. O dönem BEY yönetimi dediğimiz bir yönetim biçimi vardı. Bayraktarlık, Elçilik ve Yönetimdekiler. Bunların kancasına takılanlar hiç hayır etmediler. Benim de takılı olduğum gün gibi açıktı.”

Doktor olarak giremediği hastaneye 1994 – 96 yılları arasındaki DP – CTP hükümet döneminde ilk defa müsteşar olarak girer. Bu durum onun için hayatın hoş bir sürprizi olmuştur. “ Bu kısa dönemde başta kardiyoloji servisi olmak üzere çeşitli servisleri oluşturduk. Çok sayıda genç ve başarılı doktoru işe aldık. Bu gün bile bu servisler bu doktorlar ve daha sonradan gelenlerin üstün gayretleri ile başarılı görevler yapmaktadırlar.”

Dr. Turhan Korun’un özel olarak gurur duyduğu bir dönem de Doğu Akdeniz Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanlığı yaptığı dönemdir. “ Mehmet Ali Talat’ın Eğitim Bakanlığı, Prof. Özay Oral’ın Rektörlük yaptıkları dönemde DAÜ, en başarılı yıllarını yaşadı. DAÜ inşaatlarının en büyük bölümü bu dönemde gerçekleşti. Mali yapısının en düzgün, öğrenci akışının en yüksek olduğu dönemi yaşadık”

“Royal family”!! Hem Rauf Denktaş hem Meral Eroğlu akraba.

2004 yılında Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın Tercüman Gazetesi’nde “Royal family” diye tanımladığı Dr. Turhan Korun’a, Rauf Denktaş’la bir akrabalıklarının olup olmadığını soruyoruz. “Evet var” diyor. “Nenesi ile büyük nenem kardeş çocuklarıdırlar. Ayni düzeyde bir akrabalığımız Meral hanımla, Meral Eroğlu ile de vardır.” İlişkilerini soruyoruz.

“Rauf beyle geçmişteki olaylar ve siyasi görüş ayrılıkları nedeni ile aramızda bir ilişkisizlik vardı. Rahmetli Raif’in ölümü üzerine aile meclisimiz, Rauf beyin ziyaret edilip başsağlığı dilenmesini uygun gördü ve o günden beridir aramızda saygılı bir ilişki devam etmektedir. Meral hanımlarla doğrudan bir ilişkimiz yoktur ama karşılıklı saygımız vardır.”

Bu kadar nüfuzlu insanlarla akraba olmanın yararlarını görmüş mü acaba? “Pek çok kişisel ve toplumsal konunun çözümüne katkı yapmıştır ama bu yakınlıkları kendim için yarara dönüştürmeyi hiç düşünmedim.

Aksine Rauf beyle benzerliğimiz zaman zaman başıma iş açar. Beni, O zanneden özellikle çocuklara karşı rol kesmek zorunda kalırım. El sallayıp gülümsemek zorunda kalırım. Ama bir defasında arkadaşlarla Rum tarafında gittiğimiz bir meyhanede Rum meyhaneci “Aman tanrım Denktaş geldi” diye aşırı bir tepki gösterdi. Arkadaşlar bu adam bizi zehirler mi diye korkuya kapıldılar. Adama Denktaş olmadığımı zor inandırdık.”

Bağlayın bana Rauf’u!!

Türkiye’den iki defa sınır dışı edilen ve her ikisinde de hukuk yolu ile hakkını geri alan Dr. Turhan Korun, öğrenciliğinden 20 yıl sonra bir bayram tatili için gitmekte olduğu İstanbul girişinde yasakla bir kez daha karşılaşır. Türk polisi, defter kaydından bilgisayar kaydına geçmektedir. Defterlerde yazılı fişlemeler, yeni bilgilermiş gibi bilgisayarlara aktarılmıştır. Pasaportunu uzatır uzatmaz memur, güvenliği arar ve polisler başına toplanır. “ Bana Türkiye’ye girmen yasaklıdır derler. Tepem atar. Benim gençliğimi harcadınız bu yaşa geldim hala benimle mi uğraşacaksınız diye bağırmaya başladım.

Patırtıyı duyan alan komiseri koşarak yanımıza geldi. Doktor olduğumu defalarca Türkiye’ye girip çıktığımı anlattım. Beni ofisine götürdü ama Nuh dedi peygamber demedi. Giremen der. Aklıma bir kurnazlık geldi. Malum artık çocuk değilik. Bağlayın bana Rauf’u dedim. Komiser afalladı. Hangi Rauf diye sordu. Rauf Denktaş’ı dedim. Şimdi Newyork’tadır. Türk Evi’nde kalır. Adam korkuya kapıldı nasıl olur falan diye gevelemeye başladı. Ben üstüne üstüne gittim. O zaman Mahmut’u bağlayın dedim. Mahmut Dikerdem’i. O kim dedi. Emekli Büyükelçi tanımıyor musun diye çıkıştım. Son öldürücü darbeyi vurdum:.

O zaman Aziz Nesin’i bağlayın dedim.

Komiser pes etti. Tamam anladım dedi. Pasaportunu bize bırak. Sana beş günlük vize verelim işini gör ve dön dedi. Öyle yaparlar. Gülerek “Rauf beyin bana böyle bir faydası oldu” dedi.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar