KÖŞEMDEN:
İklimler değişti deniyor.. Yazları daha sıcak oluyor.. Kışları daha sert ve haşarı! Ne yağmasını beceriyor yağmurlar ne esmesini biliyor havalar!
KKTC gibi aynen! Kapıyı kapatacağım diye kırarken, kolu elinde kalmakta açmak gerektiğinde!
Mesela seçim değil mi seçim? Yasası var, kuralı var, bir adabı muaşereti var…
Yok işte ama! Örneğin dört yılda olması gerekir her yıl yapılır! Üstelik gelip giden Yönetimler, Kurumlar, insanlar, düzen falan hiç değişmez ama “seçim yasası” sürekli değişir… Ki sonuncusunu kimse anlamadığından bir önceki Hükümeti kurmak için dört partinin bir yere gelmesi gerektiydi. Zaten artık koalisyonsuz hükümet kurmak da ne mümkün!
***
HAA! biz havalardan söz ediyorduk. Ki daha düne kadar “neydi o kışlar” dediğimizce! Bir başlardı yağmaya haftalarca aylarca..
Akkule mahallesindeki iki buçuk kemerli evimizin toprak damı delinir, odaya akan su sokak kapısından çıkardı..
Tabi şimdilerde zamanlarla birlikte medeniyetler de değişti.. Artık evler apartmanlar akan suların yataklarında yapılmakta.. Yağmurlardan oluşan seller de akacak bir karış yol bulamadıklarından şaşkınlıklarından olmalı.. Dümen kırıp ne bulurlarsa önlerinde silip süpürüp deliler gibi akarlarken… İşte bütün mesele bu! ***
KÜÇÜKTÜM daha ilkokula bile başlamadıydım. Ama çok iyi hatırlarım. Rahmetlik pederim böylesi baskınlı selli yağmurlu günlerde ara sıra gökyüzü gösterdi miydi güler yüzünü, atardı beni velesbitinin ön dingiline, sürerdi tarlalara ovalara..
Her yerde şarıl şırıl sular akardı, kimileri dere yataklarından kimleri dere yataklarına ulaşan kanallarından…
Ki tarlalar dere kollarının yataklarıyla sınırlanırlardı.. Hatırlarım: Henüz işitip aşinası olamadığım kadın sesine nazire; gönlümü ilk çalan, işte o dere sularının şırıl şırıl akarken kulaklarımı okşayan sesleriydi.. Hiçbir müzik aletinin taklit edemeyeceği kadar deruni…
***
TUTUN ki “tabiatla” barışıktık. İttifak içindeydik. Zaman zaman anlaşmazlıklar, arızalar olsa da ayni adada, ayni coğrafyada, ayni insani ve doğasal kaderler paylaşımındaydık..
Yağan yağmurları insanlık için toprak için hepimiz için yağdığını bilirdik. Tıpkı yağmurun da niçin yağdığını bilmesi gibi.. ***
SONRA ve bir gün sadece Kıbrıs’da değil, dünyada yeni bir çağ başladı! “İhanet çağı!” Kime karşı mı?
İklimlere karşı… Yazlara sıcaklara karşı… Yağan yağmurlara esen rüzgârlara karşı… Ormanlara dağlara, ovalara denizlere karşı…
“Büyüdükçe dünya kirlendi, insanlık kirlendi!”
Göklere gazlar saldık, yeryüzüne atıklar!
Eskiden yağmur sularıyla yumardık bedenlerimizi… Sonra kireçli, kirli, tuzlu sulara teslim ettik ayni bedenlerimizi…
Eskiden dereleri, aktıkları yataklarını, kol kol tarlalara ovalara dağılan sularını hiç incitmezdik.. Yataklarından yollarından alıkoymazdık.. Önlerine aşılmaz setler misali evler apartmanlar dikmezdik! Onları şaşkına çevirmez, feleklerini şaşırtmazdık..
Sonra hepsini yaptık!
***
BEN ilahi adalete inanırım. Ki “Hiçbir suç cezasız kalmaz!” Bu dünyada sıyırsanız öte dünyada yapışır yakanıza!
Fakat hiç aldırmadık bu ezeli kanuna. Allah’ın nimetlerini harcarken beşeri ihtiraslara kurban gittik! Yeşerttiğimiz gönül güzelliklerini “politikayla, parayla, hırsla” kararttık!
…OYSA Kuzey Kıbrıs güzeldi, temizdi, tertipliydi.. Hâlâ içinde yaşadığımız hatıralarıyla ayni zamanda “vatan” dediğimizdi.. Ve hepten biliyorduk. İnsan vatanını sever..
Ne var ki bu güzel vatanı da çirkinleştirdiler. Yaşanamaz diyar haline getirdiler.. Ki artık dünyanın en güzel sesiyle “şırıl şırıl” akan dereler yok…