Tam da yazacaktım. “Eğer bu olağanüstü günlerde bile trafik kazaları olursa” diyecektim… “Çekiverin koronavirüsün kuyruğunu biz iflah olmayız.. Zaten Allah bize kazalardan belalardan kurtulmamız hatta yok yoluna ölmemiz için “trafik kazalarını” hediye etti ki… Böylesi günlerde bile devam etmekte! Yani çılgınlığa devam!..
VE tabi hem Güney’de hem KKTC’de alınan tedbirlere karşın diğer ülkelere kıyasla az da olsa Koronovirüs vakalarında artış olmakta. Bu kadar kısa sürede salgının artmasını görmek beklenen değildi.. Fakat işte tam da bu düşünceden hareketle yazacağım: Önce şunu vurgulayım:
ÖLÜMCÜL virüsün gelecekler yönünden bize nasıl dersler verdiğini… Olayın sadece bir salgın hastalık olmadığını… Ölümcül salgın hastalık haline gelmesi için uygun ortam istediğini… İşte bu uygun ortamı uzun yıllar içinde ve sosyoekonomik politikalarla bizzat kendimizin yarattığını… Bu felaket nedeniyle kabul edip… Gelecekler için yeni yeni tedbirler almazsak… Başımız hiç belalardan kurtulmayacak demektir!.. Çünkü dediğime gelince:
BELKİ çok tekrarladığım için ben bile usanıp bıktım ama 1974 Barış Harekâtından sonra bu küçük toplumunun topografik yapısıyla sorumsuzca oynadık!
Ki itiraf edeyim. Yıllarca “bu kadar minyatür bir nüfusla Devlet olunmaz” diyenlerden biriyim!
Fakat bir yandan da bu iddiamı “nasıl nüfus” sorusuna verdiğim cevapla açıklayarak..
Çünkü İnşaat sektörüyle başlayan işçi talebi yanı sıra zırt pırt kurulan Üniversiteler, öğrenci ihtiyacına düşünce sadece kantarın topuzunu kaçırmadık! Topografik yapımızı, ulusal harsımızı da yozlaştırdık! Şöyle ki:
Siyasi yönden tanınmamış bir devlettik. Hiçbir uluslararası anlaşma ve yükümlülük derdimiz yoktu! Kaldı ki yıllardır doğru dürüst nüfusumuzun ne kadar olduğunu da bilmiyorduk!
Nitekim bugün de nüfus sorunu ne zaman gündeme gelse 400 bin falan diyerek vaziyetleri idare ediyoruz! Fakat bir yandan da bu nüfusu dış ülkelerden “denetimsiz hatta sorusuz sualsiz” gelen bir başka ve yabancı nüfus akışı yoğunluğu altında bırakıyoruz!
ŞİMDİ yeniden saymaya gerek yok ama dıştan aramıza katılan bu kozmopolit nüfusun yarattığı kanunsuzlukları, alışılmadık vakalarının toplum kademelerine yayılmasını, yerli işbirlikçileriyle yeniden kılık değiştirerek “KKTC’nin sorunları” haline gelmelerini önleyemedik hâlâ önleyemiyoruz!
Çünkü bu “toplumsal kabuk değişimine” hazır değildik. Ki insan daha iyisine soyunur, bizse gitgide daha kötüsünü giyiniyoruz!
BAŞA dönüyorum. Devletsek dolayısıyla bu ülke han, hamam, kabile toplumu değilse, kendimizi sadece salgın hastalıklara karşı değil, üçüncü ülkelerden, hatta haritada yerlerini bile işaretleyemeyeceğimiz ülkelerden gelen “öğrenci işçi” kisvesi altındaki insanlardan korumamız gerekir..
Üniversitelerin aralarındaki “öğrenci sayısı rekabetlerinden kaynaklı ve gitgide yarattıkları olaylarla KKTC’e “zararlarıyla yansıyan 3 ülke insanları sendromu yaşadığımızı eğer kabul etmezsek… Bir gün hiç kimselerimiz yarattığımız yaşanamaz KKTC’nin hesabını veremeyecektir!
Koronavirüs tehdidi ve tehlikesi bu ülkeyi yeniden temizlemek için fırsattır. ***
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNİ ERTELEMEK… (1)
Galiba “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertelenmesini” ilk seslendiren “Köşecilerdenim.” Nedeni de ortada zaten:
Bu virüs olayının nasıl ne zaman sonlanacağı bilinmiyor. Oysa seçime sadece 40 günlük diyeceğimiz bir süre kaldı..
Ki bu süreyi zaten Koronovirüs ile mücadele ederek geçireceğiz başka da bir “işimiz” olamaz!
Nitekim hani bazı şairler, “kelimeler, mısralar yetmez anlatmaya” derler.. Artık yaşamakta olduğumuz günler öylesi oldular! Ki bir yanda “can pazarı” var ötede “Cumhurbaşkanlığı seçimleri!”
Kİ propagandası bile yapılamaz! Mesela Sn. Akıncı (her halde meydanlara çıkamayacak) ama örneğin televizyonlardan halka seslenirken “ey halkım eğer seçilirsem koronavirüsün kafasını bir daha kaldırmaması için koparacağım” mı diyecek?
Ki bu koşullarda artık “size çözüm vaat ediyorum” bile diyemez! Kaldı ki malum halleriyle asıl aşılması gereken bir Anastasiadis var önünde!
Keza diğer adaylar Sn. Akıncı’nın inadına, “seçilirsem bir yılda çözümü sağlayacağım” mı diyecekler, deseler kim inanır!
Kaldı bugünkü “şartlarda” belki olağanüstü hal uygulamasına gidilmedi ama her an gidilebilir; seçim lafına bile ters düşer! ***
NEDEN ULUSAL KONSEYİMİZ YOK! (2)
…Buraya kadar gelmişken, “ben söylemedim miydi” deme hakkımda şimdi gene yeri geldi hadi söyleyim.
Rahmetlik Denktaş’tan beridir sağlanamayan çözüm nedeniyle “yanlışlıklar komedisini” oynayan Meclis gerçeğine dayalı “yönetim sistemimizi” sürekli eleştirirken, bir yandan da takıntı haline getirdiğim inatla Rum tarafına bakıp ve örnekleyerek, “neden bizim de bir Ulusal Konseyimiz” olmasın diyenlerdenim..
Kİ şu anda bile Anastasadis gibisi bir lider “yetki ve sorumluluğunu” işte o Ulusal Konsey”den alır.. Yani Rum halkından.. Çünkü o “Ulusal Konsey” Rum toplumunu” temsil eder.. Ki daha başka bir “halk yönetimi” nasıl olur ki?
BİZDE ise tüm Sivil toplum örgütlerine ve faaliyetlerine karşın “siyasi irade ile tek karar mercii sadece bir kısım seçmen tarafından göreve getirilen iktidarlardır. Yani orada “halk iradesi” yoktur! Ulusal Konsey bu nedenle ihtiyaçtır..