KÖŞEMDEN:
Mektuplar vardı yürek çarpıntılarında okunan.. Şarkılar vardı terennüm edilirken gözyaşlarıyla ıslanan..
Şiirler vardı dizelerden dizelere..
Ve hayatlar vardı: İyi kötü.. Güzel çirkin.. Fakir zengin..
Kısaca bir vatan vardı insanlarıyla var olan..
Bilir misiniz toprağa sahipliktir vatanı yaratan..
Vatan ise şiirler şarkılardır.. Yeşeren sevgiler aşklardır.. Resimler heykeller, tapınaklar kalalar, evler binalar, sular ağaçlar, hayvanlardır.. Ve insanlar..
Müthiş olaydır.. Birbirlerinden ayrı gayrı gibi gözükürlerken hep birbirlerini tamamlarlar. Hem de müthiş bir “düzen” içinde. Hiçbir insanın başaramayacağı kadar mükemmel bir düzen.
İşte o zaman varırsınız sabah doğan güneşin hikmetine.. Denizlere göllere.. yazlara kışlara.. Aydınlıklara karanlıklara..
Belki de o zaman anlarsınız “cennet ile cehennemi..” Nefretle sevgiyi.. Acı ile tatlıyı.. yaşamla ölümü kısaca..
*****
BU nedenle olmalı bakın ne diyordu Asaf Halet Çelebi:
Acaba ot gibi yerden mi bittim/ Acaba denizlerde mi şaşırdım/ ve zamanı nasıl unutmaktayım/ Zaman unutulunca mısrı kadim yaşanabiliyor/ kendimi unutunca seni yaşıyorum/ Bu anı yaşamaktır…
Ve bakın ne söyler bir başka şarkı:
“Geçsin günler haftalar/ Aylar mevsimler yıllar/ Zaman sanki bir rüzgâr/ Ve bir su gibi aksın/ Sen gözlerimde bir renk/ Kulaklarımda bir ses/ Ve içimde bir nefes/ olarak kalacaksın.”
*****
BİZ hiç elektronik, elektrik, internet, kompüter çağı insanları olamadık.
Bırakın cebimizde taşıdığımız telefonu, evimizde de yoktu!
Elektrikle yıllar yıllar sonra tanıştık, öncesinde sisli petrol lambası vardı..
Ama yukarıda da yazdığımca bizim de “mektuplarımız” vardı.
Postacı ne zaman gözükse mahallenin başında, “postacı geldi” diyen sesler yayılırdı dalgalanarak etrafa.. Yürekler heyecanla çarpardı.. “Bana var mı bana da var mı” diye yükselirdi kapı önlerinde bekleşenlerin sesleri..
Postacı büyük bir görev sorumluluğunda ve ciddiyetle elindeki deri çantayı açar mektupları karıştırır ya “var, varrr” derdi yada yok!” Mektubu olanlar koşarlar, almak ne kaparlardı adeta postacının elinden hep de beyaz zarflı mektuplarını..
Eğer bayramsa ya da yeni yıl, o beyaz zarfların içinde o yıllarda “kart” dediğimiz resimli kartpostallar olurdu. Ya bir manzara resmi yada el ele tutuşmuş bir karı koca. Bazan bir aile yada güllerden oluşan bir buket resmi..
Kartın arkasında, “mübarek ramazan bayramınızı can’ı gönülden kutlar, sağlık afiyetler dilerim” gibilerinden mesajlar yazılırdı.
O kartpostallar ve yanı sıra mektuplar potin kutularında saklanırlardı. Yıllar yıllar sonra bile zaman zaman ortalara dökülür hasret ve sevgiyle bilmem kaçıncı kez yine okunurlardı..
Hele de mektup yazma. Yada “yazdırma!” Bir büyük olaydı. Bazen sayfalar dolusu olurlardı bazen bir sayfada bitiverirdi..
Hep de şöyle başlardı mektuplar: “Nasılsın inşallah iyisin. Beni sorarsan biz de çok iyiyiz. Senin de iyi olman için duacıyız…
Sonra şöyle devam ederdi. “Baban da iyidir. Deden nenen onlar da iyidirler.. Hepsinin selamı vardır. Bizim küçük Layıka büyüyor. Başladı konuşmaya. Anne baba demeye…
Ve uzun uzun dizi dizi selamlar… Sonunda da yine “mahsus selamlar ederim hepsinin de selamı var…” denir ve “seni hasretle beklerik” denilerek biterdi mektuplar.. *****
SONRA az biraz yetildikti ki aşk mektupları yazmaya başladıktı. Sevdiğimiz kızlara tabi.. O mektupları da götürüp getiren aracı kızlar vardı. Zavallılar el alemin sevgilerini birbirlerine taşıyıp aracılık yaparlarken “sevilmekle aşık olunmanın” dışında kalırlardı! Kader işte!
Mektup almak, yazıp göndermek güzel duyguydu.. Şiirlerle kalp resimleriyle süslenirlerdi. Oysa şimdilerde? Çıkarın cebinizdeki telefonu yazın mesajınızı. Yada görüntülü konuşun… Nereden nereye?
Peki o mektup yılları mı daha güzeldi yoksa bu günlerin elektronik çağı mı?
Tabi o günler romantikti. Duygular yaşanırdı dolu dolu.. Şimdi de çok güzel ama.
Tutun ki mektuplar elektronikleşti.. Yoksa sevmek sevilmek, aşık olmak falan hiç değişmedi. Çünkü bunlar duygulardır ki ilahi..