Bugüne kadar Türkiye’nin ne aklında vardı ne planlarında. Nitekim üç tarafı denizlerle çevrili olmasına karşın ne Münhasır ekonomik bölgelerle ilgilendiydi ne hidrokarbon yatakları düştüydü usuna!
Ta ki Rum-Yunan ikilisi “uyuyan devi uyandırana” kadar! Dürte dürte muzırlık yapa yapa en nihayet Türkiye’ye, “hop, açılın bakalım biraz da biz yerimizi alalım” dedirttiler ki pöö!
Daha düne kadar Rum’un Doğu Akdeniz’deki MEB’si 41 Km. kare iken, Türkiye Libya ile vardığı mutabakat sonucunda 80 bin Km. Karelik bir alanı MEB’si olarak saptadı. Yakında BM’lerde de tescilini yapacak..
TABİ ki bu son gelişmelere bakıp keyfimizden göbek atmıyoruz. Çünkü biliyoruz ki Türkiye ve Yunanistan arasında şu veya bu şekilde eğer bir “dostluk” kurulmazsa bölgede her an “çatışma” olasılığı vardır! Böyle bir olasılık ise bırakın sorunların çözümünü, aksine beterince sorunlar yaratmakla kalmayacak, Kıbrıs’ı da beterince olumsuz etkileyecek ki düşünmek bile “korkmaya” yetiyor!
Hatta ayak sesleri işitilmeye başlandı! Hem Erdoğan hem Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Kuzey’deki Türk halkını da kapsamına alan açıklamalarıyla, gittikçe sertleşirlerken “Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta haklarından asla vazgeçilmeyeceğini deklare eden beyanatlarıyla Rum ve Yunan ikilisini sürekli uyarmaktadırlar!
Dolayısıyla bundan sonra 5’li müzakerelerin gerçekleşmesini beklemek mümkün değildir!
Pekala aradan 45 yıl gibi çok uzun bir süre geçmesine karşın:
BİR: Hâlâ devam edecek gibi görünen “çözümsüzlüğü” nasıl bir çözüme götüreceğiz?
İKİ: Eğer Rum tarafı ile Masaya oturamayacak anlaşamayacaksak, Kuzey’de nasıl bir siyasi tasarrufla “çözümsüzlüğü çözüm haline getireceğiz?”
ÜÇ: Bu olasılıklar söz konusu oldukta “Müzakerecilik” olayı kadük duruma geleceğinden seçilmiş Cumhurbaşkanlarının işlevleri ne olacak?
…BAKIN bugüne kadar “geleceğe” hep “çözüm olacakmış ihtimaliyatı” prespektifinden baktıktı. Doğrusu artık bu “bakışların” körlendiğini, geleceğe ait mum ışığı kadar bile “çözüm ışığı” görülmediğinin gerçeklerini yaşıyoruz.
Buna karşın çözümsüzlüğün suçlusu Rum da olsa “cezasını çeken de faturasını ödeyen de biz olmaktayız!”
KISACA artık çözümü değil, “Kıbrıs Türk toplumunun gelecekti siyasi ve sosyoekonomik kaderini düşünmeliyiz.”
Ben bu düşüncenin eylemine “toplumsal seferberlik” diyorum. Ta ki “ulusal bütünsellikte çözümü bulana kadar!”
*****
YETKİ PARÇALANMALARI!
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında elbette adaylar görücüye çıkacaklar da sormak gerek:
Halka neleri vaat edecekler? Çözümü mü?
O zaman seçmen soracak: “Nasıl çözüm?”
Federal çözüm mü? “45 yıldır Güney’deki komşu ile çözüm olamayacağının ispatını yaşamaktayız.. Seçmen şu veya bu şekildeki çözüm vaatlerine neden inansın?
Geriye ne kalacak? Kendi çözümümüzü kendimizin sağlaması! Nasıl?
Self Determinasyon hakkımızı kullanarak Türkiye’ye mi bağlanacağız?
Yoksa “ayrı Devlet” oluşumuzu “kabul ettirmek için” siyaset kulvarında koşacağız da önümüzde kabul etmeleri gereken BM’ler, AB gibi dünyasal “birlikler” varken sonuç ne olacak?
ÖTE yandan yoksa Cumhurbaşkanlığı kampanyasını bu kez “sosyoekonomik” sorunların çözümüne mi” adayacağız!
O zaman meydanlarda halka nutuklar atalarken ne diyecekler Cumhurbaşkanlığı adayları? “Aziz vatandaşlar.. Seçilirsem etin sütün, hellimin fiyatlarını düşüreceğime… Dar gelirlinin, sigortalıların maaşlarına zam yapacağıma… Kırsal kesimi yeniden yemyeşil yapacağıma, trafik sorununu çözeceğime, çevre pisliğini sonlandıracağıma… Söz veriyorum mu diyecek. Ne alaka!
Şunu da vaat edebilirler mi? “Beni seçin euroya geçin!”
“Uyuşturucunun kökünü kazıyacağım” diyecek bir aday da çıkacak mı aradan?
Yada artık KKTC’deki tüm plajlara beleş gireceksiniz diyeni olacak mı?..
TABİ ki yukarıda vurguladıklarımın polemikten öte anlamları yoktur. Çünkü Cumhurbaşkanlarının direkt yetkileriyle icraatları kapsamlarında değillerdir. O icraatlar hükümetlerin..
Yani Ne? Devletin siyasi kaderini masa başında tayin edecek kadar yetkili ve sorumlu olan Cumhurbaşkanı memleket sorunları karşısında işte bu kadar pasif bir konumdadır.
Dolayısıyla geriye “Cumhurbaşkanının” yetki ve sorumluluk alanlarıyla “müzakerecilik görevleri kalmaktadır ki hayret! Ona da Hükümetler dokunamamaktadırlar!
FAKAT asıl sorun Cumhurbaşkanının uzaktan bakmak durumunda kaldığı sorunların çözümünü yüklenen Hükümetin de “sorun çözme becerisinin olmamasıdır!”
Gel de işin içinden çık! Devletin tepesindeki Cumhurbaşkanı siyasi sorunla kaim ama çözümü sağlayamıyor! Hükümet sosyoekonomik sorunlardan sorumlu ama sorunları çözemiyor!
SONUÇTA bu nedenle “yeni bir anayasaya” ihtiyacımız vardır” diyorum.. Yada değişikliklerine!
Ki KKTC’e baktığımda koca tekerlekleri çamura batmış, yerinden bile kıpırdayamayan kağnı gelmektedir aklıma! Ki ne etseniz, itseniz, kaktırsanız yürümüyor!
*****
KISACA TAKILDIĞIM: (İYİ NUMARA!) Geçen hafta ne dediydi artık ayın yarısını dış ülkelerde geçiren Sn. Başbakan Tatar? İngiltere’deki Türk soydaşlarımız da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullansınlar…”
Oradaki Türklerin yurtdışında olmalarından kaynaklı özlemleriyle yoğrulmuş vatanseverliklerini Federasyon değil, ayrı Devlet istemiyle nasıl bütünleştirdiklerini bilmeyen yoktur… Fakat bunu görüp değerlendiren Sn. Tatar oldu! Eğer “gerçekleşirse” biline ki oylar Sn. Tatar’ındır. Doğrusu iyi numara!