Başka bir dünyadan anılar-31 Hala Sultan’ın mucizesi - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
Köşe Yazarları

Başka bir dünyadan anılar-31 Hala Sultan’ın mucizesi

Çaresiz insanlar mucizeye inanmak eğilimindedirler. Elinden geleni yaptıktan sonra bir iş başarılamıyorsa amaca ulaşmak uğruna dua edip mucize beklemekten başka çare kalmıyor.
Dört-beş yaşlarındaydım. Arada bir genç bir kadın gelip annemi ziyaret ederdi. Harnıp ağacının gölgesinde otururlar, kahve içerler, dertleşirler ve giderdi. Kadının derdi büyüktü. Çocuk yapamıyordu. Kendisine önerilen her doktora bakınmış ama sonuç alınamamıştı. Leymosun’daki bir doktora bile gitmişti. O zamanlar Leymosun’a gitmek, köylülerimiz için dünyanın öteki ucuna gitmek gibi bir şeydi.
Konuşmalar döner dolaşır, bu konuya gelirdi. Konuyla ilgili her şeyi açık açık konuşurlardı. Ötede kendi kendine oynayan veya oynar gibi yapan çocuk nasıl ol(ma)sa böyle şeyleri anlamazdı. Çocuk da, aksi gibi, her şeyi anlıyordu.
O zamanlar, bir kadın hamile kalmıyorsa bütün kabahat kadının kendisinde aranırdı. Erkekte herhangi bir kusur olabileceği akla getirilmezdi. Kadın, kayınvalidesinin tok sözlerinden şikâyetçiydi. “Kadın, çocuk bile doğuramaz” ve benzeri sözler yüreğini dağlıyordu. Annem onu teselli etmeye çalışıyordu ama nafile. Hamile kalmadığı sürece bu sorun çözülmeyecekti.
Bir gün gene böyle dertleşirlerken “Hala Sultan” diye birinden bahsetmeye başladılar. Bilmem hangi köyde, kim Hala Sultan’ın bahçesinden kestiği narı mı inciri mi ne yemiş, aradan bir yıl geçmeden kadın hamile kalmış. Ondan sonra da Hala Sultan’a nasıl gidileceğinin planları yapıldı. Erkeklerin bu işten haberleri olmayacaktı. Planı sadece ikisi bilecekti. (Ve elbette bir de oralarda oynayan çocuk.)
Plan nasıl yürürlüğe kondu bilmiyorum ama bir gün kendimi İskele’ye giden bir arabanın içinde buldum. O kadın da arabadaydı. Kocası da var mıydı anımsamıyorum. O yolculuktan aklımda kalan tek şey, daha deniz görünmeden burnuma vuran iç açıcı, tuhaf bir kokuydu. Babama bu kokunun ne olduğunu sordum. Babam da “Denizin kokusudur, denize yaklaştık” dedi. Denizin kokusu olduğunu bilmiyordum ve hayatımda ilk defa deniz görecektim. O sonsuz maviliği görünce gözlerim kamaştı.
Hala Sultan kalabalıktı. Herhalde bayramdı. Erkeklerin haberi olmayacaktı ama davranışlarından babamın haberi olduğu anlaşılıyordu. Annem ben ve kadın bahçeye doğru ilerlerken o da grubumuzdaki öteki insanları oyalayıp vaziyeti idare ediyordu. Tekke’nin güzel bir bahçesi vardı. Hurma ve portokal (portakal) ağaçları hala gözlerimin önündedir. Bir büyük incir ve birkaç tane de nar ağacı anımsıyorum. Bahçenin arkasındaki gölde insanlar, eşeklerle tuz taşıyorlardı.
Annem uzanıp bir nar kesti ve kadının çantasının içine soktu. İncire baktık ama daha önce gelenler, belli ki pişmiş incirleri silip süpürmüşlerdi. Ağaca tırmanıp pişmiş bir incir kesip kadına attım. Kapar kapmaz ağzına attı. “Çok yaşayasın” dedi, “çiğ olanlardan bir tane yemeyi düşünüyordum”. Anlamamazlığa geldim. Malum, benim olan bitenden haberim yoktu. (Doğurganlık ve verimlilik sembolü olarak incir ve narın seçilmiş olması rastgele değildi. Her iki meyve de çok çekirdeklidir. Bizimki her ikisini de yiyerek çifte dikiş atmış oldu.)
Öteki grupla birlikte türbeyi ziyarete gittik. İçerisi kalabalık olduğu için babam, beni elimden tutuyordu. Etrafı yeşil bir bezle sarılı olan bir yere geldik. Beyaz kaftanlı, beyaz sarıklı bir adam türbe hakkında bilgi veriyordu: “Bir zamanlar burada peygamberin halası attan düşüp ölmüş. (Aslında teyzesi olması gerekir. Asıl adı Rumeysa olan Ümmü Haram, peygamberin dedesi Abdulmuttalip’in annesi Selma’nın soyundandı.) Yüzyıllar sonra bir Osmanlı dervişi, mezarının nerede olduğunu rüyasında görmüş ve buraya bir mezar yapılmış. Daha sonra Kudüs’ten bir kaya uçup buraya gelmiş ve burada asılı kalarak mezara gölge ediyormuş.”
Havada asılı duran bir kayayı görmemek olmazdı. Bunu muhakkak görmeliydim. Babamın elinden kurtulup örtünün yanına gittim, yere uzanarak başımı örtünün altından içeri soktum. Geri gidip babama “Bu adam yalan söylüyor” dedim, “kaya direklerin üzerinde oturuyor.” Babam “Sus da ayıptır” demeye kalmadan hoca şöyle dedi: “Çocuk haklıdır. Kaya şimdi sütunlarla desteklenmiştir. Kayanın asılı olduğunu gören hamile kadınların bazıları korkudan çocuk düşürüyorlardı. Bunu önlemek için tedbir alındı.”
Bahçede oturup birlikte götürdüğümüz yemeğimizi yedik ve tekrar arabalara doluşup gerisin geri yola revan olduk. (Yarım asır sonra Tekke’yi tekrar ziyaret etme fırsatı bulduğumda o güzelim bahçeden geriye eser kalmamıştı. Ya susuzluktan ya da bakımsızlıktan ağaçların hemen hemen hepsi kurumuştu. Bahçesiz Tekke, çıplak gibi duruyor.)
Aradan kaç zaman geçti, anımsamıyorum. Bir gün kuşluk vakti kadın bize geldi. Annem fırına ekmek salıyordu. Sevinçten havalarda uçuyordu. Anneme yardım ederken ona son gelişmeleri anlatıyordu. Annem, acele etmemesini, emin olmadan kimseye bir şey söylememesini tavsiye ediyordu. Ne var ki kadın aşerdiğinden emindi. Bedeninde ciddi değişiklikler oluyordu.
“Hala Sultan’ın yardımıyla bu çocuğu doğurayım, onu alıp kaynanamın kör gözlerinin içine sokacağım” diyordu, “kız olursa adını, kaynanamın inadına, Sultan koyacağım.” Mucize gerçekten gerçekleşmişti. Kadın erkek bir çocuk doğurdu. Başka da doğurmadı.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar