Başbakan Yorgancıoğlu’nun, geçen hafta Özdil Nami ile birlikte gerçekleştirdiği bir günlük Ankara ziyaretini “yeni bir yol haritası mı çiziliyor” sorusunda önemsiyoruz. Bu nedenle ilgili “açıklamalara” bir daha bakmak istiyoruz.
Yalnız bir hususu yeniden vurgulamalıyım: Buna da ihtiyaç duyuyorum çünkü kendi içimizde efelenirken sahneyi viran eyliyoruz ama ne zaman “Ankara kapılarına” dayanıp karşılıklı görüşmeler yapsak mülayim oluyoruz! Hatta “ayıp olmasın” diye söylenmesi gerekenlerden de sarfınazar eyliyoruz!
Bu nedenledir ki başından beridir Kıbrıs siyasi sorununda inisiyatif hep Ankara’nın elinde olmuştur. Es kaza, “fakat bizim de söz ve saz hakkımız vardır” dediğinde mesela vakti zamanında Mustafa Akıncı’nın başına gelenlerle Rahmetlik Denktaş’ın nasıl tek fiske ile dışlandığını hep birlikte gördüktü… Yıllar yılı sakıncalı addedilen CTP’nin başına neler geldiği de herkeslerin malumudur… Neyse gelelim Yorgancıoğlu’nun Ankara temaslarına ve soralım: Bu resmi görüşmelerden sonra Kıbrıs siyasi sorununda bir rota değişikliği olacak mı? Soruya cevap vermek için önce ve kısaca Yorgancıoğlu’nun açıklamasına bakalım:
YORGANCIOĞLU NE DEDİYDİ: Erdoğan ve Çiçek’le görüşmesinin hemen akabinde Kıbrıs sorununun 50 yıldır devam ettiğini hatırlatarak son aşamada, “Rum’un her şeyi reddetmesinden dolayı sıkıntı çektiğini, bu nedenle zorda olduğunu” söyledi ve eklediydi: “Umarım son noktaya yanaşırız . Biz pozitif tavrımızı Türkiye ile birlikte sürdüreceğiz… Sorun çözülünceye kadar da Kıbrıs Türk halkının iç sorunlarını çözmek için uğraşacağız…” Ve Yorgancıoğlu Türkiye’nin KKTC’ye katkılarından dolayı özellikle teşekkürlerini sundu!
Başbakan Yorgancıoğlu basına yaptığı açıklamasında ise özetle şunları söylediydi: “Taraflar metinde kendi arzuladıkları ifadelerin yer almasını istiyorlar… Ama biliyoruz ki bu metin müzakerelerin yeniden başlaması için ortak yayınlanacak bir metindir, müzakerelerin kendisi değildir… Biz başlangıçta böyle bir metin olmadan müzakerelerin başlayabileceğini ifade ettikti. Rum tarafı, ‘ortak metin olursa daha iyi olur’ noktasında davrandı. Buradan hareketle bir ortak metin çalışması başlatıldı…”
OYSA “ORTAK METİN” KONUSU BU KADAR BASİT DEĞİLDİR: Yani Yorgancıoğlu’nun, Anastasiadis’li Rum liderliğinin, “mutabakata varılırsa daha iyi olur” dediğini vurguladığı o ortak metinin “daha iyi olacağına” yönelik en küçük bir işaret yoktur!
Çünkü vurgulanan “tek egemenlik” kavramı müzakerelerde tartışılması için değil, altının “tek devlet, tek uluslar arası temsiliyet, tek yurttaşlık olarak doldurulması içindir!” Zaten CTP kanadının Eroğlu ile farklılığı da bu nedenle ortaya çıkmaktadır. Çünkü Eroğlu tek egemenliği kabul etmiş olsa da “iki kurucu devlet” ifadesinde mesela Federe kanatların kendi içlerinde egemen olmalarını şart koşmaktadır…
Pekala Türkiye ne demektedir? Erdoğan son görüşmelerle birlikte Tarafların görüşlerini bire bir öğrenme fırsatı buldu… En azından müzakerelerin başlaması için “ortak metin” üzerinde uzlaşılması gerektiğini de öğrendi… “Şimdi bir karara varacaktır” diyeceğiz ama “garantörlük” konusunu da gündeme getirerek ortak açıklamanın içeriğine yeni bir konu eklediğini unutmadık! Tabi bu önerisinden geri döner mi bilinmez ama şimdilerde “ortak metin,” öncesinden çok daha çetrefil duruma geldi diyebiliriz… Tabi “sürprizleri” göz ardı etmeden… Buna karşın “evet çözüm istiyoruz” İşte nedenleri:
**********
ÇÖZÜMÜ BU “NEDENLERDEN” DOLAYI İSTİYORUZ (OYSA İŞTE SU DA GELİYOR…)
Kıbrıs’ın tarihi dönüm noktalarında hep “kan ve ateş” vardır! Göç vardır, yıkım, gözyaşı vardır!
Fakat: İşte tarihi boyunca kanla yıkanmış bu kadersiz Kıbrıs tutun ki dokuz bin yıllık tarihinde ilk kez “barışın, yaşamın, insanlığın o büyük olayını, “olamaz” denileni gerçekleştiriyor… Türkiye Kıbrıs’a su akıtıyor…
Eğer benim Kıbrısım dokuz bin yıllık susuzluk kaderini kırıyorsa, bunun anlamı adı “Türkler ve Türkiye başarısı” olarak tarihe kazınıyorsa, ben neden Kuzey’in efendisi olmayayım? Dokuz bin yıllık makûs talihi değiştiren ben neden toprağıma akacak suyun sahibi mutlak’ı bu topraklara egemenliğimi sermeyeyim?
OYSA: Böylesi büyük bir dünya olayına bile “suyuydu eksik, o da geldi” diyerek saçını başını yolan mı istersiniz yoksa “su gelecek egemenlik elden gidecek” diyen mi?
Ne oldu bize böyle! Neden ne zaman Kuzey’e sahiplik koymamız söz konusu olsa bin parçaya bölünüp kendimizi mahkûm etmek için suçlu sandalyelerine otururuz! Neden ayrı devlet olmamızı kendimize layık görmeyiz! Dolayısıyla bakın ne hallerdeyiz ve neden yat kalk Allah çözüm diyerek feryatlar koyuvermekteyiz… ÇÜNKÜ KENDİMİZ EDİP KENDİMİZ BULUYORUZ: Bize ne diyorlar bilirsiniz: “Ekmek elden su gölden cumhuriyeti!” Oysa hiç böyle olmak istemedikti. Halâ istemiyoruz ki işte “çözümü” bu nedenle istediğimizce. Nitekim çözümsüzlüğün de çözüm olduğunu söyleyen Çetinel’e karşın, ayni Çetinel bile “ille de çözüm” demekte! En kötü çözümün bile bazen çözümsüzlükten daha iyi olacağının da toplum katlarında sürekli söylendiğince…
İŞTE NEDENLERİNİN İSPATLARINDAKİ OLAY: Türkiye’yi döviz vurdu… Türkiye’yi cemaat vurdu… Türkiye’yi Suriye krizi vurdu… Türkiye’yi rüşvet yolsuzluk olayları vurdu… Türkiye’yi gezi olayı vurdu…
Bunların tümü de katmer katmer katmerlenerek Türkiye’deki olaylarla hiç ilgisi olmayan Kuzey Kıbrıs’ı da vurdu! Üstelik bugün değil, kırk yıldır olagelenleri ile birlikte! Bunun da tek nedeni çözümsüzlük dolayısıyla kazanamadığımız siyasi statümüz, tanınmayan devletimiz, kendi sınırlarımızda dünyaya kapalı yalnızlığımızdır… Adına da “kırk yıldır kırılamayan kader” diyoruz!
Ki bu kaderi ne memlekete yollar, göletler, devasa oteller yaptıksa kırabildik ne de toprakları ekip biçtikse değiştirebildik! Ne yapmaya çalıştıksa üzerimize yıkıldı, canımızı çıkardı… Sonuç ortada:
İŞTE GÜNEY İŞTE KUZEY: Kaç kezdir Başaran Düzgün Köşesinde yazıyor: Zaman zaman şu veya bu nedenle Rum tarafına geçiyor, görüyor, elliyor, kentlerinden köylerinden Trodos’undan geçiyor, dönüp Kuzey’e girdikte söyleniyor: “İşte yine geldik bizim çöplüğe!” Ki biz de ne zaman geçiversek Güney’e geçen insanlarımızla birlikte hep bu farkındalığa bakıp yakınırız! “Neden orası öylesi mamur, temiz tertipli, Avrupa kokulu; neden biz böylesi alaturka ve şark görünümlü?”
Ki 1974’te Rumlar Kuzey’den Güney’e, biz Türkler Güney’den Kuzey’e göç ettikte, daha ilk aşamada hem onlar hem biz savaşın yaralarını kapatıp yeni vatanlarımızı oluşturmaya başladıktı…
Aradan kırk yıl geçti. İşte Güney Kıbrıs, İşte Kuzey Kıbrıs! Gidin bir lase Güney’e. Dönüp Kuzