AB PARLAMENTOSU’NDA BİZE AYRILAN İKİ SANDALYEYE HANGİ KİMLİKLE OTURACAĞIZ? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

AB PARLAMENTOSU’NDA BİZE AYRILAN İKİ SANDALYEYE HANGİ KİMLİKLE OTURACAĞIZ?

Gıdım gıdım da olsa hem içten hem de dıştan etkileşimler sonucunda, Türk tarafını “Kıbrıslılık” kelimesine alıştırmaya çalışıyorlar.
Zaten “Kıbrıslı değil miydik” demeyin. Evet ama kelimenin sağına “Türk” kelimesini koyarak. Yani “Kıbrıslı Türk.”
Güney’de futbol karşılaşmalarında bile “Kıbrıs Helen’dir Helen kalacaktır” pankartları açılırken Bir ara nasıl olmuşsa, kör gözlere parmağını sokan Anastasiadis, “Kıbrıs’ta Türk Rum yoktur, Kıbrıslılar vardır” deyiverdiydi… Ne var ki tekrarı gelmediydi!
Şimdi bakıyoruz bu “kavram akımına” AB’de de katıldı! Nitekim verilen haberlere göre AB Parlamento Başkanı Martin Schulz Güney’deki yetkililerle görüşerek Kıbrıslı Türk politikacıların AB Parlamentosu seçimlerine katılımının kolaylaştırılmasını talep etmiş… Öncesinde AB Parlamentosu üyesi Eleni Teocharous’un da Kıbrıslı Türklerin AB Parlamentosu’nda temsil edilmesi önerisi vardı…
Malum AB Parlamentosu’nda bize ayrılmış iki sandalyemiz vardır… Bu konuda girişimler başlatan Sosyalist ve Demokratlar Grubu Başkanı Hannes Swoboda, Güney’de Omiru ile görüşmüş. Haberlere göre Swoboda geçtiğimiz nisan ayında AB Parlamentosu Başkanı Schuz’a öneride bulunarak, Kıbrıslı Türk politikacıların AB Parlamentosu seçimlerine katılmalarının sağlanmasını istemişti. Bu konudaki görüşünü de şöyle açıklamıştı: “AB vatandaşı olan bir grubun Parlamento’da temsil edilmemesi kabul edilebilir değildir…”
TAKILDIĞIMIZ OLAY ŞUDUR: İki sandalyeyi doldurmak konusunda AB çevrelerine efkar basarken, önümüzdeki mayıs ayında yapılacak Parlamento seçimlerine Kuzey Kıbrıslı Türk temsilcilerin de katılımını sağlamak için uğraşıyorlar. Tutun ki “aman ne iyi!”
Yalnız ortada bir gariplik var: O da Swoboda’nın “AB vatandaşı olan bir grubun Parlamento’da temsil edilmemesi kabul edilemez” lafıdır…
BİR: Kuzey Kıbrıs Türk halkı ne zamandan beri AB vatandaşı oldu?
İKİ: Eğer AB vatandaşı ise neden “ambargolar” devam etmektedir?”
ÜÇ: İki sandalye Türk Parlamenterler tarafından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak mı doldurulacaktır?
İŞTE BU SON SORUNUN CEVABI: Hayır “Kıbrıs Cumhuriyetinden iki Kıbrıslı Türk temsilci” olarak ve de “Kıbrıslılık” adı altında!… Ki hatırlatalım: Adada tanınmış, BM’ler ve AB üyesi olan tek devlet vardır o da Güney’deki Rum devletidir.” AB’de iki Türk temsilcinin doldurmaları istenen sandalyelerin etiketi de işte o Güney’deki Rum Devletini vurgulamaktadır… Yani bir ikinci KOP olayı daha diyoruz! Biline ki eğer bizi o iki sandalyeye oturtacaklarsa ancak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi altındaki Kıbrıslı Türkler olarak oturturlar…
**********     
HALA TC PAZARLARINA GİREMİYORUZ! İŞTE KKTC RAKISININ BAŞINA GELENLER…
Geçtiğimiz hafta Havadis Gazetesi’nde Ödül Muhtaroğlu’nun “Coğrafi tescil ve KKTC rakısının geleceği” başlıklı bir araştırma ve tabii ki “yakınma” yazısı yayımlandıydı…
Okuduğumda “işte o sorun” dedimdi. Bitmeyen, dinmeyen, devam ettikçe canımıza okuyan o sorun!
Ödül Muhtaroğlu’nun tüm yazdıklarını keşke sütunuma aktarabilecek imkanım olsaydı. Çünkü her cümlesi aktarılacak kadar önemliydi. Mesela KKTC’de 4 rakı firması olduğunu, sadece KKTC piyasası içinde satış yaptıklarını, bunun da yüzde 15’lik bir pazarı oluşturduğunu söylüyor ve ekliyor: “Piyasanın geri kalan kısmını KKTC’de bazı Türkiye markalarının şişelemesini yapan yerli Taşel firmamız ve TC’den ithal edilen diğer markalar tutmaktadırlar…”
Şimdi, işte o “bitmeyen” dediğimiz ve imkanı yok kapısından geçemediğimiz Mersin Gümrüğü’nün azizliğine, Muhtaroğlu’nun yazısından kısa aktarmalar yaparak bakalım:
*Türkiye iç pazarına rakı satışı yapılamıyor. Sadece Taşel mesela 2012 yılında 10.5 milyon dolarlık bir ihracat gerçekleştiriyor…
*KKTC’de rakı üreticileri milyonlarca dolar harcayarak devasa tesisler yapmışlar, eskiden daha çok istihdam yapmalarına karşın kapasiteleri gitgide düştüğünden şimdi sadece 120 personel çalıştırabilmektedirler…
*2012 yılında TC’den KKTC’ye 303 bin 557 litre rakı ithal edildi.
GELELİM ESAS SORUNA: Muhtaroğlu diyor ki Türkiye rakıyı kendi kültürel içkisi olduğu iddiası ile tescilini de sadece Türkiye Rakısı olarak kendi tekelinde tutmaktadır… Bu da tartışma konusu olmaktadır. Nitekim bu konuda Muhtaroğlu şöyle demektedir:
“Rakı sadece TC’ye ait bir kültür değildir. Kıbrıs’ta 1571’den beridir Türk kültürünün olması rakının Kıbrıs Türk kültürüne de ait olduğunu göstermektedir. Bir değer olarak Kıbrıs’ta vardır ve yaşatılmaktadır.”
Ve şunu hatırlatıyor: “Benzer tartışmalar Yunanistan’ın Uzo içkisiyle yaşandıydı. 1989’da AB “Uzo Yunanistan’da üretilir” şeklinde bir karar almıştı. Rumlar AB’ye girerken Uzo’nun kendi kültürlerine de ait olduğunu iddia ederek 2004 yılında AB Konseyi’nin Uzo’nun yalnız Yunanistan ve Kıbrıs’ta üretileceği kararını almasını sağladılardı…
Dikkat: Altını tekrar çiziyorum: “Yunanistan’ın da desteği ile…”
İşte “Anavatan-Yavruvatan ilişkileri böyle olmalıdır” demez misiniz? Oysa 1997 yılında KKTC ile TC arasında alkollü içeceklerin yılda üç milyon litreye kadar Türkiye’ye ithali konusunda işbirliği protokolü de imzalanmıştı ama bir türlü gerçekleşmesi mümkün olmamıştı! Nitekim Taşel bile TC’ye 2012 yılında sadece 1 milyon litre rakı ihraç edebildiydi!
Kısa keselim: Muhtaroğlu TC’ye rakı ihracatının önünde yine TC’den kaynaklı iki büyük engel olduğunu yazıyor:
BİR: 2005 tarihli Türk Gıda Kodeksi Alkollü İçkiler Tebliği’nde rakının sadece Türkiye’de üretilen içki olduğunun belirtilmesi…
İKİ: 2009’da Türk Patent Enstitüsü’nün verdiği Coğrafi İşaret Tescil belgesinde rakıyı sadece Türkiye’de üretilen alkollü içki olarak tanımlaması…
OLAY BU! Oysa ne diyordu rahmetlik lider Denktaş: “Gelen Türk giden Türk!” Ya biz ne diyoruz? “Türkiyesiz Kıbrıs Türk halkı düşünülemez.”
Pekala Ankara ne diyor? “Siz başka Türk, biz başka Türk!” Zaten yavaştan yavaştan siyaseten de bize biçilen model öyle bir şeyler oluyor: “Kıbrıslı Türk, Türkiyeli Türk!” Bunun üzerine bir de çözüm şemsiyesi açtınız mı biz de “uzo” içmeye başlarız! Malum tek Kıbrıslı bir o kaldı!             
**********      
KÖPEKLERLE İLGİLİ ŞİKAYETNAMEMİZDİR!
Şimdi desek ki “nedir bu köpeklerin elinden çektiklerimiz,” ya “Çetinel yazacak bir şey bulamadı artık köpeklerle uğraşıyor” deyip güleceksiniz, yahut da “var bir gariplik” diyeceksiniz.
İkisi de değil. Özellikle hayvan severleri, dernekleri uyarıyorum: Haberiniz var mı her gün Karpaz’da bazı kırsal alanlarda sürüler halinde öldürülmüş köpek leşleri toplanıp gömülmektedirler!
Çünkü avcılar ya avlanamıyor yahut kendileri avlanamadıklarından canları sıkıldığı için dönüşlerinde köpeklerini avlandıkları yerlerde bırakıyorlar. Onlar da sürüler halinde ağıllara saldırıyor, koyunları keçileri parçalıyorlar, sonuçta vurularak öldürülüyorlar…
ÖTE YANDAN. Lefkoşa’yı bilemem… Fakat Mağusa artık tam bir “köpekhane” oldu! Yollarda bellerde sürüler halinde geziyorlar, arabaları sarıyor, bazıları tekerleklerin altında kalarak can veriyorlar. Hemen her mahallede iki üç düzine başıboş köpek dolanıyor. Evlere girip çöp bidonlarını devirenler mi istersiniz yolda yürüyenlere saldıranlara mı?
Kısaca desek ki köpek terörü ile karşı karşıyayız, hatta tehlike içindeyiz… Hiç abartmış olmayacağız…
ÇARE? Çaresi maresi yok! Kentlerde, iskân alanlarında başıboş köpek olamaz! Hastalığı var, pisliği var, saldırması var, zararı var! O hayvanlara da günah. Öylesi bir yaşam yaşamları olmamalıdır, günah! Fakat çaresi de yoktur. Ya barınaklara konmalıdırlar, yahut kısırlaştırılmalıdırlar… İnsanımıza da günahtır: Politikacılardan çektikleri yetmiyor, bir de köpeklerden çekiyorlar!

NOT: Geçen günkü “Mandela” ile ilgili yazımda “Gandi” yerine “Nehru” yazmışım. Sürçü lisan kabul edin, “Gandi” olacaktı…


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar