Ecevit’in Başbakan olduğu dönemlerdi. Ekonomi yine iyi değildi ama Türkiye’de olabildiğince demokrasi rüzgârları esiyordu.
Ecevit o dönemlerde söylediydi “toprak ekenin su kullanandır” diye!
Anında dilimize pelesenk oturuverdiydi. Sol’un arayıp da bulamadığı slogandı. Püfür püfür “emekçi halk” kokuyordu…
NEDEN aklım yıllar ötesi “Toprak ekenin su kullananındır” lafına gitti?
Geçen akşam bir yakınımın düğünü için damadın arabasıyla mâ aile Girne’ye taşındıydık. Trafiğin az, mesafenin daha kısa olması nedeniyle de Değirmenlik yolunu seçtikti. Beşparmak’ların üç “boğazından” biri olan Akatu Boğazından geçip Girne yolunu aldıktı.
KAÇ zamandır bu yoldan geçmemiştim. Meğer epey değişmiş. Yol boyunca dağ eteklerindeki safiye evlerini, küme küme siteleri, villaları özellikle Esentepe’yi hem hayret hem de sevinçle izledimdi. Hem de şu düşüncelerle:
“Belki hâlâ “tapuları bile verilmemiştir. Belki araziler Rum mallarıdırlar. Belki siyasi yönden netamelidirler..
Fakat yıllar sonra inşa edilerek iskâna açılmış bu dizi dizi konutlar, villalar “bizim” dediğimiz KKTC’deler.. Çoğunun sahipleri Ruslar, Yahudiler, İngilizler..
Ve gayri ihtiyari bir fısıltıyla seslendim: “Bu topraklar ekeninidir!”
RUM istediği kadar çözümü sürüncemede bıraksın! İstediği muzırlığı yapsın! Bir gün Kuzey’e döneceği sanısında istediği kadar hayal görsün..
Artık bu topraklar, olası bir çözümün de değiştirmeye muktedir olamayacağı kadar bizimdir..
Dikilen her taş, yükselen her bina, ekilen her fidan, yetişen her ağaç…
Terimizin, emeğimizin sonucunda sahip olduğumuz tüm varlıklarımızdırlar.
HA, isterse eğer Güney Rum Yönetimi, adına “iki bölgeli” dediğimiz o “federasyonu” “iki toplumlu” gerçekte, “siyasi eşitliği” de kabulüyle bugünkü coğrafi sınırlarıyla kabullenir, barışçı çözümü sağlar…
Yoksa bu gidişin sonu yoktur! Şöyle ki bırakın bir gün komşumuzun Kuzey’e dönüp mülküne yeniden sahiplik koymasını.. Dostluğumuzu bile kaybedebilir!
Çünkü KKTC Kuzey’i çoktan vatan yaptı. Tırnaklarını toprağa çoktan geçirdi, üstelik Güney’e yetecek suyun da sahibi oldu..
Yani eğer “Toprak ekenin su kullananınsa” Kuzey bizimdir…
(Ancak bir büyük sorunumuz vardır. Aşağıya alıyorum: **********
HEM AYIPLAR HEM YAZIKLAR OLSUN!
Yukarıda yazdıklarıma nazire aşağıda yazdıklarımdan utanıyorum!
Çünkü Girne’den Mağusa’ya zift gibi karanlıklarda geldik Lefkoşa’dan geldiğimizce! Ve zaten zift gibi karanlıklarda gidilip gelinmekte Karpaz’a tüm yörelerimize!
Ha “pislik deryalarının içinden gündüz gözüyle seyahat etseniz ne yazar!
Patlayıp çatlamayan yollarımızın kalmadığı, panayıra dönüşmüş pislik içindeki kentlerimizin tozlar topraklarla yıkandıkları gerçeklerde iyi ki ışıklar yanmıyor! İyi ki görünmüyorlar akşamları!
ÇOK kısaca biz bu vatanın alt yapısını kuramamışız! Sırf bu nedenle “keşke” diyebilirim. “Keşke öylesi bir anlaşma olsun ki Rum gelsin aramıza, temizlesin, tertiplesin, düzenlesin şu Kuzey’i!”
“ÇOK ayıp” diyorum da neden böyle ama! Bir yandan göklere değecek çok katlı binalar.. Dağ yamaçlarında dizi dizi villalar.. Yahudi’sinden Rus’una, İngiliz’ine kadar beynelmilelliğimizi çakan turizm gerçeklerimiz; öte yanda pislikler, karanlıklar içinde yüzen karmakarışık, arabesk görünümlü bir Kuzey!
ASIL “olay ve olan” ise şu: “Dünyada “büyük Türkiye” imajı yaratmak pahasına Amerikalı Trump’tan Suriyeli Esat’a, Fransız Makron’dan Yunanlı Çipras’a kadar Mağripten Maşrıba kavgalı Türkiye, ayni zamanda bizden sorumlu garantörümüz de ne!
Ki nüfusumuz kadar nüfusu var aramızda!
Fakat artık parasal yardımlarının musluğunu da kapattı! Bütün mesele ne?
“Ben bağımsız ve egemen bir devletsem Ankara’dan da öylesi bir yaklaşım ve anlayış beklerim” yollarında Siyasi İktidarlarımızın zaman zaman Türkiye’nin istediklerini yerine getirmemeleri! Yani cezalandırılıyoruz!
Fakat “öyle olmamız gerekmiyor mu? Yoksa kime ispat edeceğiz “bağımsız ve egemen devlet olduğumuzu eğer Ankara bile yan çiziyorsa!”
KISACA gittikçe çoğalırken, beterince dikleşen yokuşlarımızı artık tırmanmakta çok zorluk çekiyoruz!
Hani derdik ya Türkiye hapşırsa biz nezle oluruz! Ki orada vuran döviz burada bizi esir aldı ki nezle olmak ne, kanser olduk!
BU nedenle diyorum, Hükümet kurulmalıdır. Kurulup Türkiye ile tüm sorunlarımız masaya yatırılmalıdır..
Başka seçeneğimiz de kalmadı. Ya Türkiye bizi kendi “büyüklüğünü” de ispatta dünyaya parmakla gösterilecek kadar “büyük” yapacak yada “Türkiye ile işte bu kadar oluruz” diyerek ayıplar yazıklar sızlanmalarında Kuzey’in esiri olmaya devam edeceğiz..
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (KIZILAY’IN İFTAR YEMEĞİ)
Meydanın tam Doğusunda gotik mimarinin dünyadaki en güzel örneklerinden olan, bir zamanlar “Ayasofya” dediğimiz, şimdilerde Lala Mustafa Paşa camii..
Avlusunda “ölenlerin son yolculuklarına uğurlandıkları iki musalla taşı!”
Önünde yemeli içmeli masalı lokanta!
Kuzey’inde Kubbeli mescit. Şimdi mutfaklı lokanta!
Önünde Namık Kemal’in büstü!
Hemen önünde iki lokantaya ait yemeli içmeli masalar.. Tam bir arabesk meydan!
…VE şimdi bu Meydanda “Kızılay” İftar saatinde ayranına kadar beleş yemek ekmek dağıtıyor…
Güzel de gidin o israfı o ne oldukları belli olmayan insanların arkalarında bıraktıkları yemek, çorba, ekmek artıklarını görün! Ki bir ordu daha yese doyar!
Sormak zorundayız: “Bağışlarla faaliyetlerini sürdüren, ulusallığa kazınmış Kızılay’a minnet borcumuz var da böyle bir israf sığar mı Müslümanlığa?