Hemen çözüm yanlılarına soralım: (Yıllardır süren iki toplumlu etkinlikleriniz çözüme ne kadar yardımcı oldu?) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Mart 28, 2024
Köşe Yazarları

Hemen çözüm yanlılarına soralım: (Yıllardır süren iki toplumlu etkinlikleriniz çözüme ne kadar yardımcı oldu?)

Bir zamanlar hani yükseklerden uçan kartaldık ya… Konuşmuşluğumuz olurdu “komşularımızla.” Tercüman vasıtası ile tabii… Lafı döndürüp dolandırıp bu adada bize nasıl “değer biçtiklerine” hangi model çözüme layık gördüklerine getirir, sorardım…
Çok kısaca yazayım: Kem küm ederlerdi! Çünkü birbirimizin gözlerinin içine bakıp konuşurken şunu söyleyemezlerdi: “Bu ada bizimdir. Siz azınlıktaki fakir bir cemaatsiniz. Eğer bir çözüm olacaksa bizim egemenliğimizde olacak… İnanın böyle bir çözüm olduğunda barış içinde yaşayacağız…”
Bunu söylemedikleri için şunu söylüyorlardı ama: “Bu iki halk eskiden birlikte yaşarlardı. Şimdi neden yine birlikte yaşamasınlar. Bizi birbirimize kırdıran dış güçlere inanmayalım. Biz Kıbrıslılarız, Kıbrıslılar olarak kendi çözümümüzü kendimiz sağlayacağız…”
MERAK EDİYORUM. Türk Rum liderlerinin masa başında anlaşamadıkları… Ankara ile Atina’nın sorun konusunda uzlaşmaya varamadıkları… Önceleri Çekoslavakya, şimdilerde Slovakya Elçiliğinin yirmi beş yıllık iki toplumlu toplantı ve çözüm arayışlarının hep sonuçsuz kaldığı… BM’lerin, AB’nin ve Amerika’nın çabalarının çözüme yardımcı olamadığı gerçeklerde… Türk-Rum sivil toplum örgütleri Kuzey’le Güney arasında mekik gibi gidip gelirlerken, konuşup koklaşırlar, toplanıp kaynaşırlar, barış şarkıları söyleyip ikili etkinliklerde “çözüm” sloganları atarlarken… Bu güne kadar kulaklarda yankılan “çözüm isteriz” laf’ı güzafına karşılık “nasıl bir çözüm modeli” istedikleri konusunda uzlaşıya vardılar mı?
ÇÜNKÜ: Bugüne kadar hiçbir STÖ’den “çözüm isteriz” deyişinin dışında “biz şu şu model ve maddeleri içeren şu çözümü isteriz” açıklaması yapıldığını, ne işittim ne de gördüm! Pekala ama bu “iki toplumlu etkinliklerde” ne konuşuyor, nasıl çözüm tasavvurlarında uzlaşıyor, Kıbrıslılar olarak nasıl bir hedefte buluştuklarını bilmek hakkımız değil mi? Hatta Eroğlu’nun Anastasiadis’in, Ankara’nın, Atina’nın, AB’nin ABD’nin de…
MESELA: biz her Allahın günü bıktırıp usandırdığımız halde nasıl çözüm istediğimizle başlarız yazımıza! Doğru veya yanlış! Pekala onca STÖ’ü Güneyi mesken tutarken “hemen şimdi çözüm” derken, neden o çözüm şeklini, iade edilecek Rum mülklerini, Kuzey’in ne kadarının bizim ne kadarının Rum’un olduğunu söyleyip açıklamazlar? Biz bunları bilir, yazar, söyleriz de yıllardır içtikleri su ayrı gitmeyen Türk Rum STÖ’lerin fedakâr ve cefakâr “barış havarileri” mi bilmez? ALLAH ALLAH! O zaman bir araya geldiklerinde ne konuşurlar? “Müzakerecilerin çözüm konusunda anlaşmaları gerektiğini mi?” STÖ’leri olarak “barışçı çözüme” katkıda bulunmak, yan yana gelip şarkı türkü söyleyip, “birlikte hemen çözüm için” sloganları atarak yollarda yürümeyi mi?
KISACA: Eğer çözüm konusunda ellerinizi taşın altına sokuyor ve yanıyorsanız gösterin görelim! Nasıl çözüm istediğinizi söyleyin öğrenelim! Aksi halde “iki toplumlu ilişkilerinize” siyasi mastürbasyonunuz olarak bakacağız çünkü yıllardır bu “ikili ve Eurolu” uğraşlara” karşılık ne müzakerecilere yar oldunuz ne de çözüme katkıda bulundunuz! Doğru değil mi ama?

**********      
Bir karış toprak kalana kadar! (Rant ekonomisi hiç bitmeyecek!)

Dün iki nedenden “dalgalansın da durulsun” dedimdi! Bizim olmayan “mülk” nedeniyle bir, bizim olmayan “para” nedeniyle iki!
İkisi de 1974’te ele geçirilen ve kırk yıldır nesilden nesle devredilen miraslardı!
İkisi de davalıktı ve hâla sonuca bağlamadılardı!
İkisi de şaibeli ve töhmetliydi fakat ne hesabını soran vardı dolayısıyla ne de veren!
İkisi de her an kucağımızda patlayacak pimi çekilmiş bombalardı! Nitekim:
“ÜLKESEL FİZİKİ PLANIN” BUGÜNE KADAR YOKLUĞUNU SORAN OLMADIYDI! Kırk yıldır! Rum’dan devralınan bu memlekette kimselerin umurunda olmadı! Ne yağmalanan mülkü ne de bu yağmaya dayanan rant ekonomisi! Ne “yağma Hasan’ın böreği” olduğu için tutanın elinde kalan topraklar, evler, tesisler ne de gasp edilen sahiller! Ne bataklıklara bile dikilen apartmanlar ne de sahillerden dağlara kadar doldurulan villalar! Ne tarım için ayrılması gereken toprakların iskâna açılmaları ne de bu nedenle oluşan çarpık yapılaşmalar!
KİMSELER GIKLARINI BİLE ÇIKARMADILARDI! Ne İnşaat Müteahhitleri Birliği ne de Kıbrıs Türk Mimar Mühendis Odaları Birliği! Tabi ne de ilgili Devlet birimleri ile yetkili ve sorumlu Bakanlıklar!.. Yıllarca bu memleketin medyası “çarpık yapılaşmaların, sahillerin nasıl villalarla halka kapatıldığının, ipotekli arsalar üzerine inşa edildiği için tapuları verilmeyen konutların, doğanın hoyratça harcanmasının feryatlarını kopardı! Kimseler tınmadı!
NE ZAMAN Kİ BIÇAK KEMİĞE DAYANDI: Ve de artık “en azından elde kalanları kurtaralım” dendi. Ve de bunun için denetimsiz gelişmeyi önleyip “verimli kullanım ile büyümeyi hedefleyen “Ülkenin Fizik Planlaması” yapıldı, yapılıp uygulamasına geçilmek istendi… O da ne? Dört yıldır bu planla ilgili çalışmalar yapılırken taraflarına dönüp bakmayan “Birlikler…” “Olur mu” dediler! “Yaptıklarınız eksik ve yanlış! Kaldı ki siz Şehir Planlama Dairesi olarak tek başınıza bu yükü kaldıramazsınız!”
Sivil toplum örgütlerini de yanınıza almanız gerekir!
Kaldı ki siz yapılaşmaların önünü tıkıyorsunuz!
Kıyı bölgelerini atıl duruma sokuyorsunuz!
Memleketin gelişim ve büyümesine set çekiyorsunuz!
Sormadan, iş birliği yapmadan, STÖ’lerini devreye sokmadan kendi başınıza iş yapmaya çalışıyorsunuz!
VE ANLADIK Kİ: Bu memlekette tek karışlık boş toprak, sahil kaldığı sürece, dileyen dilediği yerde konut da yapacak, villa da apartman da…
İhtiyaçtan değil! İştahası asla bitmeyen parasal rantından dolayı! Ve geliyoruz Paraya!


**********      
Kısaca takıldığım: (Kırk yıldır pastanın dilimlerini pay etmekle iştigal ediyoruz!)

Başbakan Bülent Ecevit’in Maliyecisi Ziya Müezzinoğlu’nun fetvasıydı: “Bir Kıbrıs lirası eşittir 36 Türk lirası!” Adamın amacı Rum parasını rezil rüsva edip yerlerde süründürmekti! O 1974’ün fetvasından bu yanadır “bizim olmayan Türk lirası” ile oynuyoruz! Hem de ne borsamızın ne hisse senetlerimizin ne altınımızın ne de darphanemizin olmamasına nanik çekerek oynuyoruz!” Hem de dünyasal paralarla: Dolar, Euro, Sterlin! Buna karşılık “Devletin Hazinedarı” Zeren Mungan müjdeler veriyor. “Az kaldı! Kendi ayaklarımız üzerinde kendi kamu görevlilerimizin maaşlarını kendi kaynaklarımızdan sağlayacağız…”
Nasıl sağlayacağını yavaş yavaş öğrenmeye başladık: “Ali’nin külahını Veli’ye Veli’ninki Ali’ye giydirerek!” Robin Hood gibi zenginden alacak fukaraya verecek!
Şaka bir yana: Ben kendi hesabıma ayaklarımızın üzerinde durmaya da sosyal adalete dayanan bir maaş koordinasyonunun sistemleştirilmesine de her zaman saygı duyarım. Ancak asgari ücrete mahkûm olanlar kaderlerine terk edilirlerken, Kamu Görevlileri kademelerinde “hayat pahalılığı ödenekleri” ile yeni ayarlamalar yapılmaya çalışılmasına çok da akıl erdiremem! Tutun ki öyle geldi böyle gitmektedir lafını da beğenmem! Kamu hizmetlerinde ve maliyesinde reformlar yapıp köklü tedbirler alınmadan palyatif tedbirlerle zevahiri kurtarmaya yönelik icraatlara da ciddiyetle bakamam!DOLAYISIYLE: Tüm bu yapılmaya çalışılanlar 1974’den beridir TC’den gelen pastanın (paranın) Kamu Görevlileri arasında pay edilmesidir derim! Kimilerine daha büyük dilim kimilerine daha küçük dilim! Ötesi nanay!

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar