HAZİRAN AYINA KADAR ÇÖZÜM OLUR MU? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 16, 2024
Köşe Yazarları

HAZİRAN AYINA KADAR ÇÖZÜM OLUR MU?

Düşüncenin “körü” olur mu? Niye olmasın! Bilmeden, yaşamadan, öğrenmeden düşünmeye kalkarsanız olur! Ki bu saydıklarım bizatihi “düşünce melekesidir.” Bu nedenle:
Tarihi boyunca birlikte yaşamadıkları…
Zaten asla kendi egemenlikleri ile adaya iki halk birlikteliğinde sahip olamadıkları…
Oldukları zaman da üç yıl bile dayanamayarak birbirleri ile kavga edip savaştıkları…
Kıbrıs’taki bu iki halkı BM’ler devralalı beridir “birleştirmek” tasavvurunda yırtınıp durmaktadır!. Bu nedenle de her defasında başarısızlığa uğramaktadır!
GELELİM SONUNCU ÇABAYA: Eskiden gramofonlar vardı. Plağı koyardınız çalardı. Bazan iğnesi takılır ayni yerde ayni sesi çıkartarak sürekli dönerdi. Bu görüşmelerde de bilin ki plak “barışçı çözüm” lafına takıldı bir santim ileri gittiği yoktur!
Buna karşın Rum tarafı değil, fakat Türk tarafına baktığınızda bu müzakereler haziranda bitti bitecek! Değil mi ki Kıbrıs Türk halkı barışçı çözüm istiyor! İşte size haziran ayına kadar bir yol haritası. Haa, Rum’un henüz öylesi bir yol haritası yok çünkü “çözüm umurlarında bile değil.” Şu anda istedikleri tek şey Güven Yaratıcı Önlemlerin lafzına uygun olarak Türkiye’nin Maraş’ı kendilerine iade etmesi. Ondan sonra “baba, oğul, kutsal ruh” artık sırada ne varsa!
NİYE BÖYLE AYKIRI DÜŞÜNÜYORUZ: Düşünce körü olmadığımızdan! Bir kere bu müzakereler yanlış başladı. Çünkü:
BİR: Ne BM ne Ankara ne de AB ile Kıbrıs’taki Türk liderliği Türk tarafının 2004’deki referandumda “evet” buna karşılık Rum’un “hayır” dediğini dikkate almadılar!
İKİ: Niçin almalıydılar? Rum tarafının büyük oranda “barışçı çözüm” şansını “hayır” demekle dinamitlediği için! Dolayısıyla masaya 1960’tan beridir tüm müzakerelerde oynadığı hep o “mağdur” rolüyle değil; bu kez “cıvıklık yapan” taraf olarak “cezalı muamelesinde” oturması gerekirdi! (Ki Rum tarafı Kıbrıs Cumhuriyeti’nden beridir bir yandan adanın “tek devleti” oluşunun tüm avantajlarını kullanırken öte yandan “Türk halkı ve Türkiye tarafından saldırılara uğradığını, topraklarının elinden alındığını bu nedenle mazlum ve mağdur duruma düştüğünü” senaryo yapmış tiyatrosunu oynamakta, dünya alem de bunu kör gözleri ile yutmaktadır! Nitekim bu kez de müzakerelere bu tiyatro ile başladı.)
ÜÇ: Anastasiadis tek egemenliği dayatırken Türk tarafının bunu “barış ve çözüm” için adeta şartsız kabul etmesi yanlış oldu! Ki hata Talat’la Hristofyas görüşmelerinde de olmuştu. O süreçte de Türk tarafı “olmazsa olmazımdır” diyeceği “kırmızı çizgilerini” masaya koymamış, sadece Rum’un önerilerine “evet, hayır” tepkisinde karşılık vermiş dolayısıyla başarısızlığa toslanmıştı!
DÖRT: Ne olacaktı Türk tarafının kesin koşulu? Belki Tek Egemenlik başlığı altında vardır ama şu anda müzakerelerin seyrine baktıkta Anastasiadis’in hiç de bu taahhüdünü yerine getirmek niyetinde olmadığını görüyoruz? O da neydi? Kendi içlerinde de iki egemen bölge! Kısaca Kuzey’in Güney, Güney’in Kuzey tarafından delinemeyeceği, fasarya çıkartıp barışçı çözümü yıkamayacağı, iki bölgeli, iki devletli federasyon!
BAKIN AB’YE! Yirmi yedi devlet var ama yirmi yedi bayrak, yirmi yedi millet, çizilmiş sınırlarının asla değiştirilmesine kimsenin tırnak kadar tahammülü ve izni olmadığı yirmi yedi ayrı devlet… Tipik bir konfederasyon…
Eee, peki ama dünya aleme çözüm gelip Kıbrıs’a uğradığında mı “hadi sizi Birleşik Kıbrıs yapalım” efkârı basmaktadır? Nitekim hep şunu söylüyorlar: “Zaten eskiden de öyleydiniz!” Dur da anlat ki “hayır öyle değildik.” Rum her devirde tüm adayı yutmak için uğraştı Türk de hep benim de bu adada hakkım vardır diyerek topraklarında tutunmak için öldü…” Şimdi yine ayni tiyatro sahneleniyor: “Ne yapıp eyleyip Rum’u Kuzey’e taşıyacakları bir senaryo ile tabii! Bilin ki bu kez de müzakerelerin lafzı budur!      
**********
GEÇEN HAFTAYA HÜZÜNLE BAKIYORUM (ÇÜNKÜ TANIDIĞIM O GÜZEL İNSANLARI KAYBETTİK)

Ölenle ölünmez derler ama pek de öyle değil. Sevinmek kadar üzülmek de bir insanlık hasletidir. Hele ölenler, Kuzey’in küçük nüfusu içinde adları ile sanları halka mal olmuş insanlarımızsa…
Hepiniz de biliyorsunuz. Büyük tirajlı gazetelerimizden birinin o tiraj nedenlerinden birisi de ölüm duyurularıdır. İnsanlar artık günü gününe kimin öldüğünü, ölenin kimlerden olduğunu, niçin öldüğünü, yaş haddinden mi yoksa bir trafik kazası, yahut hastalık sonucunda mı öldüğünü öğrenmek için büyük bir merak duyuyorlar.
Birbirilerimizi tanıyacak kadar küçük bir toplum oluşumuzdan mı yoksa git gide bir meraka dönüşmesinden mi bilmiyoruz. Fakat insanlar için doğanların sevinçleri değil, ölenlerin üzüntüleri çok daha egemen bir “duygu” olarak yükseliyor.
Yoksa diyorum artık insanlarımız ölenlerle kendi ölümleri olasılığını mı özdeşleştiriyorlar. Kim bilir! Fakat gerçek şu ki ölen o güzel insanlarımız nedeniyle “geçen hafta” çok hüzünlüydü.          
**********
GEÇEN HAFTA BİR KUŞKU DAHA VARDI: (ÇİFTÇİ KÖYLÜ BÜYÜK TEDİRGİNLİK İÇİNDE)    

Geç gelen yağmurlar ne çiftçiyi sevindirdi ne narenciyeciyi. Ve bir kez daha anladık ki “çiftçinin bahçecinin, seracının, hayvancının” kaderi önce doğanın sonra devletin elinde ve hükmündedir. Doğa yar olmazsa kuraklık, hastalık; devlet tedbir almazsa batış! Bu yıl bu gerçeği daha iyi görüp anladık. Yağmur yağmazsa tohumu ekmenin, kuraklık olmuşsa hayvan beslemenin ne kadar rizikolu olduğunu ve de devlet bu olasılıklara karşın tedbir almazsa toprağa bağlı insanların nasıl mağduriyetlere düştüklerine bir kez daha tanık olduk.
Mesela sadece çiftçi kuraklıktan dolayı eğer bu yıl alacağı olan 20 milyon TL’yi alamazsa mazbata mağdurlarına yeni mazbata mağdurları ulanacaktır.
NARENCİYEDE SORUN DEVAM EDİYOR: Bir süre önce Köşemizden ayazlattığımız Narenciyedeki konsantre sorunu hâlâ devam ediyor çünkü tesis yetersiz! Mevcut tesis konsantre imal etmek için yirmi dört saat çalışsa bile ayda ancak 10 bin ton narenciye işleyebilir. Oysa işlenecek narenciyenin 46 bin ton olduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla Mersin’deki tesislere de aktarılacak, maliyetler artacak!
PATATESTE DE SORUN VAR. Üstelik ne kuraklıkla ne de tesisle falan ilgisi yok. Bu defa sorun devlet ciddiyetsizliği! Yetiştiren Güney’den tohumluk patates getirip ekiyor. Sonuçta KKTC’nin ihtiyacı ile ihracata yetip artan 700-800 ton patatese karşılık, 25 bin ton fazladan patates üretimi gerçekleşiyor!
Nitekim Patates Üreticileri Birliği Başkanı Ahmet Yeşilada “eğer Güney’den bu ithalat durdurulmazsa tek patates üreticisi kalmayacak çünkü 80-90 kuruşa mal edilen ürün bu fazlalıklar nedeniyle 30 kuruşa satılıyor” diyor!
DEVLET NE YAPIYOR? Önce yazalım. O Güney’den tohumluk patates alımları bal gibi popülist tutumlar sonucudur. “Ver izni, kap oyu!” İkincisi hâlâ patatesi muhafaza edecek soğuk hava deposu desteği yoktur! Yani patates üreticisi de Allah’ınan canına kalmıştır!
Eee, memlekette biri “sarı altın” denilen Narenciye diğeri dünyada pek az ülkede görülen ve yılda iki kez üretimi yapılan çok kaliteli patatesten beklersiniz ki murat göresiniz! Oysa hâlâ 1974’ün ahkâmlarını sürdürüyoruz.
TEKNOLOJİ derseniz geçen hafta ADSL çöktüydü. Gerçekte çöken devletin yahut gelip giden hükümetlerin hâlâ bu adada “nelerin öncelikli” olarak ele alınıp çözümlenmeleri gerektiğinin metodik ve disiplinli beceriye sahip olamamalarından kaynaklanan çöküşleridir…
NEYSE Kİ MECLİS HAREKETE GEÇTİ: Deniyor ki kamu yararı görülen konular önceliğe alınacaktır. Çok iyi olacaktır. Çünkü belli olmuştur ki ne TC ile hazırlanan ekonomik ve mali protokoller bir işe yarıyor ne de “öncelikli sorunlar” gündeme geliyor. Umut edelim ki bu karar olumluya yönelik bir değişim yaratır.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar