“Müzakereler devri” ile “müzakerelerin çöküş devri” bitti, “muzırlık devri” başladı!
Rum Yönetimi “bütçesini denkleştirmek için” mi bilinmez ama, önce Kuzey’deki kumarhanelere rakip kumarhane açma kararı aldı. Ardından Kuzey’e geçecek 3. Ülke turistlerine 1974’den öncesi otellerinde konaklama yasağı getirdi.. Zaten sınır kapılarında çıkardığı zorluklar da malûm!
Bizim iktidar da Kuzeyde ikamet eden Rumlara yapılan yardımların tıbbi malzemeler hariç vergilendirilmesi kararı aldı!
MUZIRLIĞA DEVAM: Rum tarafının bunlarla yetinmeyeceğini söylemek kehanet olmayacak. Her ne kadar bu tip muzırlıklar “seçim yatırımları” olarak nitelenebilinirse de eğer “caydırıcı tepkiler” görmezse alışkanlık haline gelebilirler..
MESELA Maraş’ı hiç gündemden indirmiyorlar! Son numaraları, BM’leri harekete geçirerek “Türkiye’nin Maraş’a her hangi bir müdahalede bulunmaması” uyarısının yapılmasıdır! Filelefteros gazetesine göre Türkiye, “Maraş Rumlarına çağrıda bulunarak kapalı bölgede sürekli ikamet etmeleri şartıyla geri dönebileceklerini” iddia ediyor. Bu konuda asıl kuşkuları ise dönüş şartının “KKTC vatandaşlığını kabul etmeleriymiş!” Yani Türk idaresinde yaşamaları!
Belli ki bu tip sorunlar ve muzırlıklar devam edecektir. Peki biz ne yapmayı düşünüyoruz?
BİR “köşeci” olarak buna en doğru cevabı vermeyi çok isterdim, veremiyorum! Hatta tahmin de edemiyorum! Oysa Montana bozgunundan sonra “kendimize döneceğiz” falan dendiydi de bir zamanların tartışmalarını hatırladıydım:
NİTEKİM o yıllarda, “öncelikli olarak Kıbrıs siyasi sorununu mu çözelim, yoksa sosyoekonomik büyümeyi mi gerçekleştirelim” diye tartışıyorduk!
Aslında arayış 1974’ler öncesinde başladıydı da yıl 2017 hâlâ karar veremedik çünkü çapımız ne “kalkınmaya” yetti ne de “siyasi sorunu çözmeye!”
BUNA karşın sonunda verdiğimiz karar “önce siyasi sorunu çözmeliyiz” oldu! Annan planında, Montana’da verdiğimiz ödünler bunun ispatıdır! Ne var ki Rum’u tatmin etmek mümkün olmadı!
VE işte geldik “muzırlıklar dönemine!” Bakalım sonunda kim kime daha çok zarar verecek! Tabi ilk aklımıza gelen Güney’in Kuzey’e daha çok zarar vereceği her zamanki gibi!
KENDİMİZİ YÖNETEMEDİĞİMİZİN İSPATI!
Dün Havadis gazetesiyle öteki gazetelerin haberlerine baktımdı sabah sabah! Gülebileceğim yahut gırgırını geçebileceğim tek bir haber bulamadımdı. Bulmak da mümkün değildi çünkü gitgide daha kasvetli bir dünyada bölgemiz de patladı patlayacak durumda!
VE tek dayanağımız, tek güvencemiz olan Türkiye de çok zor durumda! Çünkü Ortadoğu’da bir Kürdistan Devletinin kurulması için dün PKK ile PYD dayanışmalı bir referandum yapıldı. Irak’ın Kuzeyinde Türkiye için Türkmenler için müthiş bir tehdit oluşuyor!” Asıl “korkutucu” olan ise Türkiye’nin dün yapılan referanduma karşı çıkması. Bir Kürt Devletini asla bölgede istemediğini, kimsenin Irak’ın bütünlüğünü bozamayacağını söylüyor! Tabi askeri müdahalede bulunabileceğinin de uyarısını yapıyor! (BEN bu satırları yazarken referandum oylaması devam ediyordu. Fakat biliyorum ki o referandumdan “evet” çıkacak ve Kürt Devleti bir zaman sonra Amerika’nın da desteği ile resmen kurulacak! Ya TC gerçekten müdahalede bulunursa? Felaket olur!) KKTC DÖNELİM: Artık çözümlenmemiş sorunları değil, çözüme kavuşma talihine mazhar olmuş sorunları arar olduk.” Tıpkı Diyojen’in hakikati aradığı gibi!
Tabi yazayım. Eleştirmek, her güzelde bir kusur bulmak (ki vardır) muhalefet olsun diye olumlu icraatları da yerlerden yerlere çalmak hem kolaydır hem her zaman en geçerli “antipropaganda” argümanlarıdır!
AMA dün yine Havadis’in manşetine çakılı şu aldı başını gider “su sorununu” gördüğümde “yazık” dedim! Ki bir de “et sorunumuz” var! Trafik, pislik, çarpık yapılaşma, eğitim, sağlık, denetim sorunlarımızın olduğu gibi!
Peki “sorunu olmayan hangi kurumumuz, hangi sektörümüz, hangi unsurumuz, hangi uzvumuz var? Yok!
SU SORUNU: “TC’den borularla su akıtılacağını bir İngiliz misyon şefine söyleyip sonra da Bozkurt gazetesinde ilk kez yazan bendim, rahmetlik İsmet Kotak da “billur sular akacak” diye adını koyandı!
Ve bu suyun akmasını önlemek için oluşturulan olumsuz kampanyalara, “Türkiye’nin esiri olacağız” yaygaralarına karşın bir dünya harikası ve teknolojisiyle aktı Kuzey’e..
Sonuç ortada ama! Halâ tartışmasını yapıyoruz çeşmelerden aktığı halde o billur suyu içemiyoruz, tarım alanlarına akıtamıyoruz.
ÇÜNKÜ: Beyler, efendiler biz kendimizi yönetemiyoruz! Zaten çözümün de gerçekleşmesinden bunun için korkuyoruz çünkü gerçekleşirse kısa sürede Ruma tavla teslim olup bizi yönetmelerini yahut sömürmelerini bekleyeceğiz! Bu nedenle korkuyoruz! Ki şimdilerde Türkiye çeksin elini üzerimizden kim bilir ne hallere düşerdik!
KISACA TAKILDIKLARIM: (MAĞUSA GİTTİKTEN SONRA! VE SÜSLÜ KADINLARIMIZA BRAVO…)
İnsanlar trafikle boğuşurken.. Onlarca, yüzlercesiyle birbirlerine yaslanmış dizi dizi apartmanların içine sıkışıp soluk alamaz durumlara düşerken.. Çocuklarının oynayacağı iki karışlık yeşil alan bile bulamazlarken.. Anladılar ki evet Mağusa’da da çarpık yapılaşma vardır! Çok geç kalınmadı mı ama? Büyük oranda okul gereksinmesine karşın artık Mağusa’daki “apartmanlar ormanında” devletin okul yapacağı yeri de kalmadı! Kalmadı ki kocakarı şey ettikten sonra “aman gitti Mağusa elden” demek kime ne fayda!
BRAVO KADINLARIMIZA: Bu toz dumanla kasavet ve pislikle türlü çeşitli bitmez tükenmez sorunlar arasında inadına giyindiler, inadına süslendiler, inadına kokular süründüler ve inadına bisikletlerine binip vücutlarında rengârenk konfetiler gibi uçuşan allı, dallı, güllü entarileriyle Lefkoşa sokaklarına güzellikleriyle gülüşlerini, sevinçleriyle neşelerini, parfüm kokularıyla cesaretlerini salarak ve yayarak dolandılar. Bravo kadınlarımıza! Zaten hep söylenegelir hem de her yerde: Kurtaracaksa eğer bu dünyayı pisliklerle felâketlerden, kadınlar kurtaracak…