Hükümetin kurulacağına eminim. Çünkü ne siyasi partiler ne seçmenler ne de bazen çok uzağımızdaymış izlemini veren fakat bu son günlerde sürekli içimizde dolanan Ankara buna hazır değildir.
Kaldı ki artık KKTC’de istenen, her yıl bir erken seçim değil, “planların programların uygulanması, huzur ve istikrarın sağlanmasıdır..”
Bu da “devlette devamlılığı” gerektiriyorsa hükümetlerin görevi bu devamlılığı sağlayacak yönetsel beceriyi göstermeleridir.
BUNA karşılık “şeytan ayrıntıda gizlidir.” Nitekim Özersay’ın geçen hafta Tatar’la yaptığı görüşme sonrasındaki açıklamasında, “iki partinin de hassasiyetleri var, öze dair görüştük” sözleri, bende olumlu bir algıyla “evet hükümeti kuracaklar” izlenimi yarattı..
Kadı ki UBP açısından “tam sırasıdır” diyorum. Belki o “hassasiyetlerle öze” dönüşlerde kendini yeniden restore eder düşüncesinde!
ÇÜNKÜ kesin bir hükümle yazayım, toplumu yönetmeye talip olan siyasi partiler, önce kendilerini temizleyip aklayıp paklanmak zorundadırlar.
Pislikler, yolsuzluklar, çarpıklıklar, kap kaççılık, rant, dolandırıcılıklarla sahtekârlığın başka türlü önüne geçilemez.. Halka “bizim dibimiz kara ama bunlarınki bizden kara” dedirtemezsiniz!
Ki Allah için, bu ülkede gelip giden hükümetler bunu halka hep söylettirdiler!
Uzatmadan yazayım: Kimse merak etmesin UBP-HP hükümeti kurulur. Olmadı seçim hükümeti de kurulur, “geçici hükümet” de!
KKTC hiç hükümetsiz kalmadı! Kaldı ki asıl sıkıntılar “hükümetsizlikler” nedeniyle değil, gelip giden “hükümetlerin basiretsizliği” nedeniyle yaşandı..
Ve gelelim geçen haftaki siyasi sorunla Doğu Akdeniz’deki sondaj dalaşmalarına.
**********
GÜNEY’İN MAHKUMU OLMAYALIM!
Geçen hafta Fuat Oktay “Hükümet kurma çalışmalarını yakından izlemek” için mi KKTC’e geldi yoksa Doğu Akdeniz’de gitgide Türkiye ile Yunanistan’ı dolayısıyla Rum Yönetimini karşı karşıya getiren şu önümüzdeki yıllarda başlara daha çok belâ olacak Hidrokarbon çalışmaları ve dalaşmaları nedeniyle mi geldi?
(Para getirmediği muhakkak ama getirseydi “işte Anavatan imdada yetişti” diye başlayacak hayırlı dualarda, gelen paranın açıklamalarıyla reklâmı yapılırdı!)
BAŞA dönüyorum ve Kıbrıs siyasi sorunuyla çok yakından ilgilenen çözüm yanlıları ile bir ayağı Güney’deki neo barışçıların dikkatini çekiyorum.
Eğer siyasi sorunda “birleşik Kıbrıs’a” dayalı “federal sistemde” ısrar eder ve var olan “iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı, kendi içimizde özerk iki devletli çözümü” sulandırırsak, zaten otomatik olarak çözümden uzaklaşırken, ayni zamanda Rum’un karşısında da kendimizi rizikoya atmış olacağız..
MESELA şu Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları sorunu! Ne diyoruz biz?
“Bu adada 1960 Kıbrıs Cumhuriyetiyle Kuzey’de devlet oluşumuzun haklarından doğan siyasi ve ekonomik gerçekler nedeniyle bizim de haklarımız vardır..
RUM tarafı ne diyor? “Hayır, sen hak iddia edemezsin çünkü Kuzey’i Türkiye ile işgal altında tutan illegal bir yönetimsin, uluslar arası hiçbir örgütte de yerin yoktur…”
Üç aşağı beş yukarı 45 yıldır bu adada, özünde böylesi yargılara sarılı siyasi suçlamalarla hem dünyadan tecrit ediliyoruz hem de “devlet” dediğimiz Kuzey’deki KKTC’nin esiri durumuna getiriliyoruz!
FAKAT: Buna karşın “dört kişimiz bir yere gelip, “hayır gerçek bu değil budur diyemiyor!”
Beş kişi bir araya gelip Güney Rum Yönetimini protesto edemiyor, aksine sürekli o tarafa geçip geçip tanıdık beş Rum’a yalakalık yapıyor!
Altı kişimiz bir yere gelip “sen bu adada devletsen en az senin kadar biz de devletiz diyemiyor,” aksine Rum’un kimlik ve pasaportunu kullanarak adanın asıl devletinin Güney’deki Rum yönetimi olduğunu tescil ediyor!
Yedi kişimiz bir yere gelip yıllardır ambargolarıyla bizi Rum’un isteklerini kabul etmeye zorlayan AB’ye “git işine be” diyemiyor, aksine Rum siyasi partileriyle Parlamento seçimlerine katılıyorlar!
Sekiz kişimiz bir yere gelerek bu adada Türkiyesiz çözüm olamaz diyemiyor, aksine Türkiye’yi dışa itiyorlar.. Vesaire…
HİDROKARBON yatakları sorunu ise yenidir. Ancak Rum tarafının bu adada neyin peşinde olduğunun somut delilidir ki eğer Türk halkının hakkını hukukunu da gözetecek bir çözümden yana olsaydı örneğin gazın AB’ye Türkiye üzerinden aktarılmasına cevaz verir, bu bulunmaz fırsatı “barışçı çözüme” yansıtırdı..
Oysa ne yaptı? Mısır’ı Fransa’yı ABD’i, AB’i de yanına çekerek Türkiye’yi devre dışı bırakırken, Kıbrıs Türk halkını da tırnak kadar ciddiye almadı!
Bu adada “böyle bir Rum ile güreşmek” zorunda kaldığımızı düşünmenin de ötesinde bilmemiz gereken şudur:
“Rumlar bu adada Türklere tek şartla tahammül ederler. “Azınlık hakları içinde bir otonomi!”
Bu gerçeği kabul etmezsek bir gün bu adanın azınlıktaki bir cemaatı olarak “Rum çoğunluğuna dayalı federal bir devletin altında yaşamaya mahkûm oluruz, biline!” **********
KISACA TAKILDIĞIM: (ÇOK ÇOCUK MU İŞ AŞ MI?)
Her ne kadar AB’nin en genç nüfusuna sahip olsa da Türkiye’de 16 ile 25 yaş grubundaki 13 milyonluk genç nüfusun dörtte biri işsiz!
Neredeyse çok çocuk yapma konusunda kanun hükmünde emirname çıkaracak kadar ısrarlı olan Reis, acaba bu durumda yine “en az 3 çocuk doğurun” diye feryat edecek mi?