Yıllar 1940’lara doğru hızla koşarken, Türk toplumu için “ilkokulu bitirmek” bile aşılması zor bir meşakkatti! Ya fukaralık yokluk vardı önünde, yahut birincisi bitmeden başlayan ikinci cihan savaşı! İnsanları, eğer bir Arab kayığı yaklaşırsa Mağusa rıhtımına, yahut bir İngiliz yük gemisi girerse limana, “iş” fırsatı buldukları gerçeklerde, tutun ki bir iki gün çalışırlar, sonra o üç beş kuruşu da işsizlik günlerinde harcadıktan sonra ekmek zeytine talim ederlerdi.
Zordu küçük çocukların ilkokula devamları. Buna karşın bezden çantaları, yoksa potinleri ayaklarında çarıkları ve kiri pası hiç göstermeyen alacalı önlükleri ile gayret ederlerdi okula gitmeye…
Öylesi bir dönemde bitirdiydi İlk okulu Melek Osman. Babası devrin ünlü terzilerinden Osman efendiydi. İyiydi kazancı ya, ilkokuldan sonra bir kız çocuğunun gidecek bir üst okul yoktu ki Mağusa’da. Kızlar ya “terzi yanına giderlerdi ya “permanatçı” dedikleri “kuafercilerin” yanına.. “Şakirt” derlerdi terzi çıraklarına…
Suzan hanım Mağusa’nın en ünlü kadın terzisiydi. Kocası Fadıl efendi Mahkemede çalışırdı. Üst sınıftı o dönemde bu aile. Ve Mağusa’da en çok şakirti olan terzi “Suzan” hanımdı. Uzun yıllar yanında çalışanlar “ustalık” diploması almayı hak ettiklerinde ailelerin de katıldıkları bir törenle Suzan hanımın hazırladığı “ustalık diplomaları” beş on lira karşılığında mezun olan “şakirte” verilirdi. O diploma camlanır çerçevelenir ve artık kendi terziliğini yapmak için açtığı atölyesinin duvarına asılırdı. Ve Usta terzi olarak da bu kez kendisi yeni şakirtler alırdı yanına..
MELEK OSMAN: Suzan hanımın şakirtlerindi. İlkokulu bitirdikten sonra “terzi yanına gitmiş yetişmiş, diplomasını almış Mağusa surlar içindeki evlerinin bir odasını atölye haline getirmişti… 2. Dünya savaşının sonu olmalıydı. Savaş Kıbrıs’ın insanlarını sarsmış, yokluk tavan yapmıştı. Melek Osman o bunalımlı günlerden sıyrılırken, kimselere kolay bahşedilmeyen saygı ve sevginin ifadesinde büyüyen hitaplarda, bir “hanımefendiydi” artık. Yeşil gözleri, ince endamlı vücudu fakat gülmesi bile hesaplı ve dikkatli ciddi bir hanımefendi!
Bir süre sonra Ali Eyub’la evlendi. Ali Eyub İstanbulda o dönemlerde radyo, mikrofon, elektrikli aletler tamirleri üzerine ihtisasını yapmış doğduğu yer olan Mağusa’ya dönmüş, Martaş’ta kendi dükkânını açmıştı. O yıllarda şimdilerde hepsi de rahmetli olmuş Türk işinsanlarının kumaştan beyaz eşyaya, yemişten radyo tamir atölyelerine kadar hepsinin de dükkânları Maraş’ın girişinde dizi dizi uzanırlardı! Tabi 1958’lerde EOKA Türklere de saldırmaya başladığında Mağusa’ya taşınmışlardı.
TMT GÜNLERİ: Ayni yıl yani 1958’de Mustafa Türkoğlu ile beraber Ali Eyub da TMT’yi Mağusa’da kurmak için gelen binbaşı Şefik Karakurt tarafından yemin ettirilerek ilk kurucuları olurlarken, karısı Melek Eyub da ilk kadın TMT’ci olarak yemin ediyor ve “örgüte” fiilen katılıyordu. TC’den deniz yoluyla gelen silahların akşam karanlıklarında gemilerden boşaltılmasından istihbarata kadar her türlü “gizli” olması gereken tehlikeli görevlere katılarak.. Ne var ki Melek hanım yaşadığı sürece bu konuda ağzından tek kelime çıkmadı! Çünkü o görevleri yaparlarken artık onlar, ayni zamanda Kıbrıs’ın “Türk analarıydılar!” Niçin mücadele ettiklerini bilir, “kutsal görev” derlerdi. Tek amaçları evlatlarına Türk halkının özgür ve egemen olacağı bir vatan bırakmaktı. Bu da söylenmez, anlatılmaz ancak amaca varana kadar yaşanırdı. Zaten bu nedenle “kutsaldı.”
Melek Eyuboğlu’nun iki çocuğu olduydu: “Kutlu Eyuboğlu ve Filiz Erozan”
Onların evliliklerini de gördü, torunlarını da sevdi.. Seksen beş yaşındaydı ve alzheimer olduydu. Allah’ın sevgili kulu olmalıydı. Yatağa bağlı yıllar sürecek ve vizileyecek bir azab çekmedi. Zaten evlatları hep yanındaydı ya.. Onların kollarında sevgilerle sarmalanmışlığında Allah’ın rahmetine kavuşurken çok mutlu olmalıydı. Mağusa’dan bir yürekli ve şefkatlı o denli hisli bir Türk anası da kayıp giderken, arkasında hem göz yaşları bıraktı hem şeref madalyası gibi beraberinde götürdüğü “ne iyi ne güzel ne mükemmel kadındı” deyişlerinde büyüyen insanlığını…
MELEK OSMAN benim neyim mi olurdu. Halamın kızı. Abla derdim. Ben onun kollarında büyüdüm. Benim için “yeğenim” olmasından çok daha ötesi olduydu. Ölene kadar iki arkadaş, iki dert ortağı, çok iyi anlaşan iki insan olduk.
Büyük kadındı. Allah rahmet eylesin..