BÜTÜN İYİLER GİTMEK İÇİN ACELE EDER - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Pazar, Nisan 28, 2024
Köşe Yazarları

BÜTÜN İYİLER GİTMEK İÇİN ACELE EDER

Ahmet Ertoprak’ın değerli anısına
Bundan birkaç ay önce bir arkadaşımı ziyaret ettiğim zaman komşu evdeki zerdali ağacının onun bahçe duvarını aşarak meyelerini sunduğunu görmüştüm. Bir sonraki ziyaretimde ise o dalların kesilmiş olduğunu şaşkınlıkla farkederek arkadaşıma ağacın dallarına ne olduğunu sordum. Aldığım yanıt sanki bir toplumun değişimini, bozulmasını hatta fenalaşmasını sunuyordu önüme. “Biz yemeyelim diye dallarını kestiler”…
Bu cümleye inanamadığımdan sorduğum sorular nerdeyse yarım saat sürdü. En sonunda komşu duvarı aşıp da “onların” olan meyveleri “başkaları” yemesin diye kesen komşu olabileceği fikrini kabullendim. O an arkadaşıma “bize ne oldu böyle?”, “biz hangi ara böyle bozulduk?” dedim. Benim çocukluğumun komşuları, insanları mahalleli çocuklarla okulumuza ya da okuldan çıkıp evimize giderken yolun üzerinde çocukların kesebileceği meyve ağaçlarını ilaçlamazlar hatta güler yüzle bize “çocuklar, göz görür can çeker, çekinmeden kesin-yeyin” derlerdi…


Sabah soğuğunda kimse okula araba ile gitmezdi. Evden çıktığımızda her mahallede çoğala çoğala giderdik okula, sohbetle, muhabbetle, dostlukla. O zamanda atılan dostluk köprüleri bizi çok sağlam yerlere götürdü sonradan. Bizim evden birkaç yüz metre ileride işte böyle bir komşu yaşardı. Bahçesinin önünden her geçtiğimizde mevsimin meyvelerinden sunardı bize Münür Dayı. O zamanın çocukları mahcup, çekingen olurdu. Annelerimizin tembihiyle almak istemezdik canımız çekse bile.  Münür Dayı’nın bahçesine olan özenini herkez bilirdi. Hala oradan her geçtiğimde o bahçede ağaçlarıyla uğraştığını görür gibi olurum.  Onun cömertliği ve meyvelerini bizlere sunması belki de bugünlerimize gelirken bizi biz yapan değerlerin oluşmasına da katkı yapmıştı. Biraz ilerideki evlerinden çıkardı eşi Sadet abamız. Her zaman şakacı ve güler yüzü ile ne zaman oraya gitsek bize birşeyler ikram etmeye çalışırdı.  Biz böyle komşular arasında büyüyen insanlar olarak, gün gelip de ağaçların dallarının meyvelerini başkaları yemesin diye kesilmesini nasıl sindirebilirdik?



İşte geçenlerde erken yaşlarda kaybettiğimiz, arkadaşımız, yoldaşımız, çocukluğumuzu birlikte geçirdiğimiz Ahmet Ertoprak bu güzel insanların oğluydu. Sadet abla ve Münür abi’nin. Hani dünyada kötüye bir şey olmaz derler ya, onu kanıtlarcasına oldu bu vefat yine. İyilerin hep erken gittiği bu dünyada temsil ettiği değerler ile dünya yüzünden güzel bir insan daha eksildi. Bu kötü dünyaya kalıp “gazzık çakıp” daha çok kötülük yapsın diye uzar sanki bazı inşaların hayatı. İnsanın isyan edesi geliyor. 
Ahmet benden bir yaş büyüktü.  İlkokulda sonradan oluşturacağımız arkadaş çevremiz belirlenmişti bile. O yaşlarda başlayan arkadaşlığımız hayatımızın bu zamanına kadar hep artarak devam etti. Birlikte ilkokulu okuduk. Lise çağlarında artık bir takım gibiydik. Birlikte büyüdük, aynı zamanda evlendik.  Çocuklarımız oldu yakın yaşlarda. Sonra okul aile birliğine girdik; okulumuza, çocuklarımıza faydalı birşeyler yapabilmek için. Yıllarca orada birlikte çalıştık. Mert, sözünün eri, kimseye yan gözle bakmayan, dürüst, insancıl, şakacı, kötü günde koşup gelen, iyi günde alkışlayan bir güzel insandı. Ortak paydamız çoktu. Mormenekşe maçları, 23 Nisan törenleri, balolar, çocuklarımızın doğum günü partileri, müsamereler, diploma dağıtmalar, oğullarımızın antremanları, maçları, babalar ve oğullar maçları ve daha neler neler. Onca anı , onca paylaşım geride kaldı. Cenazesinde yüzlerce insan koşup geldi onun için. O anı görünce beynim bunu algılamak için zorlandı. Sanki bir yerdeydik ve Ahmet yine o müzip tavrıyla gelecek ve hep birlikte yine fotoğraf çektirecektik.  Ahmet’in fotoğraflarının büyük bir çoğunluğunu çekti eşim Veral. Meğer fotoğraflar ne kadar değerliymiş. Nereye gitse eline aldığı fotoğraf makinesi ile meğer anılarımızı ölümsüzleştiriyordu, bunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Her sosyal olayda şimdi bakıyorum da ya çocuklarımız ya biz birlikteydik.  Şimdi o bütün iyiler gibi erken davrandı.  Oğlucuğu Doğuş ile birlikte uluslararası futbol turnuvasına katılmak üzere İzmir’e gitmiştik. Oğlum Onurkan’la ikisini benim üzerime yazmıştım. Ahmet oğlu ile gelmeyi çok istemişti. O zaman ben hastalığının bu kadar ilerlemiş olabileceğini anlamamıştım henüz.  Çok tedirgin gönderdiler oğulların. Orada 9 gün çok güzel günler yaşadık. Ahmet ve Fatoş benimle gittiği için oğlu bir nebze de olsa rahatlamışlardı. Anne oğuldan farksızdırk orada. Oğlucuğu ile ilgili yazışmaları, konuşmalarımız hala telefonumda duruyor. Sanki her an yine çevrim içi olup seslenecekmiş gibi….
Bu mücadeleyi verirken güzeller güzeli insan eşi Fatoş, Ahmet’in en büyük şansıydı. Bir de kardeşleri. Tüm ailesi, anne babalarından devraldıkları değerler ile  kenetlenerek mücadele ettiler bu pis hastalıkla. Fatoş son ana kadar yoldaş oldu Ahmet’. Onunla güldü, onunla ağladı. Onunla kanepede yattı. Bütün hayatını ona adadı. O güçlü, o muhteşem kadın şimdi çocuklarına hem ana hem baba olacak.
Babam öldüğünde ben tam Doğuş’un yaşındaydım. Kardeşim Hasan ise küçük kardeşi Doğa’nın.  12 yaş yaşanılan herşeyi saklayabilecek bir yaş. Bir ara kesit. Hayat boyunca babamıza bu kadar bağlanmamız, anmamız o yarım kalan yaşamını bizim hayatlarımıza katmamızla başlamıştı. Bazı insanlar unutulmayı haketmiyorlar çünkü. Kısa ömürlerine o kadar güzel şeyler sığdırıyorlar o kadar sevgi dolu oluyorlar ki belki de pek çok insanın kocaman ve uzun ömründe nasip olamayacağı şeyler oluyor bunlar.
Bu yazıyı çok zor yazacağımı biliyordum. Genç yaşta aramızdan ayrılan can dost Ahmet’i dengeli bir şekilde yazmak imkansızdı. Gözyaşları içinde yazıyorum bu yazıyı. Son günlerinde gördüğüm görüntüsü kalmadı aklımda hiç. Hep güzel zamanlarımızda, gülerek, şaka yaparken geliyor gözlerimin önüne. Onu öyle saklıyorum.
Ahmet’in son anına kadar ona hayatlarını adayan ailesinin, artık hayatı iki kişilik üstlenen Fatoş’un, son ana kadar abisi için herşeyi yapan Şifa’nın,kardeşten farksız Hüseyin’in ve de Sinan’ın, şu an dünyanın en büyük acısını yaşayan Sadet ablamın,  arkadaşlarının, köyümün, hepimizin başı sağolsun.
————————-
Bütün iyiler gibi çok acele ettin be arkadaşım. Bizi eksilterek, bu kötü dünyada azaltarak gittin. O ilkokul çağlarında yürüdüğümüz yolların,  o güzel komşuların,  dostluğumuzun, kardeşliğimizin, paylaştıklarımızın, çocuklarımızın ve bu dünyada insanı insan yapan bütün değerlerin  hatırıyla o gülümseyen fotoğrafını hep saklayacağım yanımda. Hatta adını bir yerde yaşatmak için çalışacağım, söz veriyorum sana.
Hoşca kal arkadaşım,  babana, babama ve senin gibi bütün erkencilere, iyi insanlara selam söyle…
——————–
Baban, Münür abimiz vefat ettikten sonra yüreğimdeki baba özlemini daha çok anlayıp da bana gönderdiğin şiirin bir parçasını paylaşacağım ardından. O şiiri kendi çocukların için gönderebileceğini düşünmemiştin değil mi o zaman??

Bir baba gittiğinde;
Arkanı yasladığın duvar
Sabahları sıcak ekmek
Okul harçlığı, otobüs bileti
Ciğerinden bir parça gider
Gider de gider…

(…)
Dolmaz boşluğu kısa zamanda
Hep bir ses ararsın, bir nefes
Bir anahtar tıkırtısı
Yanlış bir iş yapınca
Gözünün içine bakılmasını
Ama sadece beklersin

Çünkü;
Bir baba gittiğinde,
Sadece baban değil;
Bir dostun,
Bir arkadaşın,
Bir sırdaşın,
Bir öğretmenin,
Bir ustan,
Bir yanın gider…
Gider de gider !

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar