Bilgisayarın ve internetin yeni ortaya çıktığı zamanlara ait bir karikatür görmüştüm;
Anne ve baba internet üzerinden evin üst katındaki odasında bilgisayar başında oturan çocuklarına “yemek hazır, seni bekliyoruz” diye yazıyorlardı.
Gülüp geçmiş, “yok da o kadar” gibi bir ruh haliyle, karikatüristin “abartması” saymıştım o karikatürü.
Bunun gerçek olabileceğini nerden bilebilirdim ki.
Sanatçı ta o günlerden sezmişti bu günlerde yaşayacaklarımızı.
Herkesin ortak şikayet konusu internette veya sosyal medyada geçirilen uzun zaman dilimleri.
Sosyal ilişkilerin ötesinde bireysel ilişkiler de berhava olmaya başladı.
Telefon ya da bilgisayar ekranlarına gömülü bir nesil var şimdi.
Üstelik doğru olmayan haberlerle dolu, sahte hayatların parlatıldığı, her türlü tehlikenin kol gezdiği bir ortamda bulunuyorlar.
Ve hiç kimse ilgilenmiyor bu sorunla.
***
Bir duvar yazısında okumuştum, şöyle diyordu;
“Pahalı hediyeleri değil, ikinci el kitapları seven kadına aşık olun…”
“Bu sözün mucidi mutlaka bizim kuşaktandır” diye düşündüm.
Yok öyle kuşağıma övgü falan düzmeyeceğim.
Mutluluk ve hüzün arasında bir yerdedir duygularım.
İkinci el kitapların kuşağıydık biz.
Bir gazeteyi, bütün üniversite kantinin okuduğu dönemlerden.
Elbette ikinci el kitapları seven kadınlara aşık oluyorduk.
Gazeteyi şehvetle okuyanlara.
Önce kitaplar çıktı hayatlardan.
“İkinci elleri” de kalmadı haliyle.
Sonra herşey “digital” oldu.
Dokunmanın, koklamanın hazzı elektronikleşti.
En kötüsü ne oldu bilir misiniz?
Aşk da kitaplarla birlikte gitti.
Geriye bol like ve emojili “internet aşkları” kaldı.
Öylesine yabancı ve öylesine soğuk.
O duvar yazısının devamı vardır;
“Pahalı hediyeler yerine ikinci el kitapları seven bir kadına aşık olun. Ona şiirler okuyun, çay demleyin ve sarılıp uyuyun. Sabahları o uyanmadan perdeleri açın, yüzüne vuran güneş ışıklarından öpün ve yüzünüzü beraber yıkayın…”