BM’ler Kıbrıs Özel Temsilcisi Eide beklenildiği gibi müzakerelerin Nisan ayından önce başlamasına ihtimal vermiyor! Anastasiadis’in kalp ameliyatından kaynaklı bir gecikme olacağı belli…
Eide geçen günkü açıklamasında şunları da söylüyor: “Bir tarafın niye masayı terk ettiği çok iyi biliniyor. Prensipte Eroğlu masada ve Anastasiadis’i bekliyor…” Eide tarafları işaretleyerek şu ilginç saptamalarda da bulunuyor: “Benim tarafım her zaman haklıdır ve diğer taraf her zaman yanlıştır” demenin işin kolayıdır. Bunu herkes yapabilir! “Ben haklıyım ama diğer taraf da bir argümandır” diyebilmek ise her zaman diyaloğu yeniden başlatır…”
Kısaca Eide diğer BM’ler Temsilcilerine benzemiyor. Siyasi sorunun zaman zaman felsefesini yapıyor. İnsanlar arası ilişkilerin psikolojisini siyasi soruna adapte ederek Türk Rum taraflarına yol göstermeye çalışıyor. Geçmişteki tecrübelerini Kıbrıs sorununda kullanmak istiyor. Kısaca pragmatik bir tutumla sonuç almaya çalışıyor.
FAKAT EİDE’NİN DE BİR EKSİĞİ VARDIR: Öteki tüm BM’ler temsilcileri gibi siyasi sorunu müzakere sürecindeki tıkanmalardan kurtarmak için her iki tarafa da “haklısınız” deme metodunu kullanıyor!
Oysa aradan kırk yıl geçti. Artık masada müzakereleri sürdüren Türk ve Rum tarafları ne tümden “haklıdırlar” ne de tümden “haksızdırlar!” Biri haklı ise diğeri kesinlikle haksızdır!
Müzakere masasındaki bu gerçeği görmeden Eide’nin iki tarafın da empati kurarak birbirlerinin haklarına saygılı olmalarını istemesi çok insancıl ve asilane bir siyasi yaklaşım da olsa, “çözüme hizmet etmiyor!”
O masada bir tarafın “haksız” olduğunu yine o masaya vurarak dünya alemin duyacağı sesi çıkarmazsa Rum tarafı elindeki siyasi olanaklara dayanarak daha çok gevezelik yapmaya devam edecektir! Mesela: Eide Anastasiadis’in müzakereler prosedürü dışında Eroğlu’nu çileden çıkartan isteklerde bulunduğunu bilmez mi? Eide hemen her müzakerede Anastasiadis’in “şu köyü, bu toprağı da istiyorum, Kuzeyin yüzde şu kadarının iade edilmesi gerekir” diyerek Eroğlu’nu kışkırttığının yabancısı mıdır?
Eide Annan planı ve sonrası müzakerelerde iki taraf arasında varılan mutabakatların Anstasiadis tarafından yok sayıldığını bilmiyor mu?
Eide en temel siyasi sorunlardan biri olan “dönüşümlü başkanlığı” Anastasiadis’in kabul etmediğini kalıcılığı ile hep Rum Cumhurbaşkanı istediğini bunun için dayattığını işitmedi mi?
Eide müzakereler Şubat’ta başlarken “Tek devlet tek egemenlik” uzlaşısına karşın her iki federal kanadın “kendi içlerinde bağımsız olacakları ve birbirlerine karışmayacakları mutabakatına da vardıkları halde Anastasiadis’in cırlayarak böyle bir şeyi kabul edemem dediğini bilmez mi?
Eide Rum tarafının siyasi eşitliği, Türkiye’nin garantörlüğünün devamını, TC kökenlilerin Kuzey’de kalmalarını istemediğini duymadı mı?
O ZAMAN O MASADA KİM HAKLIDIR KİM HAKSIZDIR? Eğer varsa Eroğlu’nun da müzakereleri tıkayan öneri ve muzırlıkları, onların da bircik bircik ortalara dökülmesi gerekir dedikten sonra soralım.
Tarafların pozisyonları bu kadar açık ve net ortada iken Eide hâlâ masadaki bu çok somut “anlaşmazlık konuları” ve “anlaşmazlık önerileri” nedeniyle mesela Anastasiadis’li Rum tarafına dönerek, “sürecin lafzına aykırı davranıyorsun” diyemiyorsa, sittin sene daha müzakerelerden sonuç çıkmaz! Ha denecek ki müzakere masası ne mahkeme yeridir ne de cezalandırma merciidir. Çözüme çare bulmak yeridir!” “Amenna” deriz, ve ekleriz: Öyleyse hadi böyle devam edin! Bakalım sonuç alabilecek misiniz?
**********
Şu mübarek su: (Başına gelmedik kalmadıydı!)
Yıllar önceydi Ve rahmetlik İsmet Kotak’la “TC’den borularla Kıbrıs’a su akıtılacak” diye yazdığımızda bizi tefe koyup çalışıyor, Kotak’ın karikatürlerini yaparlarken şöyle diyorlardı: “Hadi gene iyisiniz iyi! Aha Türkiye’den Kuzeye billur sular akacak!”
Sonra Demirel adayı ziyaret ettiğinde akacak suyun müjdesini verdiydi. Koca TC Cumhurbaşkanını günlerce alay ederlerken, “fıskiyeli” karikatürler çizip altına da Demirel’i koyuyorlardı!
Bir süre daha geçti. Bu kez fakat ciddi ciddi “Manavgattan Kuzey’e su akıtılacağına ilişkin proje resmen yatırım haline getirildiydi. Bizimkilerde bir feryat daha: “Eğer o su bu kuzey’e akarsa tükürün suratıma!”
Neyse ki kimseler kimselerin suratına tükürmeden her iki yakada da barajlar yapıldı ve başladı denize borular döşenmeye. Sesler yine duyuldu: “Vallahi inanmam. Hade yavu sen da. Ne çocuk oyuncağıdır da denizden gelecek! Bak görecen kalacaklar yarı yolda…”
Veee! Baktılar ki bu işin şakası yok bu su vallahi de ve gerçekten ha geldi ha gelecek, ha aktı ha akacak, bu kez de başladılar şöyle demeye: “Ama çok pahalı olacak. Türkiye anamızı ağlatacak! Kim bilir ne kadar su parası ödeyeceğiz!”
“Teknik akıllı” uzman kişilerimiz ise aldılar ellerine kalemleri kağıtları yazdılar ki bu su kimseye yar olmayacak! Çizdiler ki üstüne üstlük topraklarımızı mahvedecek!
ONCA MÜCADELEYE KARŞIN SU GELİYOR: Tabii çok maraz ettiler! Fakat felek utansın! Elden ne gelir ki? Nasılsa tutsak almış bizi Türkiye! Susuz bırakır öldürür, suya boğar yine öldürür!
Sonuçta anladılar ki su gelecek, borulardan akacak, bağlara bahçelere hayat verecek… Bari dediler nemalanalım!
İşte son günlerde “KKTC’ye akacak su ile ilgili haberler bu nemalanma üzerinedir!” Nitekim geçmişten kalma “olasılığı” ile bu suyu ya Türkiye’nin bu konuda çok deneyimli Devlet Su İşleri İşletecek ya Belediyeler işletecek yahut DSİ ile Belediyeler veya KKTC’nin Su İşleri birimleri falan işletecek…
Tam bu sırada bir de baktık ki devreye hemen Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanı girdi. “Suyu kesinlikle biz yöneteceğiz” dedi…
Cebimdeki kâğıt parçasını çıkardım, arkadaşa “kalemin var mı” dedim, verdi ve unutmayayım diye yazdım. “Demek ki neymiş? Marifet yapıp üretmek değil, başarıp kazanmak da değil… Hele büyük düşünce hiç değil! Nitekim yıllardır alay edilen su projesi ne zaman ki gerçekleşti, “hop” dendi! Sahibi mutlakı biziz!”
Bir mahzuru yoktur, elbet öyle olmalıdır ama yukarıda da yazdık. Bari kadir kıymet biline!
**********
Kısaca takıldığımız: (Mağusa beklemede mi?)
Mağusa Belediye Başkanı İsmail Arter’i bir türlü ziyaret edemedim. Oysa soracağımız ve cevaplarını beklediğimiz yığınla sorun var. Mesela Kayalp tarafından “büyük proje” olarak gerçekleştirilen Kanalizasyonun hâlâ art sarsıntıları devam ediyor ki Mağusa bu kanalizasyon çalışmaları sırasında bombalar yemiş Kobani’ye döndüydü… Kısaca hâlâ asfaltlanmamış delik deşik yollar, kapatılmamış çukurlar, trafik işaretleri yoksunluğu ile her gün onlarca araba kazasına neden olmaya devam ediyorlar!
Mağusa’yı kadersiz halleri ile daha önce de yazıyorduk. Mesela: Ne bir kent olabildi ne kasaba! Ne üniversite kenti olabildi ne turizm kenti! Ne sanayi kenti olabildi ne liman kenti! Ne balıkçı yöresi olabildi ne tarım beldesi!
Kaldı ki on katlı apartmanın yamacında villa! İki katlı evin tepesinde apartman! Yani nazım planı yok! Dahası zaten turistik oteli yok, denizi var halkının doğru düzgün yararlanacağı sahili yok!
Bu Mağusa’dan söz ediyoruz! Ve hep üzerine değecek o sihirli değneği bekliyoruz? Dolayısıyla soruyoruz: Daha ne kadar bekleyeceğiz?