Size Biraz Babutsa Likörü Döksek? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Poli

Size Biraz Babutsa Likörü Döksek?

Gıda ve Tarım Bakanlığı, 2017 yılında uygulanacak tarım ve hayvancılık teşvik programını açıkladı. Yaklaşık 150 milyon lira değerindeki teşviklerin hangi alanlarda ve hangi kriterlere göre dağıtılacağı belirlendi. Öncelik yine, sektörde en örgütlü kesimler olan arpa ve narenciye üreticileri ile hayvan besleyicilerine oldu. Bu nedenle olsa gerek program hiç eleştirilmedi hatta diğer siyasi partilerden bile dikkate değer bir eleştiri almadı.

Bu program, halen küçük ölçekli ve dışa bağımlı olduğumuz tarım ve süt ürünleri alanında, girişimciliğe, yaratıcılığa ve örgütlenerek verim artışına gitmeye yönelik bir hedef güdüyor mu? Bir ona bakalım.

Kormacit’te Yorgo Kasap Restoranı’nın önündeyiz.  Kapı önünde, satış için eski kamyonetinin arkasına ve yere dizdiği kurutulmuş çeşitli sebze ve meyveler satan sempatik ve her halinden konuşmaya meyilli görünümde yaşlı bir adam var.. Daha çok turistlerin ziyaret ettiği Rum köylerinde rastladığımız türden bir satıcı. Ne alabileceğimi belirlemeye çalışıyorum. Plastik kasalara yerleştirdiği ürünlerinin her birine fiyat etiketleri yerleştirmiş. Gözüme ilişen ilk fiyatlardan şaşırıp kalıyorum, böğrülce 20 lira, fasulye 20 lira.


Fiyat etiketlerini yerleştirirken bir hata yapmış olabileceğini düşünerek “Lefkoşa’da marketlerde böğrülce 3 liraya satılır, sende 20 lira, bir yanlışlık yok ya” diyerek itiraz ediyorum.

Şaşkınlık yaşama sırası ona geçiyor. “Bu adam acaba nerden geldi?” der gibi bir ifade ile “ama bunlar beyaz gözlü böğrülceler” diyerek eliyle birkaç tane alıp fark edeyim diye bana uzatıyor. Marketten aldıklarımızda kabuk içinde beslendiği bölgede siyah bir leke olduğunu hatırlıyorum. Elimdekilerde ise sarımsı bir leke var. Alırsam kandırılacağım ve üstelik evde de başım belaya girecek korkusu ile “beyaz iseler ne fark eder ki?” diyerek adama verdiklerini iade ediyorum. Adam bir kere daha hayret ederek “bunlar yerli böğrülce beyaz gözlü, bunlar da yerli fasulye ama daha annamadın?” diyerek üstüme geliyor. Cahilliğimi gizlemek için bir karambol durumuna ihtiyacım oluyor ve “evet Elye fasulyesi ile Elye böğrülcesi” diyorum.

Adam itiraz ediyor “hayır Ay İrini (Akdeniz) böğrülcesi” diye düzeltiyor. Santraç oyunundaki gibi ikinci hamlede mat olduğum için “bir kilo bundan, bir kilo da ondan” diyerek her ikisini de almak zorunda kalıyorum. Aldıklarımı eşime verirken tıpkı adamın taktiğini uyguluyorum. “Ne.. 20 lira kilosu? Cevabı yetiştiriyorum. “Ama bunların yerli olduklarını annamadın? Pişir da gör o zaman.”

Yaşlı adam, yerli tohum ile üretilen fasulye ve böğrülcelerin çok lezzetli ve daha kısa sürede pişirilebildiklerini anlatıyor. Ancak bu işlerle artık hiç kimsenin ilgilenmediğini, hatta yerel tohum bulmanın bile ciddi bir sorun olduğunu anlatıyor. Eskilere gidiyor ve Luricina domatesini, Değirmenlik hıyarını, Balalan’ın ananas kavununu, Elye fasulyesi ile karpuzunu, Lefke’nin Yafa portakalının belki de dünyanın en iyisi olduğunu ve daha pek çoğunu yeni neslin bilip duymadıklarını sıralıyor. Sebzelerin kendine has kokuları olabileceğinin dahi unutulduğunu anımsatıyor.

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”three” lightbox=”no” source=”media: 219244,219243,219242,219241,219240,219239,219238,219227″][/images_grid]

Mehmetçik Zeka Bey Tohum Merkezi

İki yıl önce Mehmetçik Belediyesi’nin, bir yerli tohum merkezi oluşturacağını ve yöresel tohumları toparlayıp yaygınlaştırarak yöre çiftçilerine hizmet sunacağını açıkladığı zaman, doğrusu genç belediye başkanının bir fantezi peşinde olduğuna inananlar oldukça fazla idi.

Belediyeyi devraldığı zaman, personeli ödeyebilme kapasitesinden yoksun, kasası boş haldeydi. Buna rağmen, Balalanlı Baş Hakim Zeka Bey anısına kurulan merkez işe koyuldu ve kasaba festivalinde bir ilk olarak tohum takası ve fidan satışları gerçekleştirildi. Bu küçük ama önemli adım, Kuzey Kıbrıs’ta geleneksel yerli tohumların izini süren ve onları ekonomiye yeniden kazandırmada önemli bir girişim oldu.

Çünkü yerli tohumlarla ortaya çıkan ürünler, hem toprak ve iklim özelliklerine daha uyumlu, hem de muhtemel zararlılara karşı daha dayanıklı ve üstelik insan ve hayvan sağlığına zararlı olabilecek genetikleri oynanmış tohumlara karşı bir güvenlik aracı olabilirlerdi.

Bir tohum bankası oluşturmayı asli görevleri arasına alması gereken gıda ve tarım bakanlığının, bu konuda bölgesel de olsa bir adım atan Mehmetçik Belediyesi’ne görünür bir destek verip vermediği meçhul.

Oysa yle olmalı ve bu alanda girişimde bulunan her kurum desteklenmeli.

Mesarya’da Bir Çiftlik Evi

Geçenlerde, Lefkoşa Küçük Kaymaklı’da orta boy market işletmecisi bir arkadaşım, yabancı üniversite öğrencilerinin çoğalması ile birlikte peynir satışlarında ciddi düzeyde artış olduğunu anlatıyordu.

Özellikle Türkiyeli öğrencilerin kahvaltı kültürünün bir parçası olan peynire yönelik talepte bir artış olmuş. Bu nedenle gıda ürünleri dağıtıcısı şirketlerin hemen hepsinin bu alana girdiğini ve ciddi bir rekabet yaşandığını anlatıyordu. Ülkemize, çok değişik ülkelerden, değişik markalar altında gelen ve market raflarını süsleyen çok çeşitli peynirler, halen sayıları 80 bin civarında olan yabancı öğrencilerin beğenisine sunuluyormuş. Ancak Türkiyeli öğrenciler, daha çok kendi ülkelerinden tanıdıkları markalara yöneliyorlarmış. Market sahibi arkadaşım bu duruma üzüldüğünü söylüyor. “Bizim de çeşit çeşit peynirlerimiz olsa ve Arap ülkelerine ucuz hellim satacağız diye üstüne para da vereceğimiz yerde bu çocuklara bol, kaliteli ve ucuza peynirler sunabilsek daha iyi olmaz mıydı?” diye soruyor. Bu durumun turizm sektörüne de yarayacağını söylüyor. Ben de ona bunun olabilmesi için tıpkı Hollanda’da olduğu gibi, küçük aile işletmesi çiftliklerin bir araya getirilmeleri ve üretim ve pazarlama kapasitelerini birleştirmeleri gerektiğini söylüyorum. Gıda ve tarım bakanlığı, hayvan yetiştiriciliğine ve süt üretimine harcadığı karşılıksız kaynakların bir kısmını peynir üretiminde işbirliğine, çeşitliliğe, markalaşmaya, tanıtıma ve pazarlamaya ayırsa neden olmasın diye görüş birliğine varıyoruz. Mesarya’da bir çiftlik evine gitmeyi, raflarda dizi dizi duran çeşitli peynirlerden tadıp almayı hayal ederek konuşmamızı sonlandırıyoruz.

