Bir Hınç ve Şiddet Tarihi – V Taksim yarışının birinci etabı - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
Köşe Yazarları

Bir Hınç ve Şiddet Tarihi – V Taksim yarışının birinci etabı

Bekir AzgınBekir Azgın

 

Lefkoşa’nın resmen ve fi’len ikiye bölünmesi; kentteki Türk mahallelerinin Rumlardan, Rum mahallelerinin de Türklerden arındırılması bir provokasyon sonucu gerçekleşti. 7 haziran 1958 günü Türk Haberler Bürosu’na atılan bir bomba büyük bir alt üstlüğe yol açtı. Üstelik bombanın patlaması sonucu ne  ölen hatta ne de yaralanan olmuştu.


Ancak haber yayılınca Türkler saldırıya geçti. Çatışmalarda insanlar öldürüldü, yangınlar çıktı, mağazalar yağmalandı. Niyazi Kızılyürek “Bir Hınç ve Şiddet Tarihi: Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma” adlı eserinde, o günlerde yer alan olayları ve olayların kahramanlarını detaylı bir şekilde anlatıyor. (ss. 184-203)

Bugün geriye baktığım zaman fark ediyorum ki o atılan bombanın mağdurlarından biri de benmişim. İngiliz Okulu’nda öğrenciydim ve Alks yurdunda kalıyordum. Lefkoşa’da ceryan eden olaylar sonucu okul müdürü bize şöyle bir duyuru yaptı: “Bu yıl imtihan olmayacak. Öğrencilere kanaat notu verilecek. Velilerinize haber verin, gelip sizi alsınlar.”

“Haber ver” demek kolay ama Bodamya’ya nasıl haber gönderirsin? Mektup yazsan birkaç haftada ancak varır. En iyisi, her zaman yaptığım gibi, Ayasofya Camii’nin karşısındaki Emir Ali’nin hanına gidip otobüsteki birileriyle haber salmak.

Yurttan dik aşağı, şimdi bir çember bulunan yere indim ve orada Strovolo otobüsünü beklemeye başladım. Bir süre sonra geldi, bindim ve Faneromeni yakınlarındaki son durakta indim. Her zaman gittiğim yolu takip ettim. Ermu sokağına kadar sorunsuz yürüdüm. Artık gelmiştim. Karşıda Ayasofya’nın minareleri görünüyordu.

Tam o sırada yolun dikenli, yuvarlak tellerle kesilmiş olduğu gözüme çarptı. Tellerin önünde silâhlı bir İngiliz askeri nöbet tutuyordu. Ona yaklaştım ve derdimi anlatmaya çalıştım. Asker “yasak” diyor da başka bir şey demiyordu. O zamanlar emirin demiri kestiğini henüz öğrenmemiştim. Göz açıp kapayıncaya kadar etrafım mağaza sahibi olduğunu tahmin ettiğim Rumlarla sarıldı.

Derdimi onlara da anlattım. Bana acıdılar ama söyledikleri şeyler hiç de iç açıcı değildi: “Sakın o tarafa geçme, seni öldürürler”, “seni doğrarlar”, “seni kıyma makinasına atarlar”. Kuşkusuz beni Rum sanıyorlardı. Türk olduğumu bilseler, herhalde, beni onlar doğrayacaktı.

O sıralarda “ay-yıldızlı kolye” takmak, gençler arasında modaydı. Rumlar haç takıyor, biz niye bir şeyler takmayalım? O an, kolyenin boynumda asılı olduğu aklıma geldi ve soğuk terler dökmeye başladım. Teşekkür edip oradan uzaklaştım. Tenha bir köşede kolyeyi çıkarıp attım. Durumlar, kavradığımızdan çok daha tehlikeliymiş.

Otobüse bindim ve hareket saatini bekledim. O süre bir asır gibi uzun geldi bana. Einstein haklı imiş: “Zaman görecelidir. Güzel bir kadınla geçirdiğin bir gece, sana bir  saniye kadar kısa görünür; tehlike anında her saniye, bir gece kadar uzun görünür.” En sonunda sağ salim yurda döndüm. Babam nereden duymuşsa duymuş, ertesi gün taksiyle beni almaya geldi. Anne ve babama bu olaydan hiç söz etmedim. Öğrenseler, eminim, çok üzüleceklerdi.

Toplum olarak, uzun yıllar, Haberler Bürosu’na bombayı Rumların attığını sanmıştık. Beyinlerimize öyle sokulmuştu. Ta ki Denktaş bir söyleşisinde bombayı Türklerin koyduğunu açıklasın. (Bugün bile bunu Rumların yaptığına inanan Türklerin bulunduğunu sanıyorum.)

Oysa ki dönemin İngiliz yöneticileri bombayı koyanın Türkler olduğunu, ilk günden biliyorlardı. Hatta olay olmadan önce bunu biliyorlardı. Teşkilât’taki takma adı Toros olan Denktaş, bir yandan İngiliz hükümeti ile anlaşmanın ve böyle bir devlete güvenmenin imkân ve ihtimal kalmadığını haykırıyor (s.188) öte yandan İngiliz hükümetinin ileri gelenleriyle içli dışlı, sarımsak başlı olmayı sürdürüyordu.

“Koloni idaresi elindeki istihbarat bilgilerini …Rauf Denktaş ile paylaştı. Denktaş, koloni yetkililerine Lefkoşa’da olayların yaşanacağına dair dedikodular işittiğini ama buna ihtimal vermediğini söylüyordu.” (s. 189) Toros da bilmezse kim bilecekti? Ancak İngilizlere, nedense, yalan söyleyemiyordu. Onların istihbaratına uygun dedikodular kendi kulağına da geliyordu.

Bomba patladıktan sonra Denktaş, Bölge komiserine “Off course it is a Turkish bomb” (s. 194) (Bu elbette bir Türk bombasıdır); müsteşara da “olaydan Türklerin sorumlu olduğuna dair hiçbir şüphesi olmadığını” (s. 195) söylüyordu. Belli ki Türk liderliği, Türk toplumunun dünyaya sesini duyurabilmesi için kan dökülmesi gerekliliğine inanıyordu.

Londra’ya gönderdiği raporlarda Vali ise, Denktaş’ın deşifre edilip harcanmaması,  kendilerine verdiği bilginin gizli tutulması gerektiğini vurguluyor ve şöyle devam ediyordu: “Tabii, Denktaş’ı hedef göstermek istersek ve istediğimiz takdirde durum değişir, onu hedefe koyarız. Ben, Türk toplumu bağlamında yararlı bir rol oynayacağına dair umut olduğu sürece bunu yapmaya istekli değilim. Olaydan Türklerin sorumlu olduğunu kabul ettiğinin açıklanması hayatını tehlikeye atabilir”. (s. 195)

Öyledir bu işler. İşine geldiği sürece birilerini korur gözetir, işine yaramayanı da bozuk para gibi harcar.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar