Başka bir dünyadan anılar-34 İngiliz Okulu’na giriş - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
Köşe Yazarları

Başka bir dünyadan anılar-34 İngiliz Okulu’na giriş

Yıl 1956. İlkokul bitmiş ve ilerisi için plan yapıyoruz. Benim beklentim Lurucina Ortaokulu’na gitmekti. Zaten bütün arkadaşlarım oraya gidiyorlardı. Sabahları bisikletlerine binip gidiyor, ikindiye dönüyorlardı. Babam birden ortaya yeni bir fikir attı: “Boğulacaksan büyük denizde boğul. Adanın en iyi okulu İngiliz Okulu’dur. Giriş imtihanını geçersen, oraya gidersin. Pahalıdır ama idare edeceğiz. Geçmezsen Lurucina’ya.”
“E” harfine benzeyen binanın avlusunda duruyorum. Heyecandan kalbimin sesini duyabiliyorum. Oraya nasıl gittiğimi anımsamıyorum ama o gün yaşadıklarım hala gözlerimin önünde. Avlu insan dolu. Çocukların hepsi erkek ama büyüklerin çoğu kadın. Belli ki anneler çocuklarını imtihana getirmişler.
Güneşli, parlak bir gün. Hatta sıcak. Çocuklar gruplar halinde toplanmışlar, sohbet edip kahkahalarla gülüyorlar. Demek ki birbirlerini tanıyorlar. Benim tanıdığım kimse yok, yapayalnızım. Kadınlar çoğunlukla binanın gölge yerlerinde toplanmışlar sohbet ediyorlar. Onlar galiba çocuklarından daha heyecanlı.
Kendimi etrafta gördüğüm çocuklarla mukayese ediyorum. Maşallah hepsi de cin gibi. Arada bir kulağıma çalınan sözlerden imtihanda gelmesi muhtemel soruları tartışıyorlar. Benim bu konularda hiçbir fikrim yok. Altı sınıflı ve tek hocalı bir köy okulundan mezun olmuşum. Bu çocuklarla yarışmam mümkün değil. Tek avantajım, bir süre Rum ilkokulu hocası Vaso’dan İngilizce ders almış olmam, bir de Lurucina Ortaokuluna giden öğrencilerden yarım şiline satın aldıkları “Doğan Kardeş” dergilerini bir şiline satın alıp onları hatmemdi.  
Kadınlara bakıyorum, hiçbiri anneme benzemiyor. Hepsi de akça pakça, bakımlı ve şık. Üstelik çoğu sarı saçlı. Bu kadar çok sarışın kadını bir arada ilk defa görüyorum. Bizim köyde bu kadar güzel kadını bir arada görmek mümkün değildi. Bunlar annemden daha genç duruyorlar. (Annem o sıralarda 28 yaşındaydı.)
Zil çaldı ve gruplar halinde sınıflara alındık. Ne soruları anımsıyorum ne verdiğim cevapları ama sınıftan çıkarken pek ümitvar değildim. İmtihana 300’den fazla öğrenci girmişti ve bunlardan sadece 30 kişi alınacaktı. Yani iyi yapmak yetmezdi, ilk 30’un içine girmek gerekirdi. Gerçi daha sonra aramıza altı veya yedi kişi daha katılmıştı. Bunlar üst düzey memurların çocuklarıydı. İngiliz yönetimi onlar için her sene beş-altı kişilik bir kontenjan ayırırdı. (Aynı usulle o sene okula 60 da Rum alınmıştı.)
Bir süre sonra babam elinde bir gazete ile geldi. “Al bakalım, sonuçlar açıklandı” dedi. Hal ve tavrından üzgün veya sinirli olmadığı görülüyordu. Yoksa bir mucize mi olmuştu? Gazeteyi aldım ve listeyi sondan başa doğru kontrol etmeye başladım. Daha ilk bakışta adımı gördüm. 29. sırada “Bekir Yusuf” yazıyordu. Adım ilk kez bir gazetede yayımlanıyordu.
Daha sevinmeye fırsat bulmadan annemin ağladığını fark ettim. Biricik oğlu gurbetlere gidecekti. Daha bir çocuk olan oğlu koğuşta (yurtta) kendisine nasıl bakacaktı? Köyden Lefkoşa’ya her gün gidip gelemeyeceğime göre yurtta kalmam gerekiyordu. Bizim köyden bakıldığı zaman Lefkoşa, dünyanın öbür ucu gibi görünüyordu. Halbuki aradaki mesafe sadece 13 mil (20 Km.) idi. Ama bu yakınlık annemin günlerce ağlamasına engel olmuyordu.
Babam başka işler için gittiği Lefkoşa’dan elinde bir liste ile döndü. Koğuş için başvurmaya okula gittiği zaman eline neler almam gerektiğini gösterir bir liste tutturulmuştu. Bu listede yok, yoktu. Sabun, diş fırçası, diş macunu, ayakkabı boyası, siyah ayakkabı, iki çift pijama, bilmem kaç adet iç çamaşırı, beyaz gömlek, gri pantolon, lacivert ceket, siyah bir kemer, üzerinde aslan başı bulunan lacivert bir kravat, vs. 
Bunların bazıları bana yabancı şeylerdi. O güne kadar kemer takmamıştım. (Aslında biz ona “kolan” derdik.) Pantolonu kemersiz giyerdik. Düştüğü zaman da bir ispaho (sicim) ile bağlar, idare ederdik. Diş macunu da kullanmamıştım. Bir limon parçasının üzerine tuz serper dişlerimizi gıcır gıcır yapardık. Pijama da neymiş? Pantolonu çıkarır, donla yatardık.
Bir sürü ek masraf çıkmış oldu. Bunları köyde bulamayacağımıza göre babamla birlikte Lefkoşa’ya alış veriş yapmaya gittik. Hiç unutmam, üç-dört “Palmolive” sabun ve bir tüp de “Kolynos” diş macunu aldık. (Biz banyoda kocaman yeşil sabunlar kullanırdık.) Daha sonra okuldan geçip aslan başlı lâcivert bir kravat bir de aslan başlı bez arma satın aldık. Armanın ceketin sol üst cebinin üzerine dikilmesi gerekiyormuş.
Annme bir sürü iş çıkmıştı. Elbiselerin her birinin uygun bir yerine beyaz iplikle “B Y” harflerini işlemesi gerekiyordu. Öteki işlerinden fırsat buldukça eline birkaç parça elbise alarak adımın baş harflerini onlara dikti durdu. Bu arada bol miktarda gözyaşı da akıttı garibim. 
Artık İngiliz Okulu’na gidebilirdim. Kendimi “adam” gibi hissettiğim ilk günlerdi.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar