Rum tarafı Kıbrıs sorununu günlük sorunları içinde götürmektedir. Bizim gibi “sosyoekonomik sorunlarla siyasi sorunu” ayrı gayrı değil, bir bütün olarak mütelâa etmektedir.
Örneğin Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarıyla çalışmalarını sadece ekonomik değerler kapsamında değil, “uluslar arası siyasi ilişkiler” düzeyinde sürdürmektedir. Şöyle ki son dönemlerde ABD’i de “araştırma şirketleriyle” devreye sokarak bölgedeki İsrail, Mısır, Güney Rum Yönetimden oluşan üçlü ittifakını “dörtlü” yapmak için girişimlerde bulunmaktadır..
TABİ Anastasiadis’li Güney için “tek frekanslı” bir politika değil, türlü çeşitli “diplomasi” söz konusudur. Tanınmış devlet oluşunun avantajıyla sorunu “diplomasinin” son kertesine kadar kullanarak yaygın bir “Kıbrıs Rum davası” haline getirmektedir..
Mesela Anastasiadis’in bizim tarafın çok da aldırmadığı, bu nedenle cevap vermek gereğini duymadığı siyasi çıkışlarına, geçtiğimiz günlerde bu kez de şöyle bir iddia ulanmıştır: “Çözümü istemeyen Türkiye’dir!”
BİR süre bu iddiaya Ankara’dan yada bizim taraftan nasıl bir tepki gelecek diye bekledim. Çıt çıkmadı!
Oysa “diplomaside” bu tip karşılıklı suçlama yada açıklamaların büyük önemi vardır. Şöyle ki eğer Anastasiadis’in belgelerde kayıt altına alınmış “iddialarının” hemen yanında Türk liderliğinin “cevabı” yada “açıklamaları” yer almazsa “diplomasi” dediğimiz uluslar arası ilişkiler sürecinde haklı olmamıza karşın cevabını vermediğimiz “ithamlar” nedeniyle “suçlu taraf” kalmaya devam ederiz!
NİTEKİM Yıllarca Kıbrıs Türk halkının siyasi ve ekonomik yönden haksızlığa uğramakta olduğu yazılıp söylendi. Denktaş “şehitlerimiz” diyerek ağzını açtı mıydı BM’leri de AB’i de susuz sabunsuz yıkıyordu.. (Dışişleri Bakanlığımız da bu konuda inisiyatif almalı. Cumhurbaşkanlığı ile eşgüdümde siyasi sorunu Rum’un yalan yanlış iddialarla kirlenmişlikten kurtarmalıdır!)
NE var ki geçen zaman içinde “asıl bizi mağdur ve mazlum durumuna sokan Rum tarafı, elimizdeki bu propaganda silahlarını da kısırlaştırarak “diplomasiyi” emrine amade kılmıştır! Yıllardır Türkiye tarafından “mağdur ve mazlum” toplum durumuna düşürüldüğünü dünyaya yayarken, bir dünya devleti olmasına karşın da hâlâ “işgal altında bulunduğunun” propagandasını yapmaktadır!
Dolayısıyla Türkiye ile Kıbrıs Türk halkını da “işgalci ve mağduriyetine neden olan taraflar olarak lanse etmektedir!”
VE biz AB’e BM’lere öyle olmadığını anlatmak gereğini duymuyoruz! Hatta suçlamalara cevap bile vermiyoruz, “aman barışa çözüm olasılığına halel gelmesin” diye mi?
**********
HALKI KULLANMAYIN!
Zannediliyor ki her ülkesel sorun halkı direkt ilgilendirmektedir! Bu nedenle olmalı “sivil toplum örgütlerinin” ne zaman başları kendi mesleki sorunlarıyla sarmalansa “halk bunu tasvip etmedi” diyerek, “örneğin (beni de seni de onu da) o halk dediklerinin bireyleri olarak davalarının içine katıyorlar! (Oysa gazeteci olmama karşın bu ülkede beni ilgilendirmeyen yığınla olay ve sorun da vardır!)
KONU şudur: “Emirnameler sorunu hâlâ devam ediyor. Belli ki büyük “rant ekonomisinin” içine çomak sokuldu. Eğer içişleri bakanlığı bu kadar tepki göreceğini bilseydi “e” harfini bile telafuz etmezdi, kaldı ki “yasak” koysundu!
Fakat konum bu değil. Tersidir! “Diyor ki müteahhitlerle bazı belediyeler “bu emirnamelere halk da karşıdır!”
(İnsaf! İki oda bir aşevi, tuvalet, küçücük kulübemsi evinde yaşamak zorunda kalırken gariban yurttaş senin arsa spekülasyonundan başlayarak rant ekonomisine kadar varan inşaatlarına ilişkin yasa ve emirnamelere neden kafa yorsun!)
BİR kere “halkı” aradan çıkarın çünkü ortada bir çarpık yapılaşma gerçeği, bu gerçekten kaynaklı bir toprak yağması, bu yağmanın üzerinde sürgit inşaatlar vardır ki sadece Girne gitmedi, Mağusa da gitti eğer tedbir alınmazsa İskele de gidecek!
HA, “emirnamelere karşı mıyız?” Eğer “imar planları” yapılana kadar (ki çok acele yapılmalı) “emirnameler” konacaksa ön tedbir olarak kabul edilebilir. Fakat arazileri bloke ederek “atıl” durumda tutmak günahtır!
…Sadece “imar iskândan” söz etmiyorum. Tarım alanlarından da söz ediyorum ki bir gün “ekecek dürütecek bir karış toprak arayacağız ve bulamayacağız!..”
NİTEKİM bugün kentlerimizde bir okul, bir hastane, halk için, araçlar için park yapacak gıdımlık arazi kalmadı! Beton yığınları arasında soluk bile alamadan yaşamaya mahkûm canlılar olduk!
Kısaca, elbette “yasaklara” hayır. Fakat KKTC’nin geleceklere uzanan çıkarı söz konusuysa “evet.”
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (YENİ AŞKIMIZ!)
Maronitler! Ki ne diyorlardı Crans Montana arifesinde? “Kuzey’e dönsek de Rum idaresinde olmayı isteriz!” Zaten dönecek olsalar da “bir süre sonra özerklik” isteyecekler!
Buna karşın bazı kesimlerimiz “hemen dönsünler” diye neredeyse “sarı giysilerini” giyip meydanlara dökülecekler! Kimse merak etmesin dönecekler, üstelik dönecek Rumların “öncüleri” olarak da onlara kapı açmış olacaklar!
Ancak bu konu basit değildir.. Küçük bir azınlığa yönelik insani jest de değildir! Çözüm olmadan, anlaşmalarla tescil edilmeden bu tip “hissi” nüfus kaydırmaları olmaya ki Rum’un “Truva atına” dönüşür! Zaten KKTC kalesi çoktan içten delindi, “aman” diyoruz bir de dıştan delinmesin!