Bindik bir alamete şimdi de gideceğiz Afrika’nın Güney’ine! Neymiş efendim? Bakacaklarmış, orada beyazlarla siyahlar onca büyük kavgalardan sonra, sanki şimdilerde çok barışıklarmış gibi, nasıl sulh ve sükûna kavuştular!
Özersay’la Mavroyannis gitmeden hadi biz gidelim Güney Afrika Cumhuriyetine. Ve bakalım Kıbrıs’la ne kadar benzeşiyor. Ki nasıl maskaralıklarla uğraşıldığının idrakine varıla!
FİZİKİ KONUMU: Yüzölçümü 1 milyon 221 bin. Nüfusu elli milyon falan. Başkenti Pretoria. Yönetim biçimi Parlamenter Cumhuriyet. Resmi dili İngilizce ve Afrikaan dili!
Ne kadar da benziyor Kıbrıs’a! Sanki Güney Afrika Cumhuriyeti hık dedi, burnundan Kıbrıs düştü!
GELELİM ÇOK KISACA TARİHİNE: İlk defa Güney Afrika’da yerleşen beyaz adamlar Hollandalılar oldular. 1685’te kölelik ticareti yaparak tabi… 1814’de İngiliz egemenliğine girdi… 1834’te İngiliz Yönetimi köleliği kaldırdı… Tabii arada kabilelerin sürgit savaşları hep devam etti… 1913’te ırkçı yasalar çıkartıldı… 1961’de iktidara gelen Milliyetçi Parti ırkçı yasaları sertleştirdi… Bu nedenle bir çok ülke İngiliz’in bu ırkçı yasalarını protesto etmek için Güney Afrika ile ilişkilerini kesti… 1990 da ilk kez Devlet Başkanı Klerk siyahlarla uzlaşma politikaları izlemeye başladı Nambiya bağımsızlığını kazandı… 1994’te ilk kez serbest seçimler yapıldı. Mandela’nın partisi çoğunluğunca kazandı, “Ulusal Birlik” Hükümeti kuruldu… 1996’da yeni bir anayasa ile ırkçılık tamamen ortadan kaldırıldı… Falan…
Yukarıda yıllar itibarı ile kronolojik sıralamasını yaptığım Güney Afrika Cumhuriyetinin tarihi seyri kısaca işte bu… Kıbrıs’ın tarihine ne de çok benziyor!
YİNE DE OLAYI YORUMLAYALIM. Devam etmekte olan müzakerelerde kantarın topu iyicene kaymaya başladı! O kadar ki yukarıda Güney Afrika örneğinde de gördünüz, “Görüşmeciler” Kıbrıs’la ne coğrafi ne tarihi ne de “insanlarının ırkları” yönünden hiç benzerliği olmayan ülkeye taşınıp “barışı nasıl tesis ettiler” diye araştırmalar yapacaklar.
Ki o Güney Afrika Cumhuriyeti’nde hâlâ sömürülen, horlanan siyahlardır! Esas “sahiplerle efendiler” de beyazlar. Orada bir tek şey değişti. Eskiden siyahlara “köle” derlerdi. Şimdi beyazların işçisi!
Yine de ve ille de Güney Afrika’ya gidip “acaba Kıbrıs’a nesinin modelini kesip biçip giydiririz” işgüzarlığı devam edecekse, tutun ki beyazlarla siyahlar arasında “nasıl barış sağlandı” sorusuna aranan cevaptan başkası model olmaz.. Mandela’nın büyük mücadelesi sonucunda beyazlar ve siyahlar olarak birbirlerini sindirdiler ama “refah ve zenginliği” paylaşamadılar. Siyahlar yine fukara, beyazlar yine zengin ve ağa!
Kıbrıs’a nesi model olur bilmeyiz ama tutun ki olası çözüm arayışının bir maddesini de Güney Afrika’dan alınılan feyizle şöyle yazabilirler: “Rum her zamanki gibi patron ve sahip, Türk işçi ve çırak!”
**********
KISACA TAKILDIĞIMIZ: (KKTC NİÇİN BATTI?)
KKTC’nin çalışan nüfusunun kesin verilerine ulaşamıyoruz. TC’den gelenlerle KKTC’li olanlar iç içe geçmişler. Kayıt dışılık da hâlâ devam ediyor…
Buna karşılık kesinlikle bilinmese de son sayımları geçerli sayarak 280 bin yahut üzerinde bir nüfusumuzun olduğunu kabul ediyoruz.
ÖTE YANDAN: Hâlâ e-devlet olamadığımızın gerçeğine karşın bazı verilere nasılsa “kesinliği” ile ulaşabiliyoruz ve mesela öğreniyoruz ki mahkemelerimizde “alacak verecek nedeniyle 89 bin 637 dava dosyalanmıştır!”
Nüfusumuzla çalışan insanlarımızın oranlarına göre korkunç bir olay! Memleketimizin insanlarının tutun ki uçan kuşa borçları olmalı…
Kaldı ki hâlâ kanamakta olan ve hem alacaklıyı hem de verecekliyi mağdur edip hayatlarından bezdiren mazbata olayları da gündemden hiç inmemekte!
Ki bu korkunç “alacak verecek” olayının bir başka versiyonu da Elektrik Kurumu’nun, borcunu ödemeyenlerin elektriklerini kesmesi olayları ile devam etmekte!
Yani sorun sadece mahkemelerdeki dava dosyaları ile sınırlı değil. Devlet kademelerinde “vergilendirmelerde yaşanan sorunlar yanı sıra kurum kuruluşların, sektörlerin, üniversitelerin, belediyelerin borçları da dert ki ne dert! KKTC olduğunca, devleti ve insanları ile borç batağına düştüler boğuluyorlar!
NEDEN? Bugüne kadar kimseler sosyo ekonomik sorun olmayı aşmış bu toplumsal felâketi sorgulamadı! O kendimize özgü peşin yargılarla ya “alacaklılar haklıdır” denildi yahut borçlanmak zorunda kalan “yurttaşlar.”
Ve hemen tümüne de “çözümsüzlük” kulpu takıldı ki “bahanesi kendinden mankul olsun!” Nitekim bugüne kadar denklem hep şöyle kuruldu: “Çözümsüzlükten dolayı istikrarsızlık + İstikrarsızlıktan dolayı ekonominin inişli çıkışlı olması + Dolayısıyla paranın düşüp kalkması + Düşüp de kalkamayan para yüzünden insanların bir anda borçlara batması + Derken hem devlet batakta hem de vatandaşları…
Tabii ekonomi ve finans biliminin dışında çok dogmatik bir anlatım yaptığımızı biliyoruz! Anlatmak istediğimiz şudur ama: “Eğer bunca borçlu ve davalı insanlar varsa, suçlu vatandaşlarını böylesi borçlar altında bırakan gelip giden siyasi iktidarlardır! Ki çok iyi biliyoruz: “Memleketi ne kadar kötü yönettiklerini!” **********
BİZİ YÖNETENLER NE ÇÖZÜME HAZIRDILAR NE KURTULUŞA
Serdar Denktaş’ın ısrarla tekrarladığı fakat çok da reyting yapmayan bir uyarısı vardır. Diyor ki çözüm sonrasına hazır değiliz…
Aslında öncesinde de ne müzakerelere ne de çözüme hazır değildik! O kadar ki Akdeniz’deki gaz’ın ağa babası Amerika bastırıp Rum’u masaya oturtmasa biz sittin sene daha bu Rum’un keyfinin gelmesini bekleyecektik! Tabii keyf Anastasiadis’in oldukta, o da “tek egemenliği bastırıp kabul ettirdikten sonra kabul etti müzakereleri!
Fakat konumuz yine de eğer gerçekleşirse, “çözüm sonrasına hazır mıyız” sorusuna vereceğimiz cevapta.
BU CEVABI VERMEK MÜMKÜN MÜ? Nitekim masaya oturduk ama Rum’un elimizden ne kapacağını, sınırlar yeniden çizilirken nereden nereye göç edeceğimizi, elimizde ne kadar toprak kalacağını, kaç TC’linin gideceğini, nasıl bir yönetsellikle karşılaşacağımızı, iki halk arasında finans sorununun nasıl çözüleceğini, Merkez bankası ile bankaların iki bölge esasında (iki bölge olursa) işlevlerinin nasıl olacağını… Vesaire… Kim bilebilir ki? (Ha “Müzakere Komiteleri” çalışıyorlar, onlar bilirler mi? İnşallah!)
Biz bildiğimizi biliriz. Ve deriz ki sadece bu sorulara verilemeyen cevaplar bile gösteriyor ki “çözüm sonrasına” hazır değiliz! Buna karşılık hep bir ağızdan “çözüm istiyoruz” diye yırtınıyoruz.
OYSA: Tam fırsattır: Çözüm olmasa bile “olacakmış” gibi “yeniden yapılanma” seferberliği başlatmak. KKTC’nin buna çok ihtiyacı vardır. Mesela Köşemizdeki öteki yazılarımıza bakın. Hepsi de “karalar” bağlamış! Umutsuzlukla karamsarlığa methiyeler döşeniyorlar.
Yok! bu bizim “karalarımızın umutsuzluklarımızın yansımaları” değildir… Kıbrıs Türk halkının yıllardır yaşadığı gerçeklerdir bunlar! Ki size yarın anlatacağım. Bu karanlıkların içinde çırpınırken insanlar evlatlarını yetiştirmek, kurtarmak için ne paralar harcıyorlar… Ne fedakârlıklar yapıyorlar… Ne için? Onu da yazacağım…
Ve göreceksiniz Kıbrıs Türk insanı aslında bu adada müthiş bir “Kurtuluş mücadelesi vermektedir.” Kendini değil, çocuklarını kurtarmak için!
E artık siz sayın yöneticiler de silkinin, kırın bu kısır döngüyü… Siz de Yöneticiler olarak katılın bu devinime bu kurtuluşa… Ama temcit pilavı gibi çözüm isteriz diyerek değil! “İş yaparak işşş!”