BİR KİTABIN HİKAYESİ - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
Köşe Yazarları

BİR KİTABIN HİKAYESİ

(Önce özür borcumu ödeyeyim. Dün “Ankara müzakereler konusunda rota mı değiştiriyor?” başlıklı yazım bir önceki yani cuma günü çıkan yazımdı… Dikkatsizliğim sonucunda Havadis’e aynı yazıyı postalamışım. Oldu bir kere! Özür dilerim.)      
**********

Yıllar gelip geçiyor… Yavaştan yavaştan şiirler kurudu dudaklarımızda… Şarkılar unutulur oldular… Hatıralar bile sislerin arasına saklandılar… Çınlarken yankılanıp, yüzlercesiyle geri dönen kahkahalarımız yok artık… Bir bir yitip gidivermekte yaşamanın renkleri…
Artık ne eskisi kadar dik ve diriyiz ne mesut ve bahtiyar… Ağır mı ağır, omuzlarımızda taşıyoruz zamanı… Gitgide feri kaçıyor gözlerimizin… İşitmesek de olur diyoruz artık…
Ve konuşurken, “sahi neydi o” diye soruyoruz unutkanlığın tutsaklığında… Pembe günler geride kaldı… Pencere aşkları yok, tangolar söylemiyoruz gayrı… Mektuplar yazmıyoruz sevdiklerimize, sevdiklerimiz için çarpmıyor yüreklerimiz…
Ne sokaklarda turluyoruz görebilmek için sevgiliyi ne hissediyoruz artık öylesine sevgileri… Unuttuk sevmeyi!
Hayat fena halde gelip geçiverdi… Gerisi koskoca bir ömür… Oysa bir karış bile değil artık “geleceği.”
Ne diyordu şair: Tam da ucundayız dediğinin… “Sevmek için çok geç, ölmek için erken…”
Ve ne diyordu şair: “Ne doğan güne hükmüm geçer, ne halden anlayan bulunur…”
Ve daha ne diyordu şair: “Bir nefeslik saltanın olacak taht misali o musalla taşında…”
***********
İŞTE O MUSALLA TAŞINDAN GELİP GEÇENLERİ YAZDIYDIM BİR ÖMÜR…
Ne zaman başladımdı bilmiyorum. Galiba 1968’ler olmalıydı. Hisarları arasına sıkıştığımız Mağusa’da biz insanlar kalabalık bir aile gibiydik. Gün girip çıkarken göz göze gelmediğimiz insan yoktu. Ellerimiz ellerimizde, sözlerimiz sözlerimizdeydi. Belki beraber güler beraber ağlardık…
Ne zaman başladım bilmiyorum: 1968’lerde, sonrasında belki. Bozkurt’ta yazmaya başladıkta, yazmaya başlamış da olabilirim… Ölüp aramızdan ayrılanları Mağusa’nın Lala Mustafa Camii’nin yekpare musalla taşına duaları okunsun diye son kez koyduklarında saf saf olur, imamın “nasıl bilirdiniz” sorusuna “çok iyi” diye hep birlikte cevap verirdik. Tam üç kere… Sonra götürür “Mezarlığa” gömerdik…
Biz Mağusa’da koca bir aile gibiydik dedik ya… Yaşlı genç fark etmezdi.. Hep birlikte üzülür, hep birlikte yas tutardık. Ve hep bilirdik: O insanlardı ki “biz vardık!” Bizi var eden o insanlarımızın direnişleriydi. Çalışmaları, toplum için akıttıkları terleri, kanlarıydı…
HEP VEFA BORCU DUYARDIM. İçimde ukde kalmaktansa o vefayı gazetedeki sütunumda yaşatayım dedimdi ve başladımdı o günden sonra “tanıdığım ölen insanlarımızın arkasından” yazmaya… Onları “Köşemden” andım, Köşemde yaşattım hep. “Allah rahmet eylesin” diyerek koydum son noktayı…
Bir teamül haline geldi. Tanıdıklarımın, arkadaşlarımızın, birlikte çalıştıklarımın ölümlerinin ardından, hep o vefa duygusu ile yazdım…
Dönmemek üzere gide gide, ayrıla ayrıla o kadar çoğaldılardı!.. Bir de baktım ki bir ben kalmışım bir de birkaç kişi…
Tam bunları düşünürken SAMTAY Vakfı Kurucularından Rahmetlik Suna Atun’la bir gün yine kitaplardan söz ederken, “Eşref Bey” dediydi bana. “Sen neden yazdıklarını kitaplarda toplamıyorsun?” Bense hep işin gırgırında Aziz Nesin’in, “en iyi fıkra yazısı okunduktan sonra çöpe atılandır” dediğinin laflamalarında geçiştirirdim böylesi istekleri… Varıp başımı bir de kitap olayı ile sarmamak için!
Rahmetlik iyi insan Suna Hanım peşimi bırakmadı ama… “En azından ölümlerinin ardından şu Mağusa’ya büyük emekleri geçmiş insanlar için yazdıklarını kitaplaştıralım” dedi… Ve gerçekten meşakkatli bir araştırma ile ta 1970’lerin gazetelerine dönerek didik didik didikleyerek sonuçta, “işte şu şu insanlarımızı kitaplaştıracağız” dedi…
Daha fazla itiraz edemedim. Yazılarımın üzerinden bir daha geçtim çünkü o dönemlerde daktilo ile yazdığımız için ne imla hatalarını düzeltebiliyorduk ne düşük cümleleri… Gazete köşelerine de hep o yanlışları ile girerlerdi… Ölenlerle ilgili yazılarımı yeniden düzelttim… Artık kitap baskı için son aşamasına geldiydi…
Ve işte o meşum haber: Suna hanımın hastalığı yine nüksettiydi. Yeniden hastaneye yatması gerekiyordu… Tabi bilmiyorduk. Fakat “neylersin ölüm herkesin başında…”
…Ölümünden bir süre sonra Suna Atun’un tam da doğum günü olan ayni zamanda SAMTAY Vakfı’nın kuruluş gününe denk gelen 21 Ocak 2014’te Bülent Fevzioğlu’ nun yoğun çalışması, Ata Atun’un büyük destek ve çalışmaları, kızı Asu Atun ve oğlu Sunat Atun’un da katkıları ile “o kitap” yayımlanıverdi…
Kitabın başlığı, “Eşref Çetinel’in anılarından. Mağusa’da İz bırakanlar…”
21 Şubat’ta Lefkoşa’da AKM’de hep birlikte Suna Atun’u andıktı… Ayni gün “benim de şu dar’ı dünyada fakat Suna Atun’un sayesinde “artık bir kitabım vardır” dediğimce, kitabımın tanıtımı yapıldı…
Ne var ki yine bir yerlerim sızlıyordu… Oğlum Eşref diyordum kendime, herkesler dirilerle iştigal eder sen ölülerle!
Ne var ki ölen o Mağusalı insanlarıma, dostlarıma rahmetler diliyorum… Bazılarını kitabımla anarken inanıyorum iyi bir iş yaptım… Bülent Fevzioğlu’na ve Ata Atun ailesine teşekkürlerimle…


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar