“Haklıyım dediğimin üzerinden 60 yıl geçti. Bu süre içinde haklılığım hakkı bakın nasıl tecelli etti:
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda “yürümez” dedimdi. Üç yılda yıkılıp gitti!
“RUMLARDA bu Türk düşmanlığı varken, bu düşmanlığı kiliseleriyle liderleri sürekli artırarak azdırıp büyütürlerken, bu adada ne barış olur ne çözüm” dedimdi. Evet hiç olmadı! Aksine 1963 Kanlı Noel’i ile KC’ini Yunanistan’a bağlamak için EOKA’yı yeniden harekete geçirdilerdi.!
“1967 Normalizasyonuyla” barışın yeniden tesis edilebileceği umudu yeşerdiydi.. 1977-79 Türk ve Rum liderlerinin BM’ler gözetimindeki “Doruk Anlaşmaları” gerçekten de bu umutları tazelediydi.. Fakat sonuçta her iki çözüm alternatifi de Rum liderliği yani Makarios ve Kleridis tarafından reddedildiğinde bir kez daha anladıktı Rum tarafına güvenilemeyeceğini!
ARDINDAN bir başka çözüm fırsatı yakalandıydı. “Adını BM’ler Genel Sekreterinden alan “Gali Fikirler Dizisi!” Rum tarafı bunu da reddeder dedimdi.. Öyle oldu!
VE kaçınılmaz “son” geldiğinde yıl 1974’tü. Olay biliniyor: Kıbrıs Cumhuriyeti ortaklığından kovulan Türkler, bu kez Rum-Yunan ikilisinin 1974’de Makarios’a yönelik darbe girişiminde tümden “yok” sayılarak ada resmen Yunanistan’a ilhak edilmek istendi.. Türkiye “Barış Harekâtı” ile müdahale etmek zorunda bırakıldı ada Kuzey Güney olarak resmen ikiye bölündü..
BINA karşın hem Türkiye hem Kıbrıs Türk liderlikleri “iki bölgeli federasyon” oluşturulması için büyük gayretler gösterdi. Her zamanki gibi “boşuna çaba” dedimdi. Çünkü bu insanlar nesillerinden nesillere süren “nefret” duygularında
Türkleri sevmiyorlardı!
Nitekim Annan planında da gördük: “Hayır” dedilerdi..
VE gelelim şu kapılar olayına: 2004 yılında açıldıydı. Uğraş verenlerden biriydi Raif Denktaş.. İki halkın Kuzey’den Güney’e, Güney’den Kuzey’e geçmeleri, birbirleriyle alışveriş etmeleri, hatta iki toplumlu etkinlikler oluşturmaları çözüm konusunda yeni umutlar doğurduydu.. İsviçre’ye bu umutlarla gidildi Fakat Rum tarafı Crans Montana’da bir kez daha “hayır” dedi kalan çözüm umutları kırıntılarını da süpürüp çöpe attı..
…YILLAR itibarıyla tüm bu siyasi gelişmeler olurken Kıbrıs Türk halkı olarak Rum’un Türk düşmanlığıyla beslenen tüm bu aykırılıklarına, Doğu Akdeniz’de bize yönelik hasmane ve dışlayıcı tutumlarına karşın…
YA biz ne yaptık? Nasıl bir cevap verdik mesela şimdilerde korona virüsünü bahane ederek dört sınır kapısını kapatan.. Kapatmakla yetinmeyip “açılması için eylem yapanların” üzerine gaz bombaları atıp su sıkan… Barikatı geçmeye çalışanları Rum polislerin copladığı şu son olaylarda?
Bir kez daha ve yarım asrı aşkın süre sonra Rum’dan yine dayak yedik!
***** ULUSAL HARSIMIZI KAYBEDİYORUZ!
…Dün “8 Mart Kadınlar” günüydü. Ki artık kendi kadınlarımızın hak hukukundan çok, Türkiye’den ve üçüncü ülkelerden aramıza katılan “kadınlar”dan söz ediyoruz..
Çünkü topografik yapımız bozuldu! Mesela artık sabahın köründe “tarlaya” giden, akşamüzeri hayvanları yemleyip sağan kadınlarımız yoktur! Zaten artık topraklarımızda erkekler de yoktur! Tutun ki “işveren” olduk. Ağıllarımızdaki hayvanlarımıza bakan, tarlalarımızı bahçelerimizi sürüp eken, sebze meyve piyasasını ellerinde tutan “çalışanlar” ya TC’den ya Türkmenistan’dan, Uzakdoğu’dan gelen üçüncü ülke insanlarıdırlar..
Tutun ki Kıbrıs Türk halkı az zamanda çok ve büyük işler yaptığını, “patron, işveren” durumuna geçtiğini zanneder oldu! Oysa olan hem Kuzey’de hem Güney’de 3. ülkelerden gelen kadınlı erkekli (fakat) ucuz ve kaçak işçileri çalıştırmaktır! Ötesinde hiçbir şey olmadı!
ŞÖYLE ki artık o fukara üçüncü ülke kadınlarının KKTC’de evlerimizin temizliğinden hastalarımızın bakım ve refakatlerine kadar yapmadıkları iş yoktur!
(Kİ ülke dışından gelen bu “kadınlar” söz konusu olduğunda, istismarları da türlü çeşitli olaylarla günlük haberler haline gelmektedir. Tutun ki fuhuş kaçınılmaz sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.)
SON zamanlarda bu “yapısal değişime” çok sık değiniyorum. Çünkü korkuyorum. Mesela şu gerçeğe bakın: “Yirmiyi aşkın üniversiteye karşın artık ülkede gitgide büyüyen üniversiteli işsizliği var ki yüzde yirmileri aşmakta..
Buna karşın bir de ayni üniversitelerin öğrencileri yönünden şu gerçeğine bakın ki nereden nereye geldik:
GEÇEN hafta Sağlık Bakanlığının bir açıklamasına göre KKTC’de korona virüslü olan 3. Ülkelerden bin 800 öğrenci bulunduğunu öğrendikti. Bu öğrenciler Iran, Irak, Güney Kore, Çin gibi ülkelerden gelmşler…
BEN bu olaya bir de Korono Virüsü ötesinden baktım. Çünkü sadece DAÜ’nün açıklamasında 40 ülkeden öğrencisi vardır bilgisindeyiz!
PEKİ ama siyasi yönden tanınmamış, dolayısıyla üniversitelerinin ne kadar kaliteli oldukları belirsiz, üstelik KKTC’de konsoloslukları bulunmayan onca ülke öğrencileri, neden haritada bile işaretleyemeyecekleri Kuzey’e geliyorlar?
Kİ renklerinden dolayı bu öğrencileri inşaatlarda, lokantalarda, bahçe temizliklerinde, hatta esnaf ve zanaatkârların yanlarında çalışırken görmek artık doğal hale geldi..
Fakat bir yandan da KKTC “artan kanunsuzluklarla” yokuş aşağı yuvarlanıyor.. Bu nedenle dikkat diyorum. “Kendimize ait ulusal harsımızı” kaybediyoruz!