Bir Kayıp Devrimci: Fuat Fegan – 2 - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

Bir Kayıp Devrimci: Fuat Fegan – 2

Bekir AzgınBekir Azgın

Fadıl Çağda’nın “Bir Kayıp Devrimci: Fuat Fegan” adlı kitabını okuyan biri, Fuat fegan’ın devrimci karakteri hakkında bilgi sahibi olma olanağını elde eder. Ne var ki Fuat Fegan, daha başka hasletlere de sahipti.

Pek göstermezdi, zaten hiçbir konuda gösterişi sevmezdi, ama derin bir klasik batı müziği bilgisine sahipti. Diyebilirim ki o dönemde tanıdığım insanlar arasında tarih hocamız Hüseyin Yurdaydın yanısıra bu konuda en bilgili kişiydi. Üstelik bu bilgiyi, ilgi duyan arkadaşlarıyla, paylaşmakta gayet cömertti.


Üniversitede iken yaz tatillerinde çalışıp para kazanmak için Londra’ya giderdim. Bunun için İstanbul’da trene biner, Kale diye telaffuz edilen Calais’e; oradan feribotla Dover’e, ve tekrar trenle Londra’ya. İki gece ikibuçuk gün oturarak yaptığımız bu yolculuk 27 Sterlin’e mal olurdu.

Ankara’dan İstanbul’a, elbette, en ucuz otobüs şirketleri ile seyahat ederdik. Bunların içinde en külüstür otobüslere sahip olan şirketlerden biri de Gazanfer Bilge’ninki idi. Bir defasında bizi Bolu dağlarında yolda bırakmıştı. Bir de, fena halde ayak kokusu kokuyordu otobüsleri. Ama 15 Lira’ya İstanbul’a giderdik. O sıralar Varan 50 Lira falandı. (Varan da iflâs etmiş. Yazık oldu.)

İstanbul’da köylülerim Hasan Ali Kali ve Kezibanu’nun oğlu Mustafa; Lurucinalı iki yeğenim vardı, ikisi de İbrahim: İbrahim Altıner ve Dudu teyzemin oğlu İbrahim. Bir de Aysozomenolu Fuat. O zaman Fegan mıydı değil miydi, anımsamıyorum. İstanbul’da çoğunlukla bu kişilerden biri sıtır ederdi beni.

Bir defasında Fuat’ın yanında kaldım. Lâtife ile ya yeni evlenmişlerdi veya nişanlıydılar. Birlikte olabileceğimiz bir gün vardı. Ertesi günü Londra’ya hareket edecektim. O gün Fuat, beni ve Lâtife’yi Kilyos dolaylarında bir plaja götürdü. Orada bir kayıkla denize açıldık. Bol bol yüzdük ve sohbet ettik.

Sohbet konumuz müzikti. O sıralarda elime nereden geçmişse Beethoven’in mektuplarını içeren İngilizce bir kitap geçmiş ve onu okuyordum. Konu Beethoven’den açıldı oradan Bach’a, Chopin’e, Schubert’e geçti. En sonunda Lâtife “Siz bu konudan usanmaz, yorulmaz mısınız?” diye söze karışmak ihtiyacını duydu.

Fuat yumuşak ama kararlı bir sesle şöyle dedi: “Bu müziği seven ölümüne sever. Müzikte boşanma kurumu yoktur.” Ve kaldığı yerden konuşmasına devam etti. Konuşmaya öylesine dalmışım ki güneş arkamı yaktı. O gece sırtıma bir kâse yoğurt yedirmek zorunda kaldım. Tren yolculuğum da epey sıkıntılı geçti.

1965 yılında ben Londra’da iken ansızın Fuat çıkageldi. Hoşbeşten sonra aramızda şöyle bir konuşma geçti:

  • Tam zamanında geldin. Birkaç gün sonra Gennadî Rojdestvenskiy yönetiminde Ayla Erduran, Johannes Brahms’ın keman konçertosunu yorumlayacak, Royal Albert Hall’da.
  • Hımm, zor bir konçerto. En zorlarından biri. Gidelim.
  • İki şilinlik mi istersin yoksa beş şilinlik?
  • Beş şilinlik olsun ki sanatçıların mimiklerini de görebilelim.

Royal Albert Konser Salonu’nun ilginç bir planı vardır. Bina yuvarlak ve yüksektir. Bir tarafta mertekten daha kalın ve daha uzun boruları olan org ve onun önünde de orkastra ve koro üyelerinin oturacaği sahne bulunur. Koltuklar nal şeklinde ve dört-beş kat yükselmektedir. En üst katta boş bir teras var. Ben genellikle konserleri yerde oturarak oradan izlerdim. İki şilinlik yer bu teras idi.

Minarenin şerefesinden yerdeki konseri dinler gibiydi. Ancak sesler gayet iyi duyuluyordu. Hoşuma giden bir başka yanı ise terasın konservatuvar öğrencileri tarafından tercih edilmesiydi. Üstelik onların bazıları oturmaz, ayakta durur ve orkestra şefini taklit ederlerdi. Orkastrayı kendileri yönetiyormuş gibi hareketler yapıyorlardı. Kimisi nota kitaplarını getirip önlerine açar ve çalınan parçayı oradan takip ederlerdi. (Onların bazıları belki de günümüzün ünlü orkestra şefleri arasındadırlar.)

Sahne ile nal şeklinde dizilmiş koltuklar arasında bir boşluk vardı ki o bölgeye “arena” denirdi. Beş şilinlik bilet arena içindi ve oradakiler de yere oturarak konseri izlerdi. İlk gelenler önlere dizilirdi.

Biz de erken gitmeye çalıştık ama arenanın ancak ortalarında yer bulabildik. Vakit geldi, orkestra şefiyle birlikte elinde kemanı Ayla Erduran geldi. Uzun sarı saçlı genç bir kadındı.

Benim için kâbus gibi bir konser oldu. Solo bölümlerinde ve özellikle de kadansta yay telleri birer ikişer koptu. Yay inip çıktıkça onlar da at kuyruğu gibi sallanıyordu. Her an sarkan tellerin bir yere sarılıp bir arıza çıkabilme ihtimali aklıma geldikçe ödüm patlayacak olurdu. Bir ara Ayla Erduran sarkan telleri koparıp attı. Oh be, rahatlamıştım. Ama biraz sonra teller yeniden birer ikişer sarkmaya başladı. Konçerto sona erinceye kadar teller sallandı durdu.

Konserden sonra Fuat “İngiliz gazeteleri Ayla’yı övecek. İyi çaldı” dedi. Ertesi gün tüm ciddi gazeteleri satın alıp sanat sayfalarını okudum. Fuat’ın dediği gibi hepsi de Ayla Erduran’ı övüyordu. Çok yüksek notalarda biraz sıkıntı yaşamıştı ama o kadar ayıp kadı kızında da bulunurdu.

Kaybedilen kişi böyle bir değerdi. Ben kendisinden çok yararlanmıştım.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar