Makarios Kıbrıs Cumhuriyetini hiç beğenmediydi! Bu nedenle sadece dinamitlemekle kalmadı yıkarken kanlar akıttı canlar aldı! KC’nin yıkıldığı yıl 1963 idi!
Ardından garantör ülke İngiltere ile ABD’nin ortak uğraşı sonucu Acheson Planı çözüm umudu olarak sürüldü siyaset sahnesine. Plan NATO’yu da devreye sokuyordu!..Makarios bu planı da reddetti!
(Ha hatırlatalım: İngiltere Dışişleri Bakanı Acheson tarafından hazırlanan “Acheson Planı” Türk halkını ve Türkiye’yi budala yerine koymaya çalışmak yönünden çok enteresandı! Nitekim maddesinin biri Karpaz’da TC’e üs verilmesine karşılık Enosis’in gerçekleştirilmesi ve adadaki Türk halkının da Meis adasına taşınmasıydı! Yıl 1964 idi!
Hemen ardından BM’ler Genel Sekreteri Galo Plaza’nın hazırladığı plan devreye sokulmak istendi. Esası Türkiye’nin garanti hakkının kaldırılması, adada Türklere azınlık hakları verilmesiydi. Yani “muhtariyet!” Yıl 1994’ün Eylül ayı idi!
BU planlardan sonra 1974’e kadar çok pilavlar yendi ama planlar görülmedi!
“O yıllarla ilgili Çözüm Planları arasına sıkıştırmam gereken çok önemli bir “kararı” hatırlatayım ama: Ki olmasaydı bugün Türk halkı bu adada ya olmayacaktı yada esir Türk olacaktı!
“Nüfus mübadelesinden söz ediyorum! Barış Harekâtından sonra BM’ler Genel Sekreteri Kurt Waldheim devreye girer. Denktaş ile Kleridis’i bir araya getirir ve Güney’deki Türkler’in Kuzey’e, Kuzey’deki Rumların Güney’e taşınmaları için anlaşmaya varılır. Son resmi taşınma Ocak 1975 tarihini göstermektedir.. Adada resmen iki ayrı siyasi yönetim erkinde, Türk-Rum bölgeleri oluşur. Bu bir milattır!
VE geldik 1977-79 BM’ler Doruk Anlaşmalarına. Yani Denktaş-Makarios ve sonrasında Denktaş-Kiprianu müzakereleri.. BM’ler Sekreteri Kurt Waldheim’dir.. 1974’den sonra Denktaş “İyi Niyet Önerileri” hazırlar, soruna yeni bir yön verir.. İki toplum arasında Maraş da dahil insani konularda anlaşma sağlanmasına yönelik temaslarla başlayan “Türk-Rum müzakerleri” çözüm ve iyileştirici öneriler sunumlarıyla devam eder.
Ve dikkat: İlk kez “federasyon” çerçevesinde bir çözüm bu dönemde ortaya çıkar. Hem de öyle böyle değil, bayağı tüm argümanlarıyla detaylandırılmışlıkta…
“İki toplum iki bölge” vurgulaması bu müzakereler sırasında ilkelleşir…
Sonrasını bugünün kuşakları da bilmektedirler. Annan planına kadar ulaşan çözüm arayışları hâlâ devam etmekte.
TÜM bu siyasi süreç içinde “tek gerçek” nedir diye soracak olursanız, artık bu adada “iki bölgelilik ve iki toplumluluk” ve de Türkiye ile Yunanistan’sız bir çözüm olamayacağıdır… **********
HÜKÜMETİN SİCİLİNE BAKTIK!
1960’lar Ankara’sında gurbette kalmışlığımızın hüznünü unuttuğumuz, rahatça soluk alabildiğimiz tek Mekân “Kızılay”dı!
Hele “Kareli”de bir tek atıp kendimizi kaldırımlarındaki insan seli içinde dirsek dirseğe “beribado” (yani yürüyüş) yaparken bulduk muydu; cebimiz ne kadar tamtakır da olsa keyfimiz gıcır olurdu!
Ben de yaşça büyük bir ağabeyimden öğrendiydim. O insan seli içinde ansızın durur, elimi alnıma götürerek başımı gökyüzüne kaldırır ve belirli bir yere bir süre dikkatlice bakardım..
Bu bir anlık hareket yete de artardı! Dönüp arkama baktığımda yüzlerce insanın başları yukarıya dikilmiş “ne var” diye gökyüzüne baktıklarını görürdüm!..
OLAYA ne dersiniz deyin. Etkileşim, iletişim, merak… Son günlerde Erhürman hükümetine yönelik “istifa etti, edecek” söylentileri üzerine gelişirken, dalga dalga yayılan söylentilere baktığımda işte bu 1960 yılı Kızılay’ındaki oyun gelir aklıma!
Ki buradaki oyun kurucusu (zaten Meclis dışında başka muhalefet partisi yok,) UBP Başkanı Tatar’dır! Doğrusu sıkı muhalefet yapıyor.. Peş peşine açıklamalar yaptıkça, “ha, demek olay buymuş” dedirtiyor ki zaten hükümetin 14 aylık kısa süre de olsa şöyle böyle “karne notları ile hal ve gidişatı” ortada!
Bir: Erhürman hükümeti başından beridir “sermaye” çevrelerine güven veremedi! Tutun ki bu kesim yönünden desteksiz!
İki: İşçi hakları, emirnamelerle dayatılan imar yasakları, Dom Oteli olayı, Hayvancı ve çiftçinin isyanı.. “Başarılı hükümet” imajını çok erken çizdi!
Üç: Sel felaketleri, gitgide daha vahim hal alan trafik kazaları, bir türlü önlenemeyen çevre pisliği… Tutun ki hükümete yönelik tepkileri daha çok yoğunlaştırdı..
Dört: İlk defa üniversitelerin kârları değil, memlekete yansıyan zararlarının da söylenip yazılmaya başlanması, “hükümet sorumluluğunun” sorgulanmasına neden oldu!
Beş: Ve yine anlaşıldı ki KKTC Turizmi “altın yumurtlayan tavuk” değil “kuluçkaya bile yatmayı başaramayan bir feriktir!
Altı: Düzelir gibi olan Sağlık servisleri yine gitti! Eğitim sorunları zaten berdevam…
En önemlisi bu hükümet düşünün ki “devlete” havalanı inşa eden, geçmişte türlü çeşitli şaibe suçlamalara methaldar olmuş Müteahhitten kamu görevlilerinin maaşlarını ödemek için “avans” aldı!
Bunu da Ankara’nın KKTC hükümetine attığı kazığın bir sonucu olarak kayda geçirebilirsiniz ama ortada şu gerçek de var:
Erhürman Hükümeti Ankara ile (sempati önemli değildi) empati kuramadı!
ANCAK tüm bu dezavantajlara karşın başta Erhürman olmak üzere tüm hükümet ortakları doğrusu ya “hakçasına ve tertemiz bir düzen” oluşturmak istediler.
İnanır mısınız? Bu kadarı bile bu hükümeti bu memlekette “fazilet sahibi” olarak kabullenmemize yetip de artıyor!