2014’ÜN ŞU İLK AYLARINDA MÜZAKARELER BAŞLAYABİLİR Mİ? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 18, 2024
Köşe Yazarları

2014’ÜN ŞU İLK AYLARINDA MÜZAKARELER BAŞLAYABİLİR Mİ?

2014’de de Anastasiadis’in muzırlıkları ile gireceğiz.  Zaten  “müzakere arayışlarına” yönelik ön çalışmaların odağını teşkil  eden “ortak açıklama,”  politikanın o kendine özgü   “politika yapmak”  inceliğinden çoktan saptı.  Resmen   “eğer koşullarımı kabul ederseniz masaya oturmayı kabul ederim”  diyen  Anastasiadis’in siyasi kaprisi haline geldi. 
Öyle olması da kaçınılmazdı!   Sen Güney’i AB’nin eşit oya sahip üyesi yaparsan,  BM’lerde tek devlet temsiliyetini sürdürmesine cevaz verirsen…  Anastasiadis elindeki bu kozlarla,  “dama taşı”  gibi  neden oyamasın? Ki bir kez damaya çıktı mıydı rakip taşları  tek “damasıyla”  bloke de eder,  yutar da!   
Nitekim Anastasiadis Kıbrıs’taki siyasi çarpıklık nedeniyle   “damaya”  çıkardığı bu taşıyla oynuyor!  Ve asıl olması gereken büyük oyunun kurallarını bozuyor!  
NEDİR O BÜYÜK OYUNUN KURALLARI?  Bir daha bakalım: 
BİR: Adanın iki halk tarafından paylaşımıdır.  (Oysa son gelinen aşamada  Anastasiadis’li Rum liderliği bu paylaşımı ancak  “tek egemenlik”  şemsiyesi altında kabul ediyor.)
İKİ: Dolayısıyla  tek egemenliğe dayalı Kıbrıs’ta tek kimlik,  tek uluslar arası temsiliyet olur”  diyen Anastasiadis mesela iki kurucu devleti kabul etmeyecek pozisyona düşüyor!  Nitekim: 
ÜÇ: Davutoğlu’nun son ziyaretinde Eroğlu müzakerelerin başlamasına kapı açacak bu  “tek ada egemenliği”  şartını kabul ettiydi.  Fakat  Türk tarafı olarak kendi şartını da koyduydu.  Buna göre iki kurucu devlet Kuzey’de ve Güney’de kendi içlerinde de ayrı ayrı ayrı egemen olacaklardı…” 
DÖRT:  Anastasiadis çözüme gidecek bu kapıyı sıkı sıkıya kapalı tutarken özellikle  “iki kurucu devleti kabul etmemekte direniyor!   Dolayısıyla büyük oyunun kurallarını çiğniyor! 
2013’ü kapatırken son gelişmeler bunlardı.  Dikkatinizi çekmiş olmalıdır:   Artık  Türk tarafı  Kıbrıs’ın dünyada  “tek egemenlik modeli”  ile yerini almasına karşı çıkmıyor.  Ancak  Federal kanatların da kendi içlerinde  “egemen”  olmaları şartını getiriyor…
Kısaca:  Az da olsa bir ilerleme var gibi görünüyor.  Önümüzdeki günlerde artık  bizden biri duruma gelmiş Downer’ın da yeniden devreye girmesiyle,  Anastasiadis’in muzırlıklarına karşın  (zannedersek)   Müzakereler başlayabilir…  Çünkü  tarafların  verebileceği ödünleri bitti!
     **********     

TÜRKİYE İLE OLUŞTURULAMAYAN SAĞLIKLI İLİŞKİLERİN ZARARLARINI ANLAMAMIZ GEREKİR…
Öncelikli sorunumuz nedir?  Siyasi çözüm mü yoksa  ekonomik sorunlarımızı çözmek mi?
1974’den öncelere dayanan  sorudur bu.  O yıllarda da   “önce siyasi sorunu çözelim sonra ekonomik durumumuza bakarız”  da diyorduk,   “önce ekonomik yönden güçlenelim sonra siyasi sorunu çözeriz”  de!  Rum’un sayesinde siyasi sorunu çözemeyeceğimizi anladıkta ise  “hadi kendi işimize bakalım”  dedikti…
FAKAT: Bir daha gördüktü ki  “siyasi sorunu çözmeden ekonomik gelişmeyi sağlamak mümkün değildir…”   Dolayısıyla ikisinin de birbirlerine dolanıp  “kördüğüm” olmalarını önleyemedik! 
Yine de sormak gerekir ama:  “Neden başaramadık?”   Çünkü Türkiye ile anlaşamadık!  Bizi tanıyan tek devlet,  ticaretimizin tek kapısı, adadaki varlığımızın tek güvencesi,  siyasi sorunun çözümünde dayanacağımız tek güç olmasına karşın; Türkiye ile anlaşmak yerine  “dalaşmayı”  tercih ettik!
Bunda UBP’nin de hatası vardı CTP’nin de! Şöyle ki:   UBP:  Ankara’nın desteğine mazhar olmak için buradaki  “Paşaları memnun etmek,  dolayısıyla Türkiye’ye bağlılığını  sandıktaki oylarına tahvil etmek için yıllarca  “Vatan,  Millet,  Atatürk”  dedi!  “Şükran sana anavatan” nutuklarında politika yaptı!  Eh bu kadar açıktan  bağlılık da sonuçta Ankara’nın her istediğini yapması politikasını getirdi!        CTP:  O dönemlerde  UBP için  ezeli ve ebedi muhalefet rolünü oynuyordu!  Bu nedenle   Ankara ile sıkı ve istismarcı ilişkiler içine giren UBP’yi  muhalefet olarak  hezimete uğratmak yollarında mücadele ederken,  otomatik olarak Ankara’yı da  UBP ile birlikte o muhalefetinin içine kattıydı.  Ve yarattığı imaj  “Türkiye karşıtlığı” olduydu!  Ankara’nın o kadar muhalif olmadığını anlaması için,  CTP’nin  yıllar sonra iktidara gelmesi gerekecekti…         ANCAK:    Sloganlar partisi CTP’nin Türkiye ve Türkiyeli karşıtlığına dayalı slogansal tohumları yeşermiş,  partili “gençlerin” kafasında  “Türkiye tarafından istismar edilen,  sömürülen Kuzey Kıbrıs Türk halkı imajı”  çoktan yerli yerine  oturan bir siyasi motif haline gelmişti! 
Bu iki siyasi partimizin Türkiye ile ilişkilerindeki yanlış tutumlarıdır ki  sebep oldukları rahatsızlıkları şimdilerde de taşıyoruz!  Nitekim Üçüncü kezdir iktidara gelen CTP  hâlâ Ankara ile uyumlu çalışma ortamları oluşturamamıştır.  En basit örneği  de  “Yeniden yapılanmayı” hedefleyen ekonomik istikrar protokolünün 2013-15 ayağını uygulamaktaki sıkıntıların devam etmesidir…
OYSA GERÇEK ŞUDUR:  Anlatmadan önce  Türkiye’nin açmazını da bir başka açıdan  vurgulayalım:  AB’ye üye olması gerektiği ile  ekonomik ilişkilerinin en üst seviyede olması gerçeğine karşın,  Erdoğan’lı AKP’nin en çok tartıştığı  AB olmaktadır! O kadar ki zaman zaman  Don Kişotvari meydan okumalara varan tutumlarda!
Demek ki Türk Türk’e benzer!  Bizim de burada ekonomik ilişkiler açısından  tek şansımızken,  Rum’la dalaşmadığımız kadar Türkiye ile dalaşıyoruz!
Velev ki sebebiyeti veren yine Ankara’nın tutumudur diyelim!  Mersin Gümrüğünde KKTC ürünlerine uygulanan ve barikat halini alan mevzuatlardır…   Yahut “1974’den beridir, “sizi biz kurtardık” dediklerinin ödeye ödeye bitiremediğimiz diyetidir…   Türkiye’den yüz liralık ithalat yapmamıza karşın,  bir liralık ihracat bile yapamamaktır…  Anavatan olmasına karşılık  “yavrunun”  üvey evlat muamelesi görmesidir…
EVET AMA KIRK YIL BÖYLE Mİ GEÇMELİYDİ?  İlle de bu kısır döngü,  Kıbrıs Türk ekonomisinin hatta siyasetinin canına okuyan bu süreç kırk yıl hep öyle geldi böyle mi gidecekti?  Onca olaylar, onca yakınmalar,  Annan planına evet demelere karşın hep ayni minval mi sürecekti?  
Öyleyse umudumuzu yitirmeden  umalım:  “İnşallah bu talihsiz ve kadersiz süreci 2014’de kırarız…”      **********    


  YAPILMASI GEREKEN YENİDEN DEVLET YAPILANMASINA GİTMEKTİR
Koalisyon hükümetlerini oluşturan siyasi partiler  seçimler öncesi  “bildirgeleri”  ile “vaatlerini”  değil,  oluşturdukları  “protokolü”  uygularlar…
Bildiğimiz kadarı ile CTP-BG ile DP-UG partileri de bir protokol yaptılar…
Ne var ki  “icraatlar”  aşamasına gelindiğinde her iki siyasi parti de  “kendi görüşleri ile uygulamalarını”  dayatmaya çalışıyorlar… Üstelik bunu yaparlarken  “seçmenlerine” ne kadar kararlı olduklarını göstermek için    kendi içlerindeki tartışmaları    halk katları ile medyaya da servis ederek popülist yaklaşımlar haline getirmektedirler!
“Geçiciler sorunu”  bu nedenle başladı…  CTP-BG pek alâ da biliyordu ki UBP döneminde  “geçici”  olarak işe alınanlar vardır ve bunların durdurulmaları söz konusu olduğunda arbede kopacaktır…  Zaten bilinen de oldu!            Her ne kadar   “sınava tabi tutulsunlar”  formülü üzerinde anlaşmaya varmış olsalar da olay kapanmış sayılmıyor…  Üstelik koalisyon hükümeti ilk yarasını aldı!  Ki önümüzde aşılması gereken daha nice sorunlar vardır…
Mesela dün refikim Hüseyin Ekmekçi,  Köşesinde “Kimi Hangi Göreve Tayin Edeceksiniz” diye soruyor ve ekliyordu:  “Nedir Kamunun ihtiyacı?” Ardından da hemşire ihtiyacından doktor ihtiyacına,  proje uzmanlarından yabancı dil uzmanlarına,  polisten öğretmenlere varıncaya dek uzun bir listeyle o ihtiyaçları  kategorize ediyor  ve şu can alıcı soru ile deşiyordu tüm sorunların anasını babasını: 
“Pekala nere ihtiyaç yoktur?  “Torpile,  popülizme,  eyyama!”
Okudukta  “hah dedimdi!  İşte asıl sorun… Çünkü bugün “geçiciler” etrafında kopartılan gürültü halledilmiş görünse bile yarın benzeri olaylarla bir yerlerden yine fırlayacaktır.  Çünkü bu ülkede  ne partizanlık bitecektir ne torpille popülizm! Hele hele eyyamcılık hep devam edecektir…
Çünkü  bunlar siyasi partilerin “oy potansiyelleridir.”  Hepsini kesip attığınızda  bir teki ayakta duramaz sapır sapır dökülüverirler…      Mesela   seçim propagandalarında  deyin ki,   “ey ahali biz iktidara  gelirsek  sınavsız tek bir kişiyi istihdam etmeyeceğiz.”  “Ey gençler. Bilin ki iş,  aş aslanın ağzındandır.  Biz iktidara gelirsek ancak hak edenler kavuşacaklardır işe aşa!”
Öylesine nutuk  atın!   Sonra bakın bakalım kaç kişi vardır arkanızda? 
KKTC’nin yapısal kusuru da olsa bunlar yaşanan gerçeklerdir.  Yapılması gereken “yapılmaması gerekenleri yapmamak için yeniden devlet yapılanmasına gitmektir…”

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar