Rumeli Hisarı’ndaki Kara Kule’de geçen günler - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 30, 2024
Köşe YazarlarıSürmanşet

Rumeli Hisarı’ndaki Kara Kule’de geçen günler

Bekir AzgınBekir Azgın

1591-1595 yılları arasında İstanbul’da yaşayan ve iyi bir gözlemci olan Bohemyalı Baron Wratislaw, “Anılar” adlı kitabında, Rumeli Hisarı’ndaki gün görmeyen derin bir kuyuya benzeyen Kara Kule’de geçirdiği günleri anlatır:

XXXXX


<<Kadırgalarda yarım yıl forsalık yaptıktan sonra tekrar Tersane Zindanı’na getirildik. Çünkü Türkler içimizden bazılarının kaçabileceklerinden kuşkulanmışlardı. Lakin bu zindanda ikinci kez konaklamamız yalnız bir hafta sürdü.>> (s.128)

<<Kara Kule’ye gideceğimiz söylendi. …Kara Kule adını işitir işitmez çok tasalanmış, duyduğumuz üzüntünün derinliğinden, hepimizden koro halinde bir feryat yükselmiş, ağlamış, dövünmüştük. Bütün öteki tutsaklar, bizim bu halimize acıyorlar, onlar da bizimle beraber ağlıyorlardı.

<<Bizim için o anda ölmek, Kara Kule gibi uğursuz bir zindana girmekten daha iyi olacaktı. Ne çare ki insan, ölümü arzu ettiği zaman ölüm ayağına gelmiyor!

<<Çaresiz, pılıyı pırtıyı topladık, omuzlarımıza vurarak ardımızda kalan tutsak kardeşlere, gözyaşları içinde esenlikler diledik. Bütün tutsaklar ağlayarak bizi kapıya kadar uğurladılar. Çok hazin, çok yaslı bir gidişti bu!

<<Ölünceye dek bir daha güneş ışığı göremeyeceğimizden yana emin olduğumuz bu tüyler ürpertici kuleye yollanmamız bizi manen ve maddeten çok sarsmıştı. Nasıl olup da içimizden hiç kimsenin o anda düşüp ölmediğine şaşmak gerek.>> (ss.128-129)

<<Kule oldukça yüksek olmakla beraber, o kadar geniş değildi. Bundan ötürü, bizden önceki dört kişiyle birlikte yirmi altı kişi olan bizler, sığışabilmek için kendimizi zorluyor, yattığımız zaman âdeta koyun koyuna yatıyorduk.>> (s. 131)

Mahpusların ayakları meşe tomruklarına zincirleniyor

<<Kulenin içinde, kalın meşe ağaçlarından yapılma, tıpkı aslan kafeslerini andıran bir çeşit parmaklık bulunuyordu. Bu kafes zindan nöbetçilerinin mahpusların çevresinde dolaşacak ve onları görebilecek bir biçimde yapılmıştı. Kafesin ortasında da, gece gündüz sırça (camdan yapılmış-BA) bir kandil yanıyordu. Bu ışığın çevresinde de tomruklar vardı. Biz bu tomruklara ayaklarımızı dayıyorduk. Aslını sorarsanız bu tomruklar ayak dayamak için değil, buraya düşenlerin ayaklarını bağlamak için yapılmıştı. Bizim ayaklarımızın da bu bloklara zincirlenmiş olması gerekiyordu, lakin burada Cenabıhakkın bir lütfuna mazhar olmuştuk. O da Kule Dizdarı’nın kalbinde bize sempatik duygular yaratmış olmamızdı. Ağa, ayaklarımızı bu tomruklara zincirletmedi. Ne amaçla olursa olsun, tanımadığı kişilerin zindana gelmeleri, ayaklarımızın derhal bu tomruklara zincirlenmesine neden oluyordu, gelenler bizi bağlı görsünler diye. Böyle ziyaretler oldukça Ağa, hemen muhafızlardan birkaçını koşturuyor, bunlar da ayaklarımızı çabucak kütüklere zincirliyorlardı. Ziyaretçiler gider gitmez ayaklarımızın özgürlüğü geri veriliyordu.>> (ss.131-132)

Dizdar Mehmet Ağa

<<Kara Kule’nin ve içindeki tutsakların muhafazası sorumluluğunu yüklenmiş bulunan Mehmet Ağa, Hırvatistan’da Hıristiyan ana babadan dünyaya gelmişti. Bizim zamanımızda doksanını aşmış, dinine bağlı, bizlere karşı şefkatli, görevlerine çok dikkatli, titiz bir kişiydi. Muhafızları kontrol eder, sık sık kuleye gelir, prangalarımızı her gün gözden geçirirdi. Haftada bir kez bütün giysilerimiz, eşyamız ve vücudumuz gözden geçirilir, herhangi birimizde bıçak, eğe gibi şeylerin bulunup bulunmadığı araştırılmış olurdu.

<<Dizdar Mehmet Ağa, görevine olan bu titizliğinden ötürü, kuleye kapatıldığımızın ertesi günü sabahı, birer birer kuleden dışarı çıkarılmamızı emretmişti. Ayaklarımıza pranga vuruldu.>> (s.132)

<<Bu halimize gerçekten acıyan, ağlamamıza katılmaktan kendini alamayan Dizdar Ağa:

  • Yemin ederim ki, ben sizin bu zindana atılmanızı hiç istemezdim. Buraya niye getirildiniz, bundan sonra başınıza ne gelir onu da bilemem. Bana erişen bir buyruk yok. Sizi açlıktan öldürmek istediklerini hiç sanmıyorum. Böyle olsaydı sizi öbür tutsakların yanına koymazlardı. Ayrı mahzene atarlardı. Düşüncelerinin bu olmadığı meydanda. Şimdi bana İstanbul’a gitmek düşüyor, varayım anlayayım.

<<Bu iyi yürekli adamın, ellerine eteklerine sarıldık, ayaklarına kapandık gözyaşları içinde, kendimizi onun merhametine emanet ettiğimizi anlattık. >> (s.133)

Kara Kule mahpusları örgütleniyor

<<Verilen su bol olmadığından aramızda kavgalar eksik olmuyordu. Biri ötekinden fazla su içti diye hemen her an çekişme halindeydik. Bu çekişmelere son vermek için birer maşrapa almaya karar verdik. Ama ne ile alacaktık? Onun da kolayını bulduk, derhal beşer altışar kişilik ortaklıklar kurarak çorapçılık işine başladık. Ortaklardan biri pamuk eğirir, ikincisi sarıp yumak yapar, ötekiler de bu ipliklerle çorap örerlerdi.

<<Örülen bu çoraplar dışarda satılmak suretiyle elde edilen paralarla kendimize birer maşrapa ve büyücek bir tahta gerdel (lenger-BA) satın aldık. Böylece gelen suyu maşrapalarımıza dolduruyor, gerdelde artan suyu da her gün sıra ile birimiz alarak büyük bir testide saklıyorduk. Satışa çıkardığımız çoraplara karşılık, arada sırada yemek, yağ, ekmek, sirke ve başka kumanya da alıyorduk. Bundan başka satın aldırdığımız büyük bir saksının içini muhafızlarımızın getirdikleri balçıkla sıvayarak bir çeşit fırın da yapmıştık. Çorapçılık ve eldivencilikten biriktirebildiğimiz paralarla kömür de aldırıyorduk.

<<Bu beşer altışar kişilik çorap kumpanyalarının(!) ortakları, sıra ile ve bir hafta süreyle aşçılık yapardı. Yani önce ateşi yakar, suyu kaynatır, bir somun ekmeği bu kaynar suya doğrayarak bir çeşit çorba hazırlar, isteyen ortaklara sıcak sıcak sunardı.

<<Yapılan çorba gerçekten nefis olurdu. Hele bu çorbaya zeytin yağı kattığımız zaman! İşte o zaman, yemeğin tadına doyum olmaz, parmaklarımızı yalardık! >> (s.134)

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar