Zindan Koşulları - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
Köşe YazarlarıManşet

Zindan Koşulları

Bekir AzgınBekir Azgın

1591-1595 yılları arasında İstanbul’da yaşayan ve iyi bir gözlemci olan Bohemyalı Baron Wratislaw, “Anılar” adlı kitabında, İstanbul’daki hapislik günlerini detaylı bir şekilde anlatır. Elçinin casusluk yaptığı ortaya çıkınca maiyetindeki personelin tümü hapse atıldı.

XXXXX


<<Zindanın üçüncü bölümü, tutsaklardan hasta olanların yatmasına ayrılmış bulunan hastane idi. Buradan, yaşlılık nedeniyle artık çalışamayacak hale gelen tutsaklar da yararlanırdı. Böyleleri bütün vakitlerini burada istirahat etmekle geçirirler, bunlara ekmekten başka sıcak çorba ve yemekler de verilirdi. …Buraya getirilen herhangi bir hasta bu süre içinde istirahate kavuşmuş olur, ama iyi olup tekrar eski işliğine dönünce, çalışmadığı zaman içinde yapamadığı işleri telâfi etmek için daha çok çalışmak zorunda kalırdı.

<<Ölenler gömülmek üzere kendi dindaşlarına verilir, ya da denize atılırdı.>>   (s. 115)

<<Şimdi de sopa ile dövüleceğimizi tahmin ediyorduk. Tanrı’ya şükür bu korkumuz gerçekleşmedi. Bu sırada getirilen bir Çingene demirci yerde oturanlardan birinin ayaklarına bir pranga, buna da bir zincir geçirdikten sonra bir örs üzerinde bunları perçinledi, zincirin öteki ucunu da, ilk arkadaşımızın seçtiği ve istediği birinin ayağındaki prangaya geçirerek perçinledi.

<<Bizleri böyle çifter çifter zincire vuracaklarını anlayınca herkes kendine bir eş edinmeye başladı. Böylece çifter çifter zincirlenen zavallı arkadaşlar hemen adi tutsaklara ayrılan bölüme götürüldüler.

<<Sıra hastalıktan ve yorgunluktan yerde yığılıp kalmış olan bana ve gerek sağlık durumu gerek boy pos bakımından benim gibi küçük yapılı bir adam olan eczacıya gelmişti. Her ikimizin de kımıldayamayacak kadar hasta olduğumuzu, bu yüzden zincir taşıyacak güçte olmadığımızı yalvararak anlatmaya çalıştımsa da dinletemedim. Öteki arkadaşlar gibi prangaya vurulduk. Bundan sonra sıra zindana gitmeye geldi. Güçlükle yerimden kalktım, ama kalkar kalkmaz sırt üstü düştüm, tekrar kalkmak için çabaladım! Çabam boşa gidiyordu, bunu gören zindancılardan biri, bizi kalkıp yürümeye zorlamak için elindeki sopa ile her ikimize vurmaya yeltenince, Paşa bizim gerçekten hasta olduğumuzu, yalancıktan hasta gibi davranmadığımızı anlayınca gardiyanlardan birine zincirleri taşımasını ve iki kişinin de bize yardım ederek bizi zindana götürmelerini emretti. Böylece, tutuklu kalacağımız yere gardiyanların yardımıyla girmiş olduk. Kapıdan girer girmez tekrar yere yığıldım, çünkü daha fazla yürümeye, yürütülmeye gücüm kalmamıştı. İşte ilk yığıldığım bu yer, zindanda kaldığımız sürece benim inim oldu.

<<Bizim buraya tıkıldığımız sırada, zindanda birkaç tutsaktan başka kimse yoktu. Çünkü buranın asıl konukları, savaş gemilerinde yani kadırgalarda kürek çekmek üzere götürülmüşlerdi. Bununla beraber, bunların dönmeleri akşama sabaha beklenmekteydi.

<<Buradan kadırgalara gönderilen yüzlerce tutsak, arkalarında pis giysi parçaları, paçavralar, kullanmak değil, el bile değdirilmesi caiz olmayan birtakım nesneler bırakmışlardı ki, biz bunları toplayarak başımızın altına yastık yaptık.

<<Şu gerçeği belirtmek isterim ki, ömründe böyle bir zindan görmemiş ve böyle bir yerde az ya da çok konuklamak zorunda kalmamış bir kimseyi burasının ne korkunç ve ne iğrenç bir yer olduğuna inandırmak güçtür. Zindanın mide bulandırıcı pisliğinden söz ettikten sonra bitlerin, pirelerin ve tahtakurularının bolluğundan söz etmek gerekir mi? Herkesin az çok bildiği bu iğrenç hayvancıklardan başka bir tür kara böcekler vardı ki bunların ısırdıkları yerden hemen kan sızıyordu, küçük çocuklarda görülen kızamık lekeleri gibi bu ısırılan yerler kızarıp şişmekteydi.

<<İşte bu mendebur böceklerin öyle saldırılarıyla karşılaştık ki, değil yalnız yüzümüz, vücudumuzda bile ısırılmadık nokta kalmadı diye yazarsam bana inanmamazlık etmeyin.

<<Bizim gibi, oldukça iyi koşullar altında büyümüş, yetişmiş, sıkıntılı yerlerde oturmaya alışmamış insanların içine düştükleri yaşayışa alışmaları çok zordu. Yukarıda sözünü ettiğim iğrenç hayvancıkların saldırılarından kurtulmak için üstümüzdeki çamaşırları çıkararak çırılçıplak dolaşıyor, bu kez de sineklerin hücumuna uğruyorduk. Bir süre sonra derilerimiz ısırılmaya o denli alışmıştı ki, artık pire, bit ve tahtakurusunun kanımızı emmelerini duymaz olmuştuk. Ancak alışılması olanak dışı olan bir şey vardı: O da başka böceklerin ısırmaları.

<<Zindanda buğulaşma, koku ve sıcak insan duygularını köreltecek ağırlıkta idi. Bütün bunların üstüne, tutulduğum kanlı basur hastalığı beni ölümün ta eşiğine getirmiş bulunuyor, beni yattığım yerde bir çeyrek saat bile oturtmuyordu. >> (ss. 116-117)

Burun ve kulak kesme cezası

<<Κâhya gittikten sonra başka kimseler geldi, gizli bilgi verir gibi ve yeminler ederek, gerçekten burun ve kulaklarımızın kesilmesine karar verilmiş olduğunu söylediler.   

<<Nihayet Gardiyan Paşa geldi, yanında iki de berber vardı. Bizleri dışarı çıkarttı, verilen ilk emir hepimizin yere oturması idi. Artık kuşkuya yer kalmamıştı. >> (s.123)

<<Betimizde benzimizde kan kalmamış, hepimizin yüzü kâğıt gibi bembeyaz kesilmişti. Bizim bu halimizi gören ve geçirdiğimiz korkuyu anlayan berberler ise kahkahalarla gülüyorlardı. Onların bu alaylı gülüşleri ise bizim gönlümüzü bulandırıyor, midemize kramplar giriyordu.

<<Ama hayret, berberler kulak ve burunlarımızı değil, saç ve sakallarımızı kesip kazımaya başladılar. Gerçekten birçoğumuzun buna ihtiyacı vardı. Kimimizin saçları sakalları aşırı derecede uzamış bulunuyordu.

<<Bu iki berberin usturaları çevremizdeki kahkahalar arasında işleyerek kafalarımızı bir güzel kazıdılar. Bu iş bittikten sonra zindana dönme emrini aldık.

<<İşte bu korkuyu böylece atlattıktan ve darmadağın olan aklımız başımıza geldikten sonra birbirimize bakmaya başladık. Buzağı kelleleri gibi cascavlak olmuş kafaları birbirimize göstererek bir hayli gülüştük. Bu tıraştan sonra birbirimizi tanımakta güçlük çektiğimizi de belirtmek isterim. Anlaşılan bizi böyle kelleştirmek, boşu boşuna büyük korkular geçirmekle düşmanlarımız kendi kendilerini tatmin etmişlerdi.

<<Sonra, sözlerine inanılan Türklerden işittiğimize göre, Sadrazam, gerçekten burun ve kulaklarımızın kesilerek bizim bu halde ülkelerimize gönderilmemizi emretmiş ise de bunu haber alan Şeyhülislam, Sadrazam’ın bu emrine itiraz etmiş, bir elçinin maiyeti olmaktan başka hiçbir suçları olmayan ve savaş alanlarında kılıç çekmemiş bizlere, bu biçimde işkence uygulamanın en büyük günahlardan biri olacağını sert bir dil ya da kalemle bildirmişti.

<<Sadrazam, Şeyhülislam’ın bu sert direnmesi karşısında, bizden istediği gibi öç alamayınca, saç ve sakallarımızın tıraş edildikten sonra donanma gemilerinde küreğe vurulmamızı emretmişti.

<<Gerçekten tıraş olayının ertesi günü bizi, Ahmet Reis adında, İtalyan doğumlu, sonradan Müslüman olmuş bir kaptanın komutasındaki büyük bir kadırgaya verdiler.>> (ss.124-125)

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar