Katliam yapan bir manyağın ideolojisi – II - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

Katliam yapan bir manyağın ideolojisi – II

Bekir AzgınBekir Azgın

Avustralyalı katilin kurban sayısı 51’e yükseldi.
Katilin adını niye yazmadığımı sordu bazı arkadaşlar. Adının bilinmesinin gerekli olduğunu sanmıyorum. Adını tarihe yazdırmak amacıyla zemzem kuyusuna işeyen adamın adını kim bilir ki?

Buna karşılık, Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’e hayran kalmamak mümkün değil. Öldürülenlerin yakınları ile kucaklaşarak onlarla birlikte göz yaşı döktü. İnançlarına olan saygısını göstermek için siyah bir yemeni ile başını örttü. Onu gören kadın polisler aynı şekilde başlarını örttüler. Ellerinde yarı otomatik tüfekler, başlarında yemeni.
IŞİD, kameralar önünde, önlerinde diz çökmüş insanların kılıçla kafalarını koparırken biz Müslümanlar ne yaptık? Ben, göze çarpan bir şey yaptığımızı anımsamıyorum. “Bunlar İslâmiyeti temsil etmez” diyerek ellerimizi yıkadık. Halbuki Shakespeare’den beri biliyoruz ki kanlı elleri Arabistan’ın tüm kokuları bile temizleyemez.


Ardern, başını örtmekle yetinmedi. Ülkedeki silâh satışlarını değiştirmek için parlamentoya bir yasa tasarısı sundu. Kanımca ondan daha önemlisi, parlamentoda yaptığı konuşmayla, Facebook başta olmak üzere, katliamı naklen yayınlayan ve beyaz ırkçılığı yapan mecraları suçlamasıydı.
Başbakan Ardern, üzerine basa basa, uluslar arası bu kuruluşların yaptığı işin postacılık olmadını vurguladı ve bunların yayın yapan herhangi bir televizyon veya gazete gibi sorumlu olduklarını ve bu şirketlerden hesap soracaklarını belirtti. Bu konuyla ilgili olarak yasal düzenleme yapılacağını söyledi. Onun arkasından Avustralya başbakanı “Bu mecraların silâh gibi kullanılmalarını önlemek yönünde yasal düzenlemeler yapmalıyız” açıklamasını yaptı.
Pabucun pahalı olduğunu gören Facebook, bu konuşmadan birkaç gün sonra, bugüne kadar gözden kaçan ve üzerinde durulmayan beyaz ırk üstünlüğünü savunan ideolojilere bundan sonra Facebook’ta izin verilmeyeceğini açıkladı.

Bu manyak katilin silâhlarının üzerindeki isimlere bakıldığı zaman şu hususlar özellikle dikkati çekmektedir: Birincisi, Bu silâhların üzerinde büyük bir müslüman düşmanlığı yatmaktadır. İkincisi, burada derin bir tarih bilgisi bulunmaktadır. Hayran kalmamak mümkün değil. Üniversite eğitimi bile almamış birinin bu derin bilgiyi nasıl elde ettiği anlaşılır gibi değil. Adam ya geceli gündüzlü tarih kitapları hatmetmiş veya bu tiplere belli bir havuzda bilgi veren tarih profesörleri mevcuttur. Bunlar da o havuzdan avuç avuç alıp hem susuzluklarını gidermekte hem de nefretlerini sulamaktadırlar. Üçüncüsü, herifçioğlu, silâhına yazacağı ismin hangi ulusa bağlıysa o ulusun alfabesi ile yazmıştır. Kullandığı alfabelere bakıldığı zaman insan, bu delikanlının üç-beş dil bildiğini sanır.
Silâhlarının üzerine yazdığı isimlerin hepsi de, şöyle veya böyle, Müslümanlara karşı belli bir başarı kazanmış insanlardır. Avrupa Hristiyanlarını en çok rahatsız eden İslâm ülkesi Osmanlı imparatorluğu olması nedeniyle bu isimlerin çoğu Osmanlılara karşı savaşmış kişilerdir.

Bunlardan biri de III. Vlad veya Vlad Tepeş (1431-1476) yani Kazıklı Voyvoda olarak bildiğimiz Eflak prensiydi. 1442 yılında Vlad ve küçük kardeşi Radu rehin olarak Edirne’de alıkondular. Bir süre Fatih’le birlikte eğitim gördüler.
1444 yılında babaları Vlad Drakul, Osmanlılara ihanet edip Haçlı ordusuna katıldığı için prensler, kimi kaynaklara göre Eğrigöz kalesinde, kimi kaynaklara göre de Tokat kalesinde hapsedildiler.
Yeni Zelanda katliamından sonra yapılan araştırmalarda tarihsever katilin Türkiye’ye geldiği, Tokat’a gittiği ve Kazıklı Voyvoda’nın hapsedildiği kaleyi ziyaret ettiği saptandı. Hatta kaldığı oteldeki odasının penceresinden kale görülebiliyormuş. (Bu bilgiler Türk medyasından alınmıştır. Ne kadarı doğru bilemem. Ama hayret edilecek nokta, katilin tarih merakıdır.)

Tepeş, daha sonra, Fatih’in de yardımlarıyla Eflak voyvodası oldu ve vergisini bizzat kendisi gidip sultana takdim eder oldu. Biraz kanatlanınca vergiyi elçiyle göndermeye başladı. Daha sonra Macaristan kralı ile anlaşma yapınca vergi ödemez oldu. Bu arada gerek kendi halkına gerekse Türklere gaddarlık yapmaya başladı. Kendi ifadesine göre 24 bin Bulgar ve Türk öldürmüş, 20 bin Osmanlı askerini de kazıklara geçirmiş.
Voyvodanın acayip zevkleri vardı. Kazıklara dizdirdiği insanların arasına dizdirdiği masalarda yemek yemeye ve iniltiler eşliğinde şarap içmeye bayılırmış. Bazan şarap niyetine insan kanı içermiş. Yemeğe davet ettiği insanların karınlarını doyurduktan sonra masalarla birlikte onları ateşe verir ve gürül gürül yanmalarını seyredermiş. İnsanların açılan yaralarının üzerine tuz ekeler ve keçilere yalatırmış.

Bebek emziren anneleri de pek severmiş. Bebek emzirildikten sonra annenin memelerini keser, oraya bebeğin başını sokar, sonra da, ikisini birden aynı kazığa geçirirmiş. Böylece odundan tasarruf etmiş olurdu. Bazan da özel imal ettirdiği bir kazanda insanları kaynatırken çığlıklarını müzik gibi dinler, onları iyice pişirdikten sonra çocuklarına yedirtirmiş. Adamın bu konulardaki hayal gücüne diyecek söz yoktu.
Trabzon’dan döner dönmez Fatih ordusuyla Eflak’a yani Romanya’ya yöneldi. Tepeş, yakalanmamak için Macaristan’a kaçtı. Fatih onun yerine küçük kardeşi Radu’yu voyvoda atayıp İstanbul’a döndü.
Kazıklı Voyvoda, 1475 yılında tekrar Eflak’ı ele geçirdi ama ertesi sene yapılan savaşta öldürüldü ve kafası kesilerek Fatih’e gönderildi.

Daha sonra korku romanlarına ve filmlerine konu olan Drakula, işte bu herifti. Katilimizin onu örnek alması anlaşılabilir bir durumdur. Gaddarlık ideolojilerinde epey benzerlikler bulunuyor.
(Meraklısı için not: Devam edecek.)

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar