Başından beri “kabul” dedik: İki halk bu adada iki komşu olarak yaşarlarken ne ikili ilişkilerden kaçınabilirler ne çözüme varılamadığı sürece müzakerelerden..
Nitekim 2004’den beridir bu ikili ilişkilerle müzakereler devam ediyor.
Olay siyasileri de aşan bir realitedir. Çünkü “halkların” kendi inisiyatiflerinden doğan refleksleri vardır. Örneğin artık marketlerde Güney’den alışverişe gelen Rum aileler görüyorum. Uzun zamandır, (Güney’e de geçmediğimden) Rumca konuşan insanlara rastlamamıştım.
Şimdilerde marketlerin raflarındaki eşyaları inceler, dikkatlice fiyatlarına bakıp kaç yuro olduklarının hesaplamalarını yaparlarken Rumca konuşmalarını işitiyorum.. İçimden “bunlar bizim komşularımız” dediğim bu insanlara yardımcı olmak geçiyor. Aramızda olmalarından hiç gocunmuyorum. Hatta sadece döviz vurgunları döneminde değil, sadece alışveriş için de değil.. Keşke diyorum her vesile ve olayla aramızda olsalar. İnsan ilişkilerinin “insanca” sürdürülmesinin kime ne zararı oldu ki faydasından gayrı…
Ancak geriye dönüp baktığımda müthiş bir yeise kapılıyorum.. Bu iki halkın geçmişinde kan, ölüm, göç, ırkçılık, gözyaşları var! Savaşlar var ki hâlâ yaraları kanamakta!
ÜSTELİK şunu söyleyemiyorum: Her iki halk da suçluydu! Hayır!
Türk halkı hiç suçlu olmadı!
Hiç saldıran, öldüren, yıkan, yakan olmadı! Bugün bile onca çaresizlik karşısında “Türkiye”ye bağlanmak istemedi. Bu uğurda yapmadı mücadelesini.. “Ayrı devlet” dedi…
BİR de şu anda marketlerdeki Rumca konuşmaları işitirken “ne kadar hoş” diyebildiğim, onlara yardımcı olabilmeyi istediğim Rum komşularımıza bakın!
1958’den beridir bize kan kusturdular! Kaç kez affettik bin beterini yaptılar! Birlikte üniter Kıbrıs Cumhuriyetini kurduk, yıktılar!
Noel gibi kutsal günlerinde, kiliselerinde ibadet edeceklerine Türk halkına saldırdılar! Banyolarda bebeler katlettiler. Evler köyler yaktılar!..
Ve sonunda Makarios’un da çağrısıyla, 1974 Barış Harekâtına davetiye çıkardılar. Adayı ikiye böldüler. Kendimizi, “işte o zaman Türkiye’nin korumacılığında güvende hissettik!”
BU olayların sorumlu ve yetkilileri olan Rum lider ve Eokacılarının çoktan divanı harbe verilmesi, İnsan hakları mahkemelerinde çoktan yargılanıp mahkûm edilmeleri gerekirdi..
Aksine! Güney tüm adanın tanınmış devleti, BM’ler ve AB üyesi olarak saltanat sürerken, Türk halkı hâlâ ezdiriliyor!
HA müzakereler başlayacakmış da… Çekiverin kuyruğunu gitsin. Kuzey’i sıkı tutun. Bir kez kayarsa ayaklarımız, bu topraklarda Filistin’den beter oluruz..
**********
YAPILAŞMAYI NASIL ÇARPITTIK VE ÇARPILDIK!
Dün topraklarımızdan akıtılmaya başlanan sularımızdan, kooperatifçilikten, hâlâ sürüp giden hatta 1974’den kalma sorunların bile devam etmekte olduğundan söz ettim.
Buna karşın kafamın bir köşesinde kalmış bir buruk düşüncenin sızısını duydum! Ki ilk zamanlar çok seviniyordum:
ŞÖYLE ki Ne zaman göklere doğru çok katlı bir bina yükselse ne zaman mahallelerde yeni evler inşa edilse, otellerimiz çoğalsa seviniyordum..
Çünkü diyordum ne kadar çok inşaat olursa bu topraklara o kadar sağlam basarız. Bu topraklar o kadar daha çok bizim olur.. Kimse bizi bir daha göçe zorlayamaz, kimse söküp atamaz…
KANTARIN topuzunu kaçırdık ama! Aynen Üniversiteler furyasında olduğu gibi! Sonuçta her iki “kurumu” da dejenere ettik!
Şu anda üç dört kentimizden birinde bir okul, bir hastahane inşa etmek isteseniz bir karış toprak bulamazsınız! Bulsanız da “koskoca devlet olmanıza karşın” satın alamazsınız, çünkü ranta düştü!
ARTIK mahallelerde çocukların bir araya toplanıp oynayabilecekleri bir karışlık boş arsaları da kalmadı.. Basit bir olay gibi görünür ama büyük bir eğitim sorunudur! Artık çocuklar apartman katlarında ya ellerindeki cep telefonlarıyla oynamakta ya televizyon izlemekte.
Köy çocukları bu konuda daha şanslıdır diyecektim de köyler de boşandı! Gençlere ev yapmaları için arsa dağıtıyorlar ama gençler kentlerde memur!..
Böyle gelişmişlik olamazdı ki zaten kısa sürede adını koydular. “Çarpık yapılaşma!”
HAYIR: Bunlar “çarpık yapılaşmalar” değiller. “Çarpık imar iskân ve inşaat olaylarıdır!” “Çarpık yapılaşma” bizatihi devletin kendi bünyesindeki, başında da ifade ettiğim, sürüp giden sorunlardır..
Hadi bunların ikisine takılayım:
**********
KISACA TAKILDIKLARIM: (BELEDİYELER SORUNU!)
Hani bazılarını birleştirecektiniz? Yıllarca söylendi, önerildi ama tırnak kadar girişimi olmadı..
Hayır sorun “birleştirilselerdi daha mı iyi olacaktı” değildi! Sırf “zaten birleştirilecek” denirken memleketteki tüm belediyeleri atıl duruma sokacak beklentilerde, sırt üstü yatıp batmalarını seyretmekti!
Mesela Mağusa belediyesinin “kadrosuz istihdamları” sorununu bilmeyen mi vardı? Yenierenköy belediyesinin çoktan mayna ettiğini görmeyen mi vardı? Öte yandan:
ÜNİVERSİTELERİMİZ mi? Şimdi dıştan gelen öğrencilerle ilgili bazı tedbirler alındı ama yararı olacak mı? Çünkü bu ülkede “denetim mekanizmaları” ya çalışmıyor ya çalıştırılamıyor!
Memlekette 2016-2017 rakamlarına göre şimdilerde 17 olduğu söylenen üniversitelerimizde toplam 93 bin 292 öğrenci varmış. Bunların KKTC’li olanları sadece 13 bin 617 öğrenci. 3. Ülkelerden gelenler 27 bin 538 öğrenci… Ki çoğunlukla denetime tabi olacaklar da bu 27 binlik öğrenci potansiyelidir!.. Hadi görelim bakalım o denetimi!