“Elimden tut yoksa düşeceğim” - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

“Elimden tut yoksa düşeceğim”

Ahmet OkanAhmet Okan

Böyle şubat aylarıydı kış uzun sürerdi.

Sabah vakitleri her taraf günlük güneşlik lakin çok ötelerden parçalı bulutlar görünürdü, belli ki bulutlar toplanacak tekmil gök griden gri bir renge bürünecek ve yağmurlar boşalacaktı.


Böyle zamanlardı gök gürler, yağmurlar yağar, ta Lüzinyanlardan kalma taş surlar ıslanır, ara sokaklar yağmurun sesini dinlerdi…

Yağmur üzerine şiir yazmayan şair yoktur herhalde.

Attila İlhan “Yağmur Kaçağı” adlı şiirinde şunları söyler:

Elimden tut yoksa düşeceğim
Yoksa bir bir yıldızlar düşecek
Eğer şairsem beni tanırsan
Yağmurdan korktuğumu bilirsen
Gözlerim aklına gelirse
Elimden tut yoksa düşeceğim
Yağmur beni götürecek yoksa beni

Okullar şubat tatilini bitirir öğrenciler sınıfları doldururdu, sınıfların camları sisli puslu, böyle havalarda öğretmenlerin anlattıklarından çok yağmurun sesine kulak verilirdi Lefkoşa Türk Lisesi’nin bahçesi göllenirken.

Yağmur yağarken aklı başka yerde olan öğrenciler de vardı, gözlerini uzağa verirler bir hayale ıslanırlardı, Turgut Uyar’ın şiirindeki gibi:

Önce sesin gelir aklıma
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm
Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli
Sonra cumartesi günleri gelir
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak

Böyle şubat aylarında ve böyle yağmurlu havalarda şehir sanki bir şey anlatırdı, ya da bir türkü çağırır gibiydi, ya da ne bileyim işte öyle bir şey.

Kim şehrin yağmurlu sesine kulak verirdi?

Kim anlardı söylenenleri?

Belki sadece kuşlar anlardı ıslak şehrin ne demek istediğinden.

Eğer anlamasalardı bir yerlere sinip dikkatlice dinlerler miydi yağmurun sesini?

Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur gecelerin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli
(Gülten Akın)

Yağmur yağarken ve mevsim böyleyken Girne Caddesi tenhalaşır, birkaç bisikletli ve birkaç araba telaşla gidip gelir, esnaf dükkanlarının içine çekilir, yağmurun dinmesi beklenirdi.

Nasıl olsa bulutlar parçalanacak, çok geçmeden güneş yüzünü gösterecekti; havada yanık kestane kokusu.

Dediğimiz gibi sabah vakitleri ortalık günlük güneşlikse, ikindi vakitleri yağmurlu geçerdi ve tekrardan akşama doğru güneş neredeyse batmaya hazırlanırken parçalı bulutların arasından görünürdü ki böyle vakitlerde güneşin batış anında bu eskitilmiş kentin panjurları ve toprak kiremitleri altın suyuna batırılmış gibi parlardı.

Böyle anlarda belki de iki kaçamak sevgili bir tabyanın başında birbirlerine fısıldaşırlardı:

“Elimden tut yoksa düşeceğim.”

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar