KÜBA… Bir yanı 1960’larda donup kalmış, bir yanı açılım yolunda - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
SeyahatSürmanşet

KÜBA… Bir yanı 1960’larda donup kalmış, bir yanı açılım yolunda

nezire gürkan küba

Nezire Gürkan Küba izlenimlerini blogunda paylaştı. “KÜBA… Bir yanı 1960’larda donup kalmış, bir yanı açılım yolunda… Mutlu, kaygısız ama yoksun… Sağlık ve eğitimde dünyaya örnek, turizmde atılım büyük, günlük hayat hantal…”

Yıllardan beri hayalimdi Küba. Birçok insan için öyle sanırım. Nedendir bilinmez, ille de görmem şarttı. “Romantik devrimci” olduğumdan değil, efsanelerle yaşamadım hiç; belki bu farklı rejimi pratikte görme arzumdan, belki hep keyifle yansıyan görüntülerden, purolu kadın resimlerinden, eski klasik arabalarla simgeleşmelerinden. Birçok neden olabilir ama hep çekti bir yanı ve iyi ki çekti; gittim, gözümle gördüm, elimle dokundum, efsanelerin pratiğini yaşadım.


Tabii ki bu gezi diğerlerinden farklıydı. Diğerleri gibi kafama göre yola çıkıp nereye çıkarırsa modunda bir geziye cesaret edemedim. Hem ulaşım güçlüğü, hem bu gizemli adayla ilgili belirsizlikler nedeniyle cesaret edemedim açıkçası. Oysa gidip görünce anladım ki, aslında öylesi de mümkün. Güvenlik sorunu olmayan, adaya ulaşım dışında her açıdan kolay ve ucuz bir ülke. (Turistler için)

Bu geziye, yıllardır Küba’ya grup götüren APEX Tur ile katıldım. Alışık olmadığım şekilde çok kalabalık bir grupla, yaklaşık 50 kişi. Kimi tanıdık, çoğunluk ilk defa tanıştığım insanlar. Ama şanslıydım galiba, sanki özel olarak seçilmiş gibi uyumlu ve dayanışma içinde bir grup. Tur şirketi de tecrübeli olunca, kalabalıkla hareket etme dezavantaj değil avantaja dönüştü.

Yaklaşık 6 ay taksitlerle ödediğimiz Küba seyahati pahalı, zor ve meşakkatli bir yolculuk. Vize şart. Atlantik okyanusunda bir ada Küba. Üstelik ABD’nin etkin ambargosu altında. Larnaka çıkışlı seyahatimizde iki aktarmalı uçuşla toplamda 15 saat havada kaldık. İlk durak Atina, oradan Madrid ve ardından Küba’nın başkenti Havana (Habana). Larnaka-Atina uçuşu yaklaşık 1.5, Atina-Madrid 3.5 ve Madrid-Havana 10 saat. Uçakları sevmeyenler için çok uzun görünebilir ama ben gibiler için abartılı bir süre değil. Üstelik Madrid’de gece konaklayarak, yaklaşık 24 saat tarihi yapısı ve meydanlarıyla ünlü bu kenti soluyarak yola devam ettiğimiz için yolculuk daha keyifli oldu. Dönüş yolu da aynı ve böylece toplam 12 günlük seyahatin 4 günü gidiş-geliş yolda geçti.

Havana’ya, Kübalıların ifadesiyle Habana’ya inince ilk izlenim, meydanın boş olmasıydı. Ambargonun etkisiyle ilgili ilk gözlem yeri oldu havalimanı. Gerçi birçok ülkeyle hava ve denizden bağlantılar var, ABD’yle bile ambargoya rağmen ilişkiler son 10 yılda kısmi açılıma uğramış ama belli ki daha alınacak yol var. Havalimanı 1960’lardan kalma gibi. İstanbul Yeşilköy havalimanının ilk haline benzettim. Güvenlik üst seviyede ama bina hantal. Bir diğer ilk izlenim de, ambargoların etkisiyle sokakların karanlığı oldu. Havalimanından otele ulaşım yolunda sokaklarda, binalarda neredeyse yanan ampule rastlamadık veya yananlar da voltaj sorunu nedeniyle sönük ışıklardı.

Toplam 8 günlük Küba gezimiz başkent Havana ile sınırlı olmadığı için karanlıktan aydınlığa, yoksunluktan bolluğa, doğanın zenginliğinden insan dokusuna kadar geniş çerçevede gözlem imkânı bulduk. Örneğin havalimanı hantal ama hızla artan dev binalar, gökdelenler şeklindeki oteller ışıl ışıl. Benzin istasyonları neredeyse kapalı veya bizim 1960’lar tipinde ama diğer yandan lüks arabalar, taksiler de görmek mümkün. Genel olarak bakıldığında 1960’larda donup kalmış, diğer yandan kontrollü açılım yolunda veya arayışında. Kontrollü, çünkü Küba’da her şey veya çok şey devlet kontrolunda. Sadece okullar, sağlık kuruluşları değil, oteller, bankalar, otobüsler, limanlar, gemiler, restoranlar da. Devlete ait veya devlet ortaklı. Özellikle otellerde ortaklıklar yaygınlaşmış, örneğin yüzde 51 devlete ait, geri kalan İspanyol şirketlerin hisseleri.

Çalışanların çoğunluğu da (kimine göre yüzde 80, kimine göre yüzde 90) devlet memuru. Maaşlar 20-30 dolar bandında (aylık). Otel çalışanı, rehber, otobüsün şoförü, doktor, hemşire, öğretmen, hepsi devlet memuru. Özel işletmeler, restoranlar, özel çalışanlar da var ama çok sınırlı. Veya devlete çalışıp bir süre sonra özel mülkiyet edinenler var. Mesela devlete ait araçla taksicilik yapıp şartları yerine getirmesiyle 12 yılda aracın sahibi olanlar var…

Puro yapımını/yetiştirme ve sarılmasını görmek için ziyaret ettiğimiz bir çiftlikte, arada kaçaklar olmasına rağmen üreticiyle devlet arasındaki bağın kooperatifler olduğunu anlattılar. Devletin verdiği toprakta devletin denetiminde tütün ekiyorlar, alım garantili. Devlet bu tütünle, tamamen el emeğiyle üretilen puroların yüzde 90’ını alıyor, geri kalan yüzde 10 da o çiftlik tarafından sen/ben gibi turistlere pazarlanıyor örneğin.

Havana dışında, Cienfuegos, Trinidad, Santa Clara, Varadero gibi muhteşem kentlere de gittik tur kapsamında. Bazılarında gece konaklamalı, bazılarını genel bir turladık. Bu kentler asırlık geçmişleri olan, uygarlıklara ev sahipliği yapan, tarihi yapılarıyla koruma altında, turizmin göz bebeği konumunda. Santa Clara aynı zamanda, Küba devriminin en önemli cephesi ve devrimin liderlerinden Ernesto Che Guevera’yı efsaneleştiren kent. Che’nin dev mozolesi de burada.  Sırf burası, binlerce, hatta milyonlarca turist için tek başına çekim noktası. (10 milyon nüfuslu Küba’yı yılda 5 milyon turistin ziyaret ettiği söyleniyor)

Bu tarihi ve turistik kentlerde 30 dereceyi bulan sıcakta okyanusta yüzme, yunuslarla dans etme, bir çok küçük adadan biri olan Cayo Blanco’ya katamaranla seyahat gibi geziyi renklendiren bir dizi etkinlik sığdırdık.

Gezinin ilginç duraklarından biri de, Havana’ya yaklaşık 3 saat mesafedeki Vinales Vadisi oldu. UNESCO dünya mirası listesinde bulunan bu muhteşem vadi, tütün tarlaları, duvar resimleri, mağaralarıyla nefes kesici. Zaten buralar eko turizm bölgeleri. Hani yolu göze alıp tekrar gitsem, konaklamayı düşündüğüm bölge. Evlerde konaklama imkânı veren, yerli halkla iç içe, asırlık ağaçların gölgesinde bir bölge. Dev kayaların altında yer alan mağara da suyla kaplı. Maceralı bir yolculukla botlarla bu mağarayı gezme imkanı bulduk.

Ünlü Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in Havana yakınlarındaki balıkçı köyünde bulunan, şimdilerde müzeye dönüştürülmüş evini ziyaret ise heyecan vericiydi. Birçok kitabını yazdığı muhteşem çiftlikte 20 yıl yaşamış ünlü yazar ve burada hayatını kaybetmiş. Bölgeyle o kadar özdeşleşmiş ki, sürekli gittiği restoran on yıllardır yemek yediği masayı rezerv olarak tutuyor.

Kaç kilometre yol kat ettik bilmiyorum ama gezdik, gördük, dokunduk. Sadece tarihi yapılara, eski sokaklara, yeni ve modern binalara,  muhteşem doğaya, anıtlara, ünlü konser ve tiyatro salonlarına, Che efsanesine, tropikal iklime değil; günlük yaşama, sokak aralarına da tanıklık etme imkânı bulduk.

Bakış açısına göre değişebilir ama benim gözlemlerim bu efsane adanın hâlâ gizemini koruduğu yönünde.

Son 10 yılda açılımlarla birlikte kısmi olarak yumuşasa da keskin ABD ambargosu nedeniyle akaryakıttan gıdaya birçok konuda sıkıntı var. Ama bazı malzemelerdeki sıkıntıların ambargo kaynaklı olmadığını düşünüyorum. Mesela en büyük sıkıntı sabun, şampuan, kalem, tuvalet kâğıdı. Havalimanında bile, kapıda oturan ve bahşiş isteyen kadın veya erkek memurun kestiği 3 dilim kağıtla tuvalete girmek zorundasınız. (Veya tecrübeliyseniz çantanızda tuvalet kâğıdı taşırsınız). Sokakta, her yerde sabun isteyen insanlarla karşılaşırsınız. Hatta sabun verince (ön bilgimiz olduğu için çantalarımızda bolca bulundurduk) karşılığında puro alabiliyorsunuz. O kadar değerli yani sabun. Ve insan düşünmeden edemiyor; bu muhteşem doğada sabun veya tuvalet kağıdı üretimi bu kadar zor mu! Bu yoksunluk acaba ambargo kaynaklı mı, yoksa devlet hantallığının sonucu mu!

Aynı şekilde otelde kahvenizle bahçeye çıkmak istediğinizde çalışanın müdahalesiyle karşılaşabiliyorsunuz. Önce tepki gösterirsiniz, ama işin aslını öğrenince çalışan haklı. Çünkü o fincan, o memura zimmetli.

Bunlara bakınca Küba halkı yoksul mu diye bir soru aklına gelir sanırım herkesin. Yıllardır sorulan, tartışılan, hatta istismar edilen bir konu. Sanırım yoksul değil de yoksun demek daha doğru. Çünkü temel ihtiyaçları, hele de sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaç devlet kontrolu altında. Doğumundan ölümüne ücretsiz sağlık, üstelik sağlıkta dünyaya örnek bir ülke. Kanserin aşısı için çalışan bir ülke. Dünyaya, farklı bölgelere hekim gönderiyor, hizmet veriyor. Üstelik sağlığı en ucra yerleşim yerlerine kadar vatandaşının ayağına götürmüş. Eğitimde de örnek, tüm nüfus okur yazar. Ayrıca toprak devletin, gıda için de karne veriliyor. (Gerçi gıda dağıtımının yapıldığı birkaç mekâna bakma imkânım oldu, son derece sınırlı ürünler var.) Bu durumda yoksulluk değil de yoksunluk demek daha doğru sanırım. Ve bu özetlediğim şartlar, kaygısız hallerinin de nedeni sanki. Nasılsa devlet bakacak, okutacak, aç/açıkta kalmayacak…

1959’daki devrimle birlikte devletleştirilen eski Amerikan arabaları ve sokak aralarındaki purolu kadınlar yanında devrim liderlerinden Che Guevera da ülkenin simgelerinden. Hatta ikonik lider denebilir. Devrimin öncüsü, devrimden sonra da yıllarca devlet başkanlığı yapan Fidel Castro ile ilgili anıt, heykel, mozole yok (kendi istememiş) ama Che her yerde. Santa Clara’da asker tarafından korunan, içeriden fotoğraf çekmenin yasak olduğu dev mozolede gömülü Che. Katledildikten yıllar sonra getirilmiş buraya kemikleri. Anıt Kabir benzeri denebilir. Dışta dev, çok etkileyici bir heykel; mozole içindeyse silah arkadaşlarının resimleri yanında çocukluğundan hekimliğine, devrim mücadelesinden ailesine orijinal resimler, yazılar, yazışmalar, silahlar, notlar özel olarak korunuyor.

Che’nin yaşadığı ev de müze. Havana’da. Kenti tepeden gören bu mütevazi müze evin bahçesinde ise “Kübalı İsa” heykeli var. Neden Kübalı İsa deniyor; çünkü el hareketini öyle bir yapmışlar, puro tutar gibi…

Tur ayarlanırken 1 Mayıs’a denk getirilmişti. Hani en görkemli, en anlamlı 1 Mayıs işçi Bayramı oralarda kutlanır, ona tanıklık etme arzusuyla; ama akaryakıt yokluğu bu etkinliğin de iptaline yol açtı. Kriz, ambargo o boyutlarda.

Ve ziyaret etmeyi düşünenler için son birkaç not…

-Resmi para birimi Peso, ama hemen hemen her yerde Dolar ve Euro kullanılabiliyor. Mümkün olduğunca küçük banknotlar götürmede fayda var, çünkü tuvaletten müzik gruplarına hemen her yerde bahşiş şart gibi.

-Eğitim dili ve resmi dil İspanyolca. İspanya anavatan konumunda. Son yıllardaki en güçlü ticaret ortağı ise Çin. Artık sokaklarda elektrikli motosikletler görmek mümkün.

-İklim tropikal. Nisan/mayıs ayında sıcak bizim ağustos sıcağı gibi, hatta nemli olduğu için daha yakıcı. Ama her an hava patlar, fırtına/yağmur olur. O muhteşem doğa da bunun kanıtı zaten.

-Yanınızda mutlaka şampuan, sabun ve tuvalet kağıdı, hatta atıştırmalık bulundurun. Ufak tefek işletmeler veya otellerden alış veriş imkânı olabilir ama yolda giderken acıktım, su bulayım, peksemet alayım derseniz öyle bir imkân yok veya çok ender.

-İnternet sıkıntılı. Yaklaşık 10 yıl önce izin verilmiş cep telefonları ve internete, ama çok sorunlu. Oteller sınırlı saatler için şifreli WiFi kullanımı veriyor. Ülkeye girişte telefon kartı almakta fayda var (35 Dolar). Sıkıntılı olmasına rağmen idare eder denebilir.

-Müzik, dans doğal, rutin hayat oralarda. Her yerde müzisyenler var, dans hayatın parçası. Ama her seferinde bahşiş talep edildiğini not etmede fayda var.

Seyahatim öncesi görüşünü sorduğum, yaklaşık 5 yıl önce Küba’yı ziyaret eden arkadaşımın dediği gibi “Küba’da her şey var, hiçbir şey yok…”

Kaynak: KÜBA… Bir yanı 1960’larda donup kalmış, bir yanı açılım yolunda… Mutlu, kaygısız ama yoksun… Sağlık ve eğitimde dünyaya örnek, turizmde atılım büyük, günlük hayat hantal…

Tepki göster
Bayıldım
3
Bayıldım
Huzurlu
1
Huzurlu
Hahaha
1
Hahaha
Üzüldüm
1
Üzüldüm
Hayran Kaldım
2
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar