Satır Satır Lefkoşa - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Poli

Satır Satır Lefkoşa

Liseye giderdin,

O lisenin sınıfları, koridorları, bahçeleri, hocaları, kantinleri.


Geçmek bilmezdi yıllar.

Sıkılarak giderdin yılsonu müsamereleri ile milli törenlere.

“Ah bir bitse” derdin sanki ne olacaksaydı!

Bitmeyecek sandığın yıllar geçer üst üste geriye hüzünle bakar ararsın o yılları…


Lefkoşa’da yürürken:

Arabayı Arabahmet mahallesinde park edip Zahra Sokaktan yürümeye başladım.

Bu sokak eskiden Cirit Sahası diye bilinen Taksim Sahasına bakar.

Ucu Yiğitler Burcudur.

Burada memleket tel örgülerle bölünür her karesinde sıfır derece sevgisizlik…

Tanzimat Sokağından Derviş Paşa Sokağına geçtim ki sağlı sollu evler hatıraları gizlemekte.

Bir Lefkoşa yürüyüşüydü nihayetinde hatıraları sokaklarda toplayarak…

Bir zamanların ünlü Victoria Sokağı sakindi hava az soğuk, yağmur ha yağdı ha yağacak.

Aklımda Mete Hatay’ın yazısı.

Bir alıntı yapmıştı şöyle:

“Yaşadıkları kültürü öğrenmek istemeyen veya saygı göstermeyenler, oralarda hep bir ‘yabancı’ olarak kalmaya mahkûmdurlar!”

Victoria Sokağı Karamanzade mahallesine sınırdır ki oradan birçok sokağa dalmak mümkün.

Karamanzade mahallesi de Baf Sokağına sınır düşer.

Ünlü Beliğ Paşa Sokak bu mahallenin içindedir…

Yağmur çiselemeye başlamıştı,

Evler yorgun,

Ağaçlar yalnız,

Kapılar ağlamaklı,

İster istemez bir hüzün basar insanı.

Lakin aklımda Mete’nin sözleri.

Gerçekten durum bu muydu?

Bir başka kültür içinde yabancı kalmaya mahkum insanlar hallerinden memnun olabilirler miydi?

Gittikleri yerlerin kültürü ile bütünleşecekleri yerde,

Gittikleri yerleri kendilerine mi benzetmek istiyorlardı?

Böyle bir durum nasıl olabilirdi?

Beliği Paşa Sokak Sarayönü’nün arkalarına kadar uzanan Girne Caddesi’ne bağlanır ki bir yarısı İplik Pazarı mahallesinin içinden geçer.

Bir sokaktan bir sokağa,

Bir mahalleden bir mahalleye

Bir sevdadan bir sevdaya bağlanır gibi yollar,

Etrafından ahşap kapılı, kerpiç duvarlı, duvarlarında yuf delikli evler.

Ki bir zamanlar “yabancı” değillerdi, herkes birbirinin tanıdığı,

Her evin kapısı penceresi açık,

Gelip geçen seyyar satıcılar tanıdık,

Bakkal tanıdık,

Kasap tanıdık.

Tenha sokaklarda gündüz ve gece güvercinler içinde bir hayat.

Nasıl paramparça olur dağılır yok olur anılar bile toplanamaz hayret…

Beliğpaşa’dan Yediler Sokağına dalıp Baf Sokağında ilerledim.

Bir yanım sınır, bir yanım her neyse.

Baf Sokağı da Kadınlar Pazarı Sokağına bağlanır ve aynı yerden Arasta’ya.

1870’li yıllarda buralara gelen Avusturyalı Arşidük Salvator bu sokaklarda gezinmiş notlar almıştı.

Aynı zamanda ressam olan gezgin, Lefkoşa’nın içinden bazı bölgelerin resimlerini de yapmıştı.

O dönemler henüz İngiliz İdaresi adada yeni bulunuyordu ve imar çalışmalarına başlamamıştı.

Tren gelmemiş, bisikletler yolları süslememişti.

Kim bilir o atlı arabaların arasında Lefkoşa’yı yürümek ne güzeldi ve bir sokak çeşmesinden avuç dolusu su içmek ne demekti…

Arasta’nın canlılığı da aklıma takılan sözleri söküp atamamıştı.

O sözler doğruysa,

Ve “yabancı” kalacaksan,

“Buralı” demek zor kendine…

 

Böyle havalarda Lefkoşa:

Bu havalarda Lefkoşa Lefkoşa olur böyle severim bu kenti.

Yapraklar ıslak, sokaklar ıslak, panjurlar, kapılar ve avlular ıslak.

Böyle havalarda severim bu şehri yarin kirpikleri ıslak…

Islak ıslak severim bu şehri sanki surları ağlamaklı bilemem öyle gelir…

Bu havalarda Lefkoşa Lefkoşa olur eskiden olduğu gibi tenhalaşır her yer.

Tenhalarda severim bu şehri yalnız başına Katherina Kilisesi ve yalnız başına Kuru Çeşme bir şeyler anlatır bıkıp usanmadan…

Bu şehrin ıslak sokaklarında yürümeyi severim sarı taşlarını tutmayı ve bir köşkün altında duraklamayı tütünüm zehir zıkkım duman duman.

Böyle havalarda ıslak bir şeyler anlatır bu şehir bitmek bilmeyen bir hikayedir ki hüsranla dolu.

Tabyalarından Victoria Sokağına yürümeyi, oradan Kadınlar Pazarına uzanmayı severim, Ayasofya karşılayınca insanı kucaklamak isterim bu şehri…

Bu havalarda Lefkoşa Lefkoşa olur ki şeher dedikleri.

Telaşsız kapanır kapıları telaşsız açılır panjurları,

Telaşsız ve umursuz sevişir güvercinler kıskanasın gelir.

Hangi sokağından baksan Beşparmaklar karşıda bir yol alıp uçasın gelir…

Böyle yağmur yağınca ince ince ve bulutlar hafiften kar serpiştirir ellerin buz kesmiş rüzgar adamakıllı soğuk.

Sanki “düşler sokağı”nda yürüyorsun o pencereler gözlerindir, o kapılar ellerin ayakların…

Karlı havalarda severim bu şehri beyazla süslenmiş çam ağaçları.

Beyaza gömülmek gelir insanın içinden hiç açmasın güneş…

Sokaklar ıslak, damlar kiremitler ıslak,

Bodamyalı Sokaktan Fuzuli Sokağa oradan Atilla Sokağa böyle havalarda yürümek bir başka.

Anıları toplarsınız her adımda ta Zafer Sinemasına kadar bazen tekmil bir hüzün düşer içinize gördükçe ayaklarının dibine çöken o evleri.

Bazen Elvis Presley’in bazen Zeki Müren’in sesi duyulur sanki o ahşap radyolardan dalıp gidersiniz ne bileyim işte öyle.

Sanki ben o çocukmuşum da bisikletle cirit atmaktayım kıvrım kıvrım o sokaklarda…

Bazen deli eder sizi gördüğünüz manzaralar ama bu konulara girmeyelim…

Böyle havalarda Lefkoşa bir başka.

Sanki her kapı açılacakmış gibi de biri içeriye buyur edecekmiş gibi gelir insana.

O kadar telaşsız, o kadar cömert.

Sonra bir an irkilir mırıldanır durursunuz benim gibi:

-Kendine gel Ahmet Okan hangi tarihteyiz ne alaka…

Şimdi ara dur:

Nihayetinde doğup büyüdüğün evdir.

Her gün girip çıktığın o ahşap kapıyı umursamazdın aradan yıllar geçer arar durursun sonra çaresiz.

O kapıdan hangi yıl çekip gitmiştin ve o sokaklara bir daha gelmemiştin hatırla?

Böylesin…

Bir zamanlar Mücahitler Bandosu Haydarpaşa’daki Kışla’dan çıkar İdadi Sokağını takip ederek arka sokaklardan Girne Caddesine çıkardı.

Orada bulunan Küçük Medrese çeşmesi çok bir şey ifade etmezdi kimseye.

Yıllar geçer, çeşmesi kırılır, suyu akmaz, bir anlam veremezsin önce.

Ki o çeşmenin yanından geçerken avuçlarını altına açasın gelir…

Öylesin…

Sarayönü’n den geçerken Osman Gezer bir tarafta,

Çoronik bir tarafta,

Aylakçı ve karanfilli bir tarafta,

Muhallebicilerle boyacı Rauf Dayı bir tarafta dururlardı.

İşin olmazsa yüzlerine bile bakmazdın…

Sonra dökülür duvarlar olduğu yere yıkılır anılar, anılara bakarken çaresizsin.

Yüreğin sızlar.

O Lefkoşa’yı Lefkoşa yapanlar çekip gider hayattan.

Kaybedince anlarsın bu şehri…

Böylesin…

Liseye giderdin,

O lisenin sınıfları, koridorları, bahçeleri, hocaları, kantinleri.

Geçmek bilmezdi yıllar.

Sıkılarak giderdin yılsonu müsamereleri ile milli törenlere.

“Ah bir bitse” derdin sanki ne olacaksaydı!

Bitmeyecek sandığın yıllar geçer üst üste geriye hüzünle bakar ararsın o yılları…

Paçana yağ bulaştığında bisikletten iner bir telaşa kapılırdın sanki.

Sanki bisikletle dolaşmak arabalıların yanında sınıf farkıymış gibi gelirdi sana canın sıkılırdı ne halse.

Al işte, üç araba var kapında.

Ara dur o bisikletli yılları…

Ne garip şeysin kardeşim!

Zamanın yavaşlığından yakınırdın dediğimiz gibi geçmek bilmezdi günler, haftalar, seneler.

Şimdi yavaşlatmaya çalışıyorsun köyünü kasabanı üstelik bilmem ne projeleri de devrede.

Halbuki öyleydin bir düşün.

Tekmil yavaş akardı zaman sündürmelerde geçmezdi saatler.

İslim üstünde ta pişsin mercimek.

Ne garip şeysin.

Şimdi çabala dur durdurmaya çalış dünyayı…

Böylesin…

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar