Yılbaşını hapishanede geçirecek dostlara… - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 20, 2024
Poli

Yılbaşını hapishanede geçirecek dostlara…

Öntaç Düzgün
Öntaç Düzgün

Yılbaşı önceleri ayni zamanda muhasebe ve mukayese yapılan günlerdir de. Geride kalan yıl ne get irdi ne götürdü diye herkesin, her kurumun, devletlerin hatta dünyanın genel gidişatı gözden geçirilir, raporlar oluşturulur, neden öyle oldu, neler yapılmalı neler yapılmamalı diye notlar çıkarılır. Sonuçta yılbaşı gecesi yeni yıl için dilekler tutulur ve her şeyin daha güzel olması dilenir.

Bir yılbaşı gecesini daha mahkum olmadıkları halde bir buçuk yıldan beridir tutuklu olan ve yılbaşını hapishanede geçirecek olan Türkiyeli gazeteci ve yazar dostlarımızın durumu beni oldukça etkiliyor. Çoğu, daha ne ile suçlandıklarını bilemeden veya savunma yapma fırsatı bulamadan ikinci yılbaşlarını da hapiste geçirecekler.


Basın özgürlüğü bakımından Türkiye’nin durumu birkaç yıldan beridir kötüleşiyor. Bu durum uluslar arası meslek kuruluşları tarafından endişe ile izleniyor.

Fransa merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü geçtiğimiz hafta 2017 raporunda ölen ve hapis cezası alan medya çalışanlarına ilişkin verileri güncelledi. Buna göre Türkiye cezaevindeki profesyonel gazeteci sayısında ‘dünyanın en büyük hapishanesi’ konumunu sürdürüyor.

Gazeteciliğin dünyadaki durumu hakkında bilgi veren raporun Türkiye kısmında şöyle deniyor: “Olağanüstü hal döneminde adil yargılanma hakkı artık yok, keyfi tutuklama kararları da herkesi etkiliyor. Hükümeti eleştirmek, ‘şüpheli’ bir medya kurumunda çalışmak, hassas bir kaynak ile irtibat kurmak hatta şifreli mesajlaşma uygulamasını kullanmak ‘terörizm’ suçundan hapse atmaya yetiyor.”  

Tutuklu gazetecilerin çoğunluğunun henüz hüküm giymediğine dikkat çekilen raporda, “Tedbiren tutuklama, ki bu istisnai bir önlemdir, sistematik ve sürekli hale geldi. Bazı gazeteciler duruşma öncesi 18 ay boyunca demir parmaklıklar ardında bekletiliyorlar.”

 

Rapora göre Türkiye; Çin, Vietnam, İran ve Suriye ile birlikte gazetecilik mesleği açısından dünyanın en güvensiz ülkeleri arasında yer alıyor. Rapora göre, “mevcut durumda dünya genelinde 300’den fazla gazeteci tutuklu. Bunların yarısı Türkiye, Çin, Vietnam, İran ve Suriye’de tutuklu bulunuyor”. Raporda Türkiye’de 43 gazetecinin tutuklu olduğu belirtiliyor. Ancak bu sayının sadece gazetecilik yaptıkları için tutuklanan kişiler olduğu belirtilirken, diğer tutukluluklarla ilgili durumların da incelenmesinin sürdüğü belirtiliyor.

 

Tutuklu bulunan gazeteciler arasında tanıdığımız ve dostluk kurduğumuz gazeteciler de var. Bunlardan Gazeteci-yazar Prof. Mehmet Altan, Gazeteci- yazar Ahmet Altan Ve Gazeteci Nazlı Ilıcak darbe akşamından bir gün önceki bir televizyon programında söylediklerinden dolayı 15 aydan beridir tutuklular. “Bu gidişle askeri darbe olabilir” dedikleri için Haklarında “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışmak”, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmak” ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya çalışmak” suçlamalarıyla üçer kez ağırlaştırılmış müebbet ve “Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçlamasıyla da 15 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Onlar için açıkça siyasallaşmış İslamcı bir örgüt konumunda olan Fethullah Gülen Hareketi’nin organize ettiği vahşi askeri darbe girişimine destek verme suçlaması yapılıyor ve 15 aydan beridir savunma yapabilecekleri yargılamanın başlamasını bekliyorlar.

Savcının iddianameyi okuduğu ilk duruşmada suçlamaların dayanaktan ve somut kanıttan yoksun olduğunu ileri süren Prof. Mehmet Altan, Türkiye’deki mevcut durumu anlatabilmek için Jean-Jacques Rousseau’nun 1763 yılında yazdığı ‘‘Toplum Sözleşmesi’’ isimli eserine atıfta bulunmak zorunda kalıyor ve bir alıntı okuyor;

Dağılma, önce hükümetin yasalara göre yönetmemeye başlaması ve devlet gücünü zorla ele geçirmesi ile olur. O zaman önemli bir değişiklik meydana gelir. Hükümet değil devletin kendisi sıkışıp daralır. Yani büyük devlet eriyip gider ve onun içinde yalnız hükümet üyelerinin kurduğu bir başka devlet ortaya çıkar demek istiyorum. Bu da halkın geri kalanı için efendiden, zorbadan başka bir şey değildir”. (T.İş Bankası Yayınları say.83)”

Prof. Altan yorum yaparak şöyle devam ediyor; “Rousseau 254 yıl önce yazdıklarını bugün televizyonda söylese hiç kuşkusuz ‘‘darbeyi biliyordu, subliminal mesajları veriyor, darbeye zemin hazırlıyor’’ yakıştırması ile gözaltına alınırdı. Ardından 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talebiyle Silivri zindanlarına atılırdı….”

… bu gün görüyorum ki, “hoşlanılmayan demokratlar”, “eleştiri yapan özgürlükçüler”, “askeri vesayete herkesten çok karşı çıkanlar”, “ 28 Şubat gibi post modern darbelere herkesten fazla karşı çıkanlar” zorla susturuluyor…Önce gözaltı, sonra tutukluluk. Ardından da ‘acaba bir şey bulabilir miyiz’ arayışı ve çabasına girme saçmalığı.”

Yıllarca Siyasal İslam’a ve askeri vesayetlere karşı ağır eleştiriler getiren ve bu konuda pek çok makale ve kitapları olan Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerin “teokratik bir düzen getirmeyi amaçlayan askeri bir darbeye zemin hazırlamak için propaganda yapma” suçlamasıyla karşı karşıya kalmaları, tutuklamaların dayanaklarını inandırıcı olmaktan çıkarıyor. Yargının bir an önce gerçekleşmemesi ise tutuklananların peşinen cezalandırılmaları anlamına geliyor. 15 ayı bulan ve ne kadar süreceği halen belli olmayan yargılama süreci bunun böyle olduğunu işaret ediyor.

Kültürel İslam’a karşı siyasal İslam

Türkiye’de olduğu gibi Dünya’da da İslam’ın siyasallaşması ve radikalleşmesi yeni bir vizyon değil. Bu süreçte Amerika Birleşik Devletleri (ABD) nin sanılandan da öte büyük bir rolü olmuş. Siyasal İslam, ABD’nin en büyük düşman saydığı ve 1990 yılında yıkılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ne karşı yürüttüğü soğuk savaş stratejileri kapsamında, koruyup güçlendirdiği ve Sovyetlere komşu ülkelerde kollayıp beslediği bir sistem. Her ülkede ayrı bir örgütlenme ile yaşama geçirilen bu strateji ile Sovyetleri, dindar muhafazakar ve anti-komünist yeşil bir kuşakla çevrelemek ve genişleme kapasitesini kendi alanı içine hapsetmek istenmiş. Türkiye’de bu süreçten nasibini almış ve 1980 yılında Amerikancı askeri bir darbe ile işbaşına gelen cunta yönetiminin çeşitli illegal örgütlenmelere ek  en yaygın olarak yaptığı iş, dindarlığın popüler bir kültüre dönüşmesi için Türkiye tarihinde olmadık kadar imam hatip liseleri açmak olmuş. Dindar, milliyetçi ve muhafazakar bir toplum için itirazı olabilecek her kesim zor kullanılarak bir süreliğine de olsa sosyal ve siyasal yaşamdan dışlanmış.

Günümüzde tanınmış 199 ülke arasında Müslümanların çoğunlukta olduğu 56 ülkenin 27’sinde İslami değerler anayasal prensipler haline getirilmiş. Diğer bir deyişle bu ülkelerde şeriat uygulaması var. Ancak bu ülkelerden Türkiye hariç hiçbirinde çok partili demokratik bir sistem yok ve askeri, dini ya da ailesel zümreler tarafından yönetiliyorlar. Türkiye’de ise,15 yıla yaklaşan ‘İslamcı parti’ iktidarı uygulamaları ile kültürel bir inanç sistemi olması gereken İslam’ın siyasal bir manifestoya dönüştürülmeye, dahası devletleştirilmeye çalışıldığı görülüyor. Siyasi iktidara irtibatlandırılan, uygulamaları ve fetvaları ile giderek radikalleşen “Diyanet İşleri Başkanlığı”  120 bin kişilik kadrosu ve 2017 yılında 6.8 milyar TL’lik bütçesi ile devlet içinde devlet konumuna getirilmiş. Bu süreç kaçınılmaz olarak KKTC’nin sosyal ve kültürel yaşamına da etki ediyor. Bu sürecin dışında olan yurttaşlar gelişmeleri endişe ile izliyor.

2018’in ailelerimize, topluma ve dünyaya huzur mutluluk ve zenginleşme getirmesi dileklerimle..

 

 

 

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar