Başka bir dünyadan anılar-2 Yeryüzünde ender bulunan insanlar - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 27, 2024
Köşe Yazarları

Başka bir dünyadan anılar-2 Yeryüzünde ender bulunan insanlar

Yeryüzünde ender bulunan insanlardan biriyim. Megalomani kategorisine girecek kadar iddialı oldu ama pek öyle değil. İzah edeyim.
Ayıptır söylemesi, ben meme emdiğimi anımsıyorum. Daha doğrusu, bu konuyla ilgili bir fotoğraf karesi var, gözlerimin önünde.
Mahallede çocuklarla oynuyordum. Eve geldim, annem yoktu. Büyük bir ihtimalle komşudan su almaya gitmişti. Evimizin karşısında, yolun öteki tarafında Rum komşularımız vardı. Avlularında çıkrıklı su kuyusu vardı. Hayvanlar ve kullanım için su oradan taşınırdı. Evde olmasalar bile, rahatlıkla girer oradan su taşırdık. İçme suyu, ya Portolağmo’dan ya da Lağımlardan taşınırdı. Su taşıyabilecek yaşlara geldiğim zaman çok çekecektim bu su taşımacılığından.
Komşuların evi, framo (çit) ile çevrili olduğu için orada olup olmadığı görülmüyordu. Koşarak komşuya gittim. Annem su doldurduğu kovanın üzerine oturmuş Tallu ile konuşuyordu. Tallu, komşumuzun kızlarından biriydi. Uzun boylu bir kadındı ve küçük kızkardeşi Maria ile birlikte evde kalmışlardı. Anneleri Hristina ve kardeşleri Yorgi ile birlikte yaşıyorlardı. Kadınların üçü de siyahlar giyiyordu.
Eve gitmemiz için annemi eteklerinden çekiştirmeye başladım. Annem “Biraz bekle, gideriz” gibilerinden bir şeyler söyledi. Bense gitmekte ısrarlıydım ve eteğini çekiştirip duruyordum. Annem tebessüm ederek Tallu’ya “Bilmen ya, meme istiyor” dedi. Tallu bana dönerek azarlayıcı bir sesle ve yarı Türkçe, yarı Rumca şöyle dedi: “Vre, sen utanmaz? Kazık kadar adam oldun, hala meme emiyor”. Çok utanmıştım. Demek ki utanılacak bir iş yaptığımın farkındaymışım.
Tallu, bizim çok sevdiğimiz bir komşumuzdu. Bir erkeğin yaptığı her işi yapardı ve ben onu hep yorgun biri olarak anımsarım. Bazan tarladan dönerken bize uğrar ve annemle sohbet ederdi. Birbirlerine köy dedikoduları anlatırlardı. Biraz oturur, sonra “Gideyim de daha yapacak çok iş var” der ayrılırdı. Evimize geldiği zaman sandalyeye oturduğunu hiç hatırlamıyorum. Yere oturur, uzun bacaklarını uzatır, arkasını duvara yaslar ve şöyle derdi: “Bu yorgunluğu ancak toprak dindirebilir”. Toprağın yorgunluğunu gidereceğine inanırdı.  
Bir gün üç-beş çocuk, evin önünde, toprakların içinde pirilli (misket) oynuyorduk. Birden Tallu çıkageldi. Kolunda kocaman bir yılan sarılı. Eli ile canlı olan yılanın başını tutuyordu. Biz yılanı görünce haykırarak çil yavrusu gibi dağıldık. Tallu “Korkmayın, gelin, elinizle yılana dokunun. Hem korkunuz çıkacak hem de bundan sonra yılandan korkmayacaksınız” diyordu. [Korkunun bedenden çıkarılması gerektiğine inanılıyordu. Aksi halde, Atalasa’ya kadar yolu varmış. O zamanlar tımarhane Atalasa’da idi.] Biz uzaktan kuşkuyla bir ona bir de yılana bakıyorduk. Bir süre sonra bizi ikna etti ve gidip yılanı okşadık. Gerçekten de o günden sonra bir daha yılandan korkmadım. Hatta onun gibi yılan yakalamışlığım bile oldu. 
Sonradan öğrendim; dört yaşıma kadar meme emmem, pratik bir gereksinimden kaynaklanıyormuş. Yaygın kanıya göre, bir kadın meme emzirdiği sürece hamile kalmazmış. Bu gerekçeyle annem beni emzirme işkencesine katlanıyordu. [İşkenceydi çünkü farkında olmadan biciğini ısırdığım zaman “Auu” diye bana kızardı. Ben niye öfkelendiğini anlamazdım.] Nitekim ben sütten kesilince günahım tutmuş olmalı ki annem büyük kızkardeşime hamile kaldı. Belki de olayın bununla hiçbir ilgisi yok. Anne-babam ikinci çocuğu yapmanın zamanı geldiğine karar vermiş olabilirler. Bu konuda bana danışmadıklarını itiraf edebilirim.
Annem çok çekti elimden. Doğumum da çok zor olmuş. Üç gün, üç gece sancılanmış. Attığı çığlıkları, tarlalarda arpa biçen köylüler duyar ve “Vah zavallı, daha doğuramamış” diye hayıflanırlarmış. Yazmayı unutmuşum. Annem beni doğurduğunda 15 yaşında bir çocuktu.
Beni doğurtan ebe, herkesin “Mammu” (ebe) dediği bir kadındı. Asıl adı Anastaşa mı Anastasu mu, öyle bir şeydi. Dali ile köyümüz arasında Ağriyi denen yerde birkaç aile ile birlikte yaşardı. Yıllar sonra, bir delikanlı olarak onu ziyarete gitmiştim. Yaşlanmış ve artık ebelik yapmıyordu. Kendimi tanıtınca “Haa, seni çok zor doğurtmuştuk” demişti. Benim doğum maceram, onca çocuk doğurtan ebenin bile aklına kazınmıştı.
Aslında ben, birçok başkaları gibi, kazara doğmuş bir insanım. Annem bana hamile kaldığı zaman babamla nişanlıymış. Benden kurtulmak için epey uğraşmışlar. Kurtulamayınca da düğünü erken bir tarihe almak zorunda kalmışlar. Köylerde düğünler çoğunlukla yaz aylarında ve ekinler kaldırıldıktan sonra yapılırdı. Ama bu gibi acil durumlarda kış girişinde de düğün yapılırdı. Herkes de bunun nedenini anlar ve bilirdi. Ondan sonra da meraklısı olanlar, ayları saymaya başlarlardı. Bu hesaplara göre, benim 6 aylık falan doğmuş olmam icap eder.
Uzun lâfın kısası; ben, daha doğmadan, annemle babamı evlendirmiş biriyim. En azından, evlenmelerine neden olmuşumdur.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar