Kıbrıs siyasi sorununu kendi bünyemizde tartışmak zorunda kaldığımda zorlanıyorum! Çünkü nasıl bir çözüm istediğimi anlatırken Kuzey Güney devletleri arasında aşılması gereken ne kadar büyük sorunların olduğunu bir kez daha anlıyorum..
Uzun süre didiklediğim Annan planı zaten bu “zorluğun” ispatıdır. Şöyle ifade edeyim “karmakarışıktır!”
Yada iki halkı, “koalisyon ortağı” iki siyasi parti gibi düşünmesidir!
BU gün de olası bir çözümde bilinmeyenler mesela:
İki devletin kendi içlerindeki özerkleriyle siyasi ve ekonomik tasarrufları ne kadar olacaktır?
Federal kanatların dış ülkelerle anlaşmaları, elçilikleri paylaşımları nasıl olacaktır? Kuzey devleti ile Güney devletinde “askeri anlaşmaların” nasıl yapılacağı, üsler konusu, AB’de temsil hakları…
KISACA iki kurucu devlete dayalı federal çözümü düşünmek bile bu kadar bunaltıcı olabiliyorken, sağlanacak bir çözümde icraatların (mesela) Temsilciler Meclisi ile Senatoda alınacak kararların, varın nasıl büyük tartışma ve arbede sonucunda federal devletin yasaları haline gelebileceğini de düşünün!
Baş döndürücü bir olay, üstelik “yürümesi” de bir o kadar zor!
VESSELAM eğer Annan planında olduğu gibi şimdilerde de arayışı sürdürülen olası çözüm planını, altları doldurulacak kaba “başlıklar” olarak kategorilere ayırırsak karşımıza şöyle bir sıralama çıkar:
Devlet ve Yönetim: “Vatandaşlıklar dolayısıyla ikamet hakları..
Siyasi haklar ve kullanılması..”
Toprak ayarlamalarıyla “mülkiyet rejimi.”
Güvenlik ve “uygulamaları.”
Bunlar Annan planının kaba başlıklarıydı. “Evet” dedikti ama açık yazayım doldurulan altları fecaattı! *****
GELELİM TC dışişleri bakanı Çavuşoğlu’nun dün medyada salınan “bize” yönelik serzenişine..
Diyordu ki Anadolu Ajansı editörüne “KKTC’de Türkiye düşmanlığı besleyen bazı gruplar vardır. Biz hiç bir grubu dışlanmadık kararları ortaklaşa aldık… Bakıyorum adada ucuz politika yapıyorlar. Türkiye düşmanlığı besleyen bazı gruplar.. Biliyorsunuz, maalesef…”
Çavuşoğlu haklı mı bu serzenişinde? Haklı.. Çünkü “bazı gruplar” dediği bazı örgüt ve insanlarımız bırakın bugünü 1974’lerden beridir TC’ye yönelik saldırı ve karalamalarını sistematik olarak sürdürüyorlar. Üstelik “Türkiye dışarı Rum içeri” diyerek!
…ÖTE yandan Yunanistan dürtülerine devam ediyor: Karasularını 12 mile çıkaracak. TC açıktan diyor ki böyle bir tasarruf söz konusu olursa bunu savaş nedeni sayarız..” Alın size bir maraza daha!
**********
“YOLSUZLUK” BÜROKRASİ İLE ZAİL OLUR..
Dün yolsuzlukların üzerine gidilmesi gerektiğini yazarken, hatırıma geldiği halde geçmişte de tekrar ettiğim için atladığım bir olay vardı.
Bana da rahmetlik Taşkent Atasayan anlatmıştı. İngiliz döneminde Limasol’da geçen bir olaydı.
İngiliz müfettiş daha mesainin yeni başladığı bir sabah postahanenin veznesine dayanır ve görevli “memurun” pullarıyla çekmecedeki paraları denetler. Bakar ki 2 kuruş eksik! İlgili memura sorar: “Neden iki kuruş eksik. Memur, “efendim der. Ben her gün 3 kuruşa bir gazete alırım. Bugün de gazeteci geldi. (O dönemlerde gazeteler velespitli satıcılar tarafından yollarda, mahallelerde bağıra çağrıla satılırlardı.) Cebimde bozuk para yoktu. Sadece bir kuruş vardı. Sonra yerine koymak üzere çekmeden 2 kuruş aldım…”
İngiliz müfettişin raporu kesindi. Tart! Yani işten atılması. Nedenini de şöyle izah ediyordu. “O çekmeceden 2 kuruş alan yarın on kuruş alır…”
Dün de yazdığım buydu. Yolsuzluğun, hısızlığın, gaspın büyüğü küçüğü yoktur. Nitekim 1974’den sonra masum ve kaçınılmaz ihtiyaçlar nedeniyle başlayan “ganimet” furyası, sonradan bir toplumsal “hırsızlık ve ahlâksızlık” haline geldi ki en son kaldığımız yerde “devlet arazilerinin yağması ile rant ekonomisi vardır.”
DİKKAT ama. İngiliz “yolsuzluklarla sahtekârlıkları” önce “devlet dairelerinde” o kendine özgü disiplin, ciddiyet, saygı, işe bağlılık unsurlarıyla izale ettiydi.. 2 kuruş bile bir memurun tart edilmesine yeterdi!
Bu nedenle “kamu görevlileri yasası reforma tabi tutulacak haberlerini (ki bir türlü gündeme gelemiyor) çok önemsiyoruz.
Ve her zamanki tekrarımızla ekliyoruz. Ülkeleri krallar kraliçeler, Başbakanlar Cumhurbaşkanları idare etmez. Bürokrasi idare eder.. O bürokrasi ne kadar yetişmiş ve liyakatliyse ülke o kadar iyi yönetilir.. Yolsuzlukların olmasını istemiyorsak önce “bürokrasiyi” iyileştirmeliyiz… **********
KISACA TAKILDIĞIM: (“PİSLİĞİMİZ” NEDEENİYLE REZİL OLUYORUZ!)
Geçen gün Havadis gazetesinde refikim Moreket, Karakum’da, “çöplükte bir vaha” dediği otelde kalan bir İngiliz turistin, KKTC ile ilgili Tripadvisor gazetesindeki makalesini “köşesinde” yayınladı, yorumladı ve sordu? “Böyle bir yere turist neden gelsin”
İngiliz turist çok kısaca KKTC’nin pisliğini, viraneliğini, derbederliğini, yollardaki köpeklerin dışkılarına kadar anlatarak şöyle diyordu: “Çok ülke gezdik ama buradaki zihniyet (KKTC) en kötüsüydü: “Çöpü at ve unut zihniyeti!”
İşte bir turist gözünde imajımız! “Pislik, Viranelik, derbederlik!”
Başbakan Erhürman’ın “seferberlik çağrısını bir daha hatırladım. Nasıl olur, başı kim çeker bilemem ama bu memleketin sil baştan yenilenmeye, kendini kalaylayıp cilalamaya ihtiyacı vardır. Bu insan unsurumuzla bunu nasıl başaracağız, bilemiyorum ama!