Cihangir’in Zeytin Ağaçları

Cihangir’den (Abohor) çoktandır görüşemediğimiz bir arkadaşımla gazetede karşılaşınca, uzun bir sohbete girişiyoruz. Yaşlandığımızdan falan dem vuruyoruz. Ancak onu her zamankinden biraz daha umutsuz ve yorgun görüyorum. Oysa yıllar önce bir grup arkadaşı ile birlikte köyün yönetimine talip olmuşlar, aralarından birisi muhtar, diğerleri de aza seçilerek uzun dönemler köyün yararına olabilecek pek çok iş yapmışlar. “O genç yaşlarımızda neler yapmamıştık o köy için” diye anlatıyor. Oysa şimdi geriye dönüp baktığında hemen hiçbir şeyin kalıcı olmadığını fark etmiş. Geçmişin o dayanışmacı kültürünün yerini bireycilik ve ilgisizlik almış. “Köylünün önüne bir şey koyan da yok” diyor.

Konuyu değişmek için eskiden köylerinde çok miktarda var olan zeytin ağaçlarının ne durumda olduklarını soruyorum. Çoğunun kuraklığa baş edemediğini anlatıyor. “Kuruyanlar var, doğru dürüst verim alamadıklarımız var” diye ekliyor.. Sonra, zeytin ağaçlarını sulamak için açtırdıkları kuyuyu hatırlatıyor. “O kuyuyu bir hükümete, dalgıç ve boruları öteki hükümete aldırmıştık ancak o sistem bile çalışmıyor” diyor. Yörede yaklaşık kaç zeytin ağacı olduğunu soruyorum. “Sanırım 5 bin civarında var” diyor. “Peki” diyorum, “belediyeniz veya hükümet çıkıp ve dese ‘eğer ağaç sahipleri en az 5 yüz ağacı bir araya getirip ortak sulama, ortak budama ve bakım yapmayı kabul ederse, biz onlara şöyle tür bir destek yapacağız. Eğer eş zamanlı hasat yapıp ürünleri en az iki gün içinde değirmene verip yağ çıkarırlarsa, ambalaj şişe parasının şu kadarını biz vereceğiz. Elde edilen yağın asitlik yüzdesini ve gıda değerini ortaya çıkarmak için Avrupa’da saygın bir laboratuarda testler yapılıp iyi bir değer yakalanabilirse, yağınıza marka değeri kazandırılması ve dış satım yapılabilmesi için şöyle bir destek yapılacak’ dense bunu başarmak mümkün mü?” diye soruyorum.

Arkadaşım bir süre tereddüt geçiriyor. “Ama bunun için birilerinin öncülük etmesi lazım eğer bu olmazsa, hiçbir riski olmayan arpa ekimi daha cazip oluyor” diyor.

Biz bu konuşmayı yaparken, ajanstan gazeteye gıda ve tarım bakanlığının tarımda uygulayacağı teşvik programının ayrıntıları geliyor. Arkadaşıma “hade gözünüz aydın hükümet zeytin bahçeleri için dönüm başına 120 lira destek veriyor” diyorum. Umursuzca kolunu sallıyor “bizim zeytinler tarlalarda dizi dizi sıralı değiller ki.

Bazı yerlerde bir dönüm içinde üç ağaç var bazı yerlerde beş ağaç.

Nasıl olacak ki bu iş?” diye soruyor. Teşvik programına, belki daha farklı bir şeyler bulurum umuduyla daha ayrıntılı bakıyorum. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Bizim az evvel zeytin için konuştuklarımızdan çoğu şeyi, bakanlık narenciye alanında uygulamaya koymuş bile. Program şöyle diyor:

“Konvansiyonel narenciye ekim alanlarına yönelik olarak üreticilere,

1-5 dönüm arası için 200 TL, 5 dönüm ve üzeri olanlar için de dönüm başına 250 TL ödeme gerçekleştirilecek.

Ayrıca bu yıl ilk kez kümelenmeyi ve birlikte hareket etmeyi özendirmek amacıyla narenciye alanlarında üretim faaliyetlerinin birleştirilmesi ve en az 100 Dönüm alanda üretim faaliyetlerinde birlikte hareket edecek üreticilere (Sulama, budama, gübreleme, toprak işleme v.b) ilave %10 ek destek verilecek.

Üretim faaliyetlerinin koop olarak birleştirilmesi ve en az 150 Dönüm alan için kooperatifleşen üreticilere (Sulama, budama, gübreleme, toprak işleme v.b) ilave % 20 ek destek sağlanacak.

Ayrıca gençleştirme budamasının yüzde 100 uygulanması halinde ağaç başına 22 TL, yüzde 50 uygulamalarda ağaç başına 17 TL, aralara yeni dikim yapılması halinde de ağaç başına 27 TL destek verilecek.”

Hibe programının bu bölümünü, konuyu uzatmamak ve belki de küfür işitmemek için arkadaşıma aktarmıyorum. O’nu uğurlayarak gönderiyorum.

Ancak aklıma çeşitli sorular geliyor. Bu ülkede narenciye üretiminin ekonomimizde önemli bir stratejik değeri mi var? Ülkemizde gerçek işi narenciye üretimi olan kaç kişi var? Yıllara göre biz narenciye üretimi ve dış satımı için ne kadar subvansiyon uygulamışız ve ne kadar ithalat gelirimiz olmuş?  Bize yönelen ve karşılayamadığımız bir dış talep mi var ki halen yeni dikim alanlarına ve gençleştirmeye finansal destek sağlıyoruz?  Sorular uzayıp gidiyor. Aklıma yıllar önce Cypruvex’te yöneticilik yapmış ekonomist Ünal Akifler’in anlattıkları geliyor. Biz yıllar önce, İngiltere’ye teneke kutular içinde portakal suyu ihraç ediyormuşuz. Londra’da bir ilkokulda topluca bir zehirlenme olayı olmuş ve çocukların hepsi hastanelik olmuş. Ortaya çıkmış ki; çocuklar o gün okulda içtikleri bizim portakal sularından zehirlenmişler. Yapılan kimyasal analizlerde portakal suyunda rastlanan yüksek orandaki asit, ambalaj malzemesi ile reaksiyona girerek oksitlenme oluşmuş. Ünal hoca “o işin tazminatından kurtulmak için yapmadığımız kalmadı” diye anlatıyor. O günden beridir halen, bizim portakal suyu konsantremizden meyve suyu üretenler genellikle İsrail’den aldıkları konsantreyi harmanlayarak çalışmak zorunda kalıyorlar. Meyve suyunun tad ve gıda kalitesi dengesi böyle tutturuluyormuş. Çünkü bizim topraklarda yetişen narenciyenin asiditesi toprak özelliklerinden dolayı olması gereken limitlerin üstündeymiş.

Doğası gereği bitki çeşitliliğine uygun olmayan Mesarya’nın nerede ise tek ürünü olan zeytinin neden portakal kadar değer bulmadığını bir türlü anlayamıyorum.

Son olarak yakın geçmişte Avrupa Birliği kaynakları ile gerçekleşen tarım girişimlerine göz atıyorum. Organik tarım üretimi ve çiçek yetiştiriciliği konusunda ciddi ilerlemeler olmuş. Dünya’da en uygun coğrafyaya sahip olduğumuz nar, babutsa ve ayrelli yetiştiriciliği konusunda ise narcılık hariç arzulanan noktaya gelememişiz. Narcılık alanında, Kuzey Kıbrıs tarımı için örnek sayılabilecek bir örgütlenme ve başarı elde ederken maalesef babutsa ve ayrelli yetiştiriciliğinde arzulanan hedeflere ulaşamamışız. Buna rağmen Avrupa Birliği desteği ile kurulan ve Kuzey Kıbrıs ürünlerinin pazarlanmasını hedefleyen Cyprus Producers isimli internet sitesinde üreticilerimizin incir, nar, havuç, harup ve babutsa likörü imal edip satışa hazır olduklarını, hatta zeytin yağı kremi imal ettikleri ve iç ve dış satıma hazır oldukları yazıyor.

Şimdi tekrar soruyorum: Gıda ve tarım bakanlığının tarım ve hayvancılık alanlarında uyguladığı teşvik programı girişimciliğe, verimliliğe ve küçük üreticilerin güçlerini birleştirerek daha güçlü olmalarına yeteri kadar hizmet ediyor mu?

Öntaç Düzgün | Poli | 2017

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar