Dilimize pelesenk oldu: “Hemen çözüm!” “Acele çözüm!” “Mutlaka çözüm!”
Eee, nasıl olacak bu çok acele çözüm? Cevabı hazırdır: “Müzakere masasında!” İyi de eğer çözüm olmuyorsa o “masadan” dolayı olmuyor! Çünkü Rum tarafının önerilerini Türk tarafı kabul etmiyor, Türk tarafının önerilerini de Rum tarafı kabul etmiyor. Zaten ne dedikti? İki taraf da önce “anlaşmamak” için “anlaştılar” sonra “masaya” oturdular!
Buna karşılık baş müzakereci Eroğlu “ivedi çözüm” demeye devam ediyor. Tutun ki dünya siyasi çevrelerine “ne kadar çözüm yanlısı olduğumuzu” ispat etmenin bir politik çağrısıdır. Anastasiadis’li Rum tarafını töhmet altına itmek de cabasıdır!
Tabi “hemen çözüm isteriz” çağrılarının bir zararını görmedik. Çünkü bu güne kadar kimseler çıkıp da “o kadar çok çözüm istiyorsanız öyleyse Anastasiadis’in önerlerini kabul edin olsun” demedi!
Ya bir gün derlerse! Nitekim eğer bizim “ivedi çözüm” çağrılarımızı destek vermeden suskunlukla karşılıyorlarsa, demek ki şimdilik bitaraftırlar! Pekala yarın bu suskunluklarını bozmak gereğini duyarlarsa? Kimler mi?
Başta Ban Ki-moon. Ardından AB’liği kodamanları! Amerika’nın yeni dünya kepçesi Biden’ı! Rusya’sı! Garantör ülke İngiltere! Uzaklarda da olsa BM-GK’inde daimi üye oluşu öneminde Çin! Bu ülkelerin Anastasiadis’li Rum tarafına dönüp, “hadi bakalım artık gevezeliği bırak, Türk tarafının çözüm çağrılarına olumlu cevap ver bu sorun bitsin” diyeceklerine emin misiniz?
Yahut, “Eroğlu’nu daha çok üzmeyin. Hemen çözümü gerçekleştirin” mi diyecekler?
NAKARATA DÖNMÜŞ ÇÖZÜM İSTEKLERİ: Kendimi kenara çekmiyorum. Ben de ikide birde “çözüm isteriz” diyenlerdenim. Bu söylemim kulağıma çok da hoş geliyor!
Sonra oturup düşünüyorum: “İyi ama nasıl çözüm?” El yordamı ile bir şeyleri ortalara koysam da bunların bir tekinin Anastasiadis’in önerileri ile asla örtüşmediğini görüyorum. O zaman neden “çözüm de çözüm” dediğimi sorguluyorum, hiçbir sonuca varamıyorum!
Toplum katlarında da ister bireysel ister örgütsel olsun. “Çözüm de çözüm” diyenler Rum ahbapları ile onca aşna fişne ilişkilere karşın bu “çözüm” dedikleri ismi var cismi yok Zümrüt’ü Anka kuşunu yıllardır bir türlü “barış güvercini” yapamadılar ki uçursunlar! Çünkü:
BU SAVAŞ VAROLUŞ SAVAŞIDIR: Bu karakterdeki kelimeleri “ne demek varoluş savaşı” tepkisinde beğenmeyebilirsiniz!
Fakat kabul edin. Bu bizim değil. “Kıbrıs Helen’dir Helen kalacaktır” diyen Rum halkının savaşıdır! Onlar “büyük idealarının” uğruna savaştıkları içindir ki Kıbrıs Türk halkı da yenik düşmemek için savaşmaktadır. Dün bu savaş kanlı canlı tankla topla tüfekle olduydu. Bugün müzakere masasında oluyor! İki savaş arasındaki tek fark da bu oluyor.
VE EKLEYELİM. İvedi çözüm isteriz laflarının ne Rum tarafında ne de BM’lerle AB ve ilgili öteki ülkelerde tırnak kadar kıymet’i harbiyesi yoktur. Zaten hepsi de Türk tarafının Anastasiadis’in önerlerini kabul etmesini beklemektedirler ki çözüm olsun ve bu belâdan kurtulsunlar! Yani “ivedi çözüm” derken sakın ola Türk tarafı leyhine bir siyasi alan yaratılacağını sanmayın!
Aksine sık sık bu iki kelimeyi “nakarat” haline getirmek ne kadar kötü durumda olduğumuz bu nedenle çözüm istediğimiz imajını yaratır! Bundan da yine Güney Rum Yönetimi yararlanır!
O “ivedi çözüm” yerine, bir zamanlar Papadopulos’un da söylediğince, “fonksiyonel çözüm” yahut “her iki tarafın adadaki çıkarlarını gözetecek bir çözüm” gibi söylemleri ile siyasi dilleri çok daha somut ve anlaşılır sloganlar tercih edilmelidirler…
**********
KISACA TAKILDIKLARIM: (MEMLEKETTE KAVGALI OLMAYAN İKİ KİŞİ BULAMAZSINIZ Kİ “İŞ” YAPILDIĞINI DA GÖRESENİZ!
Sorunların altında eziliyoruz. Buna karşın fesi de yere vurmuyoruz! Mesela Erdoğan geldi gitti ya. Arkasından söylediğimiz bir tek cümle kaldı akıllarda: “Hükümetin su ile birlikte elektrik akımının geleceğine yönelik bir kararı var mıdır?”
İşte şu anda “Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan’la ilişkilerimiz düzelmez” dediği Azerbaycan ziyaretinden hemen sonra dün de Galler bölgesinde NATO zirvesine katılan Erdoğan’ın KKTC’nin gök kubbesinde kalan aksisedası bu “elektrik akımı” olayı oldu! Güler misin ağlar mısın?
Neredeyse El Sen başkanı diyecek ki “ne elektriğini isteriz ne de suyunu!” Zaten kaç zamandır her ikisi de sorgulanıyor!
Tuhaf memleket olduk. Erhürman bir yazısında “hem topal hem fodul” olduğumuzu söylediydi. Bizde “fodul” kelimesi kullanılmaz ama “hem topal hem sağır yahut kör” çok kullanılır!
ÖTE YANDAN: Birisi UBP’li Cumhurbaşkanı Eroğlu diğeri CTP’li Başbakan Yorgancıoğlu! Hâlâ Genel Polis Müdürü’nün atamasını yapamadılar çünkü koltuklarında oturdukları makamları devletin çıkarları için değil, “iktidar muhalefet rekabetinden” kalma sürtüşmeler için kullanıyorlar! Öyle de olunca atlar tepişirken çimenler eziliyor!
Fakat yetmiyor: Sonunda Eroğlu şu “organ nakli konusunda açıklama yapmak zorunda kaldı.” Çok kısaca aktarıyorum:
“Hükümet yeni bir Organ Nakli Yasası yaptı. Ben bir kere şunu söyleyeyim: Maalesef Meclisimiz ve hükümetimiz ne içtüzüğe ne de Anayasaya göre hareket ediyor!” (Bana göre büyük itham çünkü çiğnenen Anayasa!”) Devam ediyorum. “Cumhurbaşkanlığı Anayasa ve İçtüzük gereği yasaları incelemek durumundadır. İadesi gerekirse yeniden görüşülmesi için iade edilir. Cumhurbaşkanının iade ettiği yasalar ivediliği nedeniyle öne alınır ve on beş gün içinde görüşülüp yeniden cumhurbaşkanına gönderilir. Maalesef arkadaşlar görüşmediler ama! Meclisin de yetkisi vardır. Komisyonda görüştürmeden Meclis Genel Kurulunda görüştürür ve Cumhurbaşkanına iade eder. Bunlar yapılmadı! Ya ne yapıldı? Bakanlar Kurulunda Yasa gücünde kararname çıkartıldı… Şimdi bu yasayı 15 bilemediniz bir ay içerisinde bana iade etmeleri gerekirken, gazetelerde reklamı yapıldı!..”
Bu alıntıyı neden yaptım: İşte Cumhurbaşkanı, işte Başbakan dolayısıyla Hükümet ve İşte Meclis! Bakın bakalım o Anayasa ve İç hukuk denen KKTC’nin kalbi ve beyni olması gereken organlar nasıl çalışıyorlar! Maazallah eğer bedeninizde böyle bir uyumsuzlukla işlevsizlik olsa, topu diker öteki dünyaya yolculuk yaparsınız!
E bizim memleket maşallah mayalı! Anayasa baba yasa vız gelir tırıs gider. Yine de Eroğlu diyor ki “Organ Nakli Yasasına ihtiyaç vardır. Bu yasayla politika yapılması yanlıştır ama. Maalesef bunun içine de siyaset girmiştir.”
Yine de iyi diyorum: En azından memlekette “Organ Nakli” konusunda bir mutabakat sağlandı! GELELİM ŞU MAĞUSA LİMANLAR ŞİRKETİ SORUNUNA: Bugüne kadar milyon dolarlık araç gereç sahibi olduğu Limanlar şirketi kimselerin umurunda olmadı.
Oysa bu şirket evvel emirde Genel Kurul bile yapamayacak on iki kişilik Yönetim Kurulundan ibaret kaldı. (Bu arkadaşlardan bazısı ile hemen her sabah kahvede konuşuyoruz. Mesela dün kendilerine söylediğim şuydu. “Hadi gene iyisiniz! Reytinginiz yükseldi bir anda KKTC’nin en çok konuşulan insanları oldunuz.” Hep birlikte gülüştük…) Ne var ki olayın kendisi gülünecek gibi değil çünkü artık Şirketin Genel Kurul yapacak üyesi kalmadı, kendini çoktan fesih etmesi daha doğrusu bu limanın çoktan özelleştirilmesi gerekiyordu! Bunları görmeyenler alelacele vatandaş yapılıp şirkete üye yazdırılanları gördüler ve kıyametler koptu!
Tekrar ediyorum: Başta Ulaştırma Bakanı Mağusalı Kaşif. Limanın ne durumda olduğunu bilmiyor muydu? Bu Şirketin hangi koşullarda nasıl çalıştığını da mı bilmiyordu? Bir gün bir yerlerden çatlayıp patlarken etrafı darma duman edeceğini de tahmin edemiyordu? Mümkün mü?
Eee niye onca hükümet ve sorumlu bakanlar yıllar geldi geçerken bu limanla ilgili soru sual etmediler? İki yüz yetmiş kişi ile kurulan Şirket şu kadar sayılık Yönetim Kurulundan ibaret kalırken neden denetimini yapıp hukuki yönden yapılması gerekenler yapılmadı?.
Fakat ne yapıldı? Vakta ki şirket zülfiyare dokundu ve de Hükümeti töhmet altına soktu ne kanun kaldı hatırlatmadıkları ne de “kabul edilemez” lafları!
İŞTE MEMLEKETİMİN MANZARALARINDAN BİR BÖLÜM: İnsanlarla uğraşmayı hiç sevmedim. Uğraşmam da. Fakat bu ülkede tek bir iş yapılmazken bir tek icraat vardır: “insanların insanlarla uğraşması!” Olumlu veya olumsuz fark etmez! Bu Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık kademelerinde de Bakanlıklar kademelerinde de STÖ’lerinde de ötesi tüm irili ufaklı iş insanları arasındaki ilişkilerde de değişmez tek “Kıbrıslılık huyudur!” Ne huy ama! “Kurusun mu diyelim!”