AYDIN KİMDİR? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

AYDIN KİMDİR?

 

Aydın mısın? Aydın aydınlatır. Sen kimi aydınlatırsın?


Teknoloji, bin bir türlü kolaylığı, bilgiyi evimize, odamıza, ofisimize, parmak uçlarımıza kadar getiriyor. Bilgisayar denilen icat, yaşamlarımızın artık bir parçası. İstenilen ve ulaşılmak istenen her “ŞEY” artık anında önümüze serilmekte. Çeşitli sitelerde insanlar birbirleriyle “iletişim”lerini güçlendirirken, yollar kısalmakta, mesafeler kapanmaktadır. İnsanların zevkine hitap eden güzellikler, şiirler, şarkılar, ressamların, heykeltıraşların, farklı alanda eser veren nice sanatçıların eserleri de bir “tık” kadar uzağımızdadır artık. “Facebook” denilen ve insanları birbirine yakınlaştıran sitede her gün çeşitli sanat eserlerine rastlamak mümkündür. Her türlü videonun bulunduğu “Youtube” (Broadcast Yourself) sitesine girip, birkaç dakikalık bir “search!” sonucunda istediğiniz sanatçının en güzel eserlerini karşınızda görebilirsiniz. Bu bahsettiğim site “Facebook”a baktığınız zaman içiniz açılır. Çünkü etraf sanatseverden geçilmemektedir. Attila İlhan, Edip Cansever, Yannis Ritsos’dan şiirler mi istersiniz, Monet, Chagall, Magritte’den resimler mi, yoksa edebi nitelikteki nice kitabın senaryolaştırılmış, sinemaya dökülen kesitini mi ararsanız, herşey bu facebook aracılığı ile paylaşılmakta. Dedim ya, içiniz açılır. Bu kadar şiir okuyan, resimle, müzikle iç içe yaşayan insanların olduğu bir ülkede yaşadığınız için kendinizi mutlu hissedersiniz. Bunları gördükçe siz ne düşünürsünüz bilmem ama benim içimden “bir Aydın havası çal” demek geçer. İçim kabarır. Bu aydın havasıyla oynayan kalabalık karşısında kendimi kara cahil hissederim. Bir kaç Rodin heykeliyle süslenen, bir-iki felsefik sözle pekiştirilen güçlü bir aydın duruşu sergilemek, teknolojinin renkli camlarında mümkündür artık. Önemli olan da şekil değil midir? Ama bu görüntüleri sergileyen o büyük kesimin hayatında şiir, renk, desen var mıdır? BİLİNMEZ… Bu aydın oyuncular, yaşamlarında büyüyen çocuklarının mayasına neler katar, yaşama hangi pencereden bakar, bu görünen profillerden anlaşılmaz? Bu kadar ay-dın-la-tı-cı varken neden bu kadar boş-boş bakan suratlarla doludur etrafımız, ‘neden etraf bu kadar karanlık’, sorulmaz. Bunca sanatsever arasında, bilmediklerimin eksikliğiyle yaşamın içindeki gerçek yüzümün, eksiklerimin, cahilliklerimin izini sürerim. Bilgiyi “Google”ın arama çubuğu ile yapsam da, yaşamdaki boşluklarımın bedellerini öderim. Bir insanın profiline yüklediğinden öteye, gözlerinin derinliğinde gizlenen bir dünyayı nasıl algıladığına bakarım. Bir çocuğa nasıl baktığına bakarım. Bir şiiri yaşamına ekebilme gücü olan insanların aydınlığını ararım. Sanatı bir silah, bir alet, bir araç gibi kullananların o spastik bilgilerinden, bilgi hamallıklarından korkarım.

Peki ama “aydın” nedir?
Neye benzer? Nerde yaşar?
Ne yer, ne içer. Aydın kimdir? Aydınlatan mıdır? – AYDIN KİMDİR? –
Aydın, her şeyden önce sorgulayan mıdır?
Kendini,duruşunu, eylemini, bunlara kaynaklık eden düşüncelerini…
Aydın, özeleştirisini de sürekli yapan, kesin inançlı olmayan, kuşku duyan mıdır?.
Aydın, kendinden ve insanlıktan vazgeçmeyen midir?
Çıkarlarının zedeleneceğini bildiği durumda dahi adil olan mıdır.
Aydın özgürlükten yana mıdır.
Muhalif tavırlı mıdır?
Aydın kendi tininin huzurunu , toplumun iyiliğine feda eden midir?
Yöntemi şiddet ve kıyıcılık olmayan, gerektiğinde iktidar gücünden vazgeçen midir?
Sahi aydın kimdir? Kimlerdir? Birkaç Rodin heykeli, bir iki Nazım ezberi, birkaç kitap ismi ile kendini süsleyen midir? Aydın, bu düzende en çok “AD”ını ya da “ÖD’ünü önemseyen midir? Adım adım çürümeyi gözleyen midir? Aydın, hangi karanlığın aydınlığıdır? Neyi aydınlatır?

SORULAR

Sorular makaslarken kırıklarımı.
Saçlarım değil harflerimdir kısalan.

Kimde kaç insan var?
Kimde kaç yara?
Bir yara kaç kez açılır, kaç kez yapılır yama?
Hangi iç kanama içinden doğru seven birini acısız yürütebilir yolunda?
Bilmek, denemenin neresinde durur?
Yaşamla sorular kaçıncı göbekten akraba olur?
Bir takı kaç kez takar söze kancasını? Bir göz neden çeker dilin yalancı sanrısını? Takıla takıla gelen kim kapıma?
‘Tak-tak’, kapım tıklamakta….’
Tik-tak’, saatim ayarsız bir sorguya kurulmakta…

Kim bu bilgisiz ve dilsiz yürüyen kalabalık?
Nerden oluşur bu karanlık, batık ve hastalıklı ortalık?
Ortalıkta bir alabalık. Tuta tuta tutulan bir zaman. Zamanın içi oyuk.
‘Oy-oy’ diyen zeytinin kökü yan/r/ık….
Mersinin boynu bükük, babutsanın adı kayıp…
‘Oy- oy’ bu ülkenin insanı nerede ?
Kim bu burnuna takılan halkayla ortalıkta oynayan  umursuz kalabalık?
Oyuklarına gizlenen bu göçebe umutlar kimlerin malı?
Bu cennet ada hangi şiirin vatanı:  Kimin bu iç yarası, bu içinden doğru bükülen bıçak hangi ‘Lefkoşe’ hatırası ?…

Bir şamar gibi saçlarında sokaklar, sokakları da engebeli yalnızlıklar taşıyan çocuklar kimin doğurdukları: Ellerinden tutup sesimi aradığım yüzler kimin. içinde darağacı büyüttüğüm satırlarım hangi rahmin artıkları. Aşk konuşur bütün dilleri diyen satırlar nereye çekildiler. Mağusa surlarına gizlenen nergisler nereye çekip gittiler. Kelimeler birer mızrak gibi batarken yaralı bir kuş sesine gebe zaman. Kanatları kesik kuşlar memleketinde UÇ verdi “barış” denen paslı yalan…

Tersten daldığım bütün sokaklar peşime. Tersten bize okutulan bütün kavramlar, anlamlar ve insanlar koşup durdular teslim olmamak için tercih edilen renklere. Evlerini bakımsız bıraktığım yalnızlıklar, yollarında çukurlarına düştüğüm yürüyüşler, tarlarına ektiğim gülüşler ayaklarımın altında oluşan kabarcıkların sızılarıydılar. Binlerce gülüşün peşinde bir silkinişin öncesinde.

“Bir halk gülebiliyorsa, gülmek” değil midir ‘biz’lik?
Biz duygusu yenilmeden benliğe, benlik teslim olmadan, ben merkeze.
Dönüşüp, değişmeden günler, Mağusa henüz dost kokulu bir sabah, aşk tükenmez bir düş, organik beslenmeye sığınmak nedir bilmezken kimyasal aşkların hormonlu duyguların hapishanesinde tıngır mıngır masallar, şangur şungur kırgınlıklar ortasında, kalp krizi, kanser, damarlarımızı tıkayan şu zamane yaşamın kuralları ve alışkanlıklarına rağmen yaşayabilme çabası: Sevmek, unutmak ve hatırlamak… Her şeye rağmen gülebilmek değil midir çılgınlık? Tüm siyahları kuşanarak, gökkuşağı renginde bir sabaha ulaşma çabası ‘sormak, yazmak ve susmak’…

Sordum ve konuştum.
Ben kırılgan bir kuştum.
Kanatlarımın ağırlığına yokuştum…
Az gittim, uz gittim, kendi kendime ‘uç’tum…

————————————————————————————————

Bir Yol

Bir yol tutup ‘aleyhistanda yeni bir lehçe’ye kadar gideyim
Bir yol tutup biber süreyim ağzıma
“Sebzelerin yasa dışı önderi”ni alayım karşıma
Bir yol tutup kanlı bir mendil açayım, şiir dileneyim
“Yaşasın caz’ın getirdiği devrim!” diye dilleneyim
‘sözcükleri köpürteyim’, eskileri atayım, kirlenenleri kaynatıp içine kendimi banayım
Bir yol tutayım asfaltına kına yakayım
Ya tutarsa diyerek adak adayım

Bir yol tutup kütüğümden kaydımı sildireyim, yeni bir harfin koynuna gireyim
Bir yol tutayım bana bir harf öğretsin
Bir yol ki 40 yıl kölesi etsin
Kalemim değil, kelamım laf etsin
Beni bana muhtaç etsin
Bir yol ki aklımı başımdan alsın, kelimelerimi başıma çalsın
Tek başına kalabalık kalsın
Kendimi kendimle imtihan yapsın

Bir yol tutayım
İnsan çoğaltan, kelime ağartan, yenilgiden ve yanılgıdan başı belada çıkan
Bir yol, alandan çektirmeyen, kedi gibi çekilmeyen, aşkları filme çekmeyen
kendini hayattan çekmeyen bir yol tutayım
Bir yol
Bir yol
Bir yol kendime varayım…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar