Ficalar ve Pencere önü çiçekleri - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Mart 19, 2024
Köşe Yazarları

Ficalar ve Pencere önü çiçekleri

Mete Hatay bannerMete Hatay

“Lefkoşa’yı temizleyelim,” “surlariçi bataklıktır,” “çirkef yuvası” gibi söylem ve çağırılar, yeniden, son dayak olayından sonra, sanal medyayı işgal etmeye başlamıştır. Bir “pislik” ve “kirlilik” hezeyanıdır gidiyor. Kendimizi “kültüre” edilmiş “medeni” bedenler olarak her türlü maddi ve kültürel bulaşmayı kirlenme olarak algılayan bir cemaat olarak görüyoruz. Adeta, öteki ile arasına “görsel,” “kokusal” veya “işitsel” mesafeler koyduğu zaman güvende hisseden bir güruh.

Foucault’a göre son iki yüzyıldır yavaş yavaş inşa edilen hijyenik beden için dokunma bile artık kirlenme anlamına gelmiştir. Son iki asırdır Biyo-iktidar bütün bu tıbbi söylemleri bize o kadar içselleştirmiştir ki, artık birbirimize bile dokunamaz hale gelmiş vaziyetteyiz. Tabii dokunmadan kastım sadece fiziki dokunma değildir ve sadece bedenimizi ilgilendirmez. Toplumumuzun sözde düzenini bozan her unsur ve eyleme karşı da, kire karşı takındığımız tavırı alıyoruz artık. Mesela eski nostaljik hafıza mekanlarımızı dolduran fakir işçi zümrelerinin yarattığı terkedilmişlikten ve fakirlikten kaynaklanan “kirli” görselliklerini ve “farklı” kokularını kullanarak kendimizden uzak tuttuğumuz ve denizin dışarı attığı vücuda yapışan iğrenç, ficaya (denizin yosununa) benzettiğimiz göçmenlerin yıllarca surlar içine kapanmasını görmemezlikten geldiğimiz gibi. Veya Şimdilerde surlar içinde kurgulanan alternatif mekanlara olan bakışımız da bence benzer bir seyir izlemeye başladı bazı adli olaylardan sonra. LGPD’ye bakış ise keza. Tüm bu gurupları nostaljik turlarımızı kirleten unsular olarak görüyoruz. Bizden uzak durdukları sürece kendimizi güvende hissediyor ve tabii ki “kirlenmiyoruz.”


Ünlü antropolog Mary Douglas, kirlenmenin düzensizlikle ve fakirlikle de bir tutulduğunu ve mutlak kirlilik diye bir şey olmadığının, kirlilik kavramının toplumdan topluma, kişiden kişiye değiştiğinin altını çizer çalışmalarında. Kirlilik artık daha çok kurulu düzeni tehdit eden unsurlar olarak çıkar karşımıza. Ve işte bundan dolayı, zihinsel ve bedensel düzenimizi görece sarsacak dıştan gelen her türlü temasa bir tabu gibi yaklaşılıyor bugünlerde. Bir saflık, temizlik takıntısıyla başka nesnelere, bedenlere, düşüncelere dokunmamak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Douglas, “Saflık değişimin, muğlaklığın ve uzlaşmanın düşmanıdır” der.

Öte yandan, kirlenme aslında deneyimin veya tecrübenin de ta kendisidir; Douglas’a göre kirlenmeden kaçınmak, erksizleşme anlamına da gelebiliyor çoğu zaman. Bu yüzden uzun yıllardır bugüne kadar değiştiren, dönüştüren anlamlardan ve bilgiden kopmuş bir vaziyette kendi mağdurluğumuzun egosu içinde debeleniyoruz. Saf kalabilmek için veya kendimizi saflaştırmak adına artık hiçbir şeye dokunamıyoruz. Kalın, şeffaf olmayan kimlik kabuklarımızın içinde kendimizi büyük oranda güvende hissediyoruz.

Douglas biyolojik iktidarın, hijyenik bedeninin, yerel dokunuşlarla aramızda kuracağımız mikro-ilişkilere (mikro-politikaya), defedilmesi gereken mikrop gözüyle baktığını yazar. Tabii bu şekilde bir yaşam ile olsa olsa, Bülent Ortaçgil’in tertemiz görünüşlü, kokusu gitmiş saksılarda yetiştirilen pencere önü çiçeklerine benzeriz, kirden tozdan ve tabii ki tehlikeden uzak, cam arkasında evin sahibinin onu sulamasını bekleyen.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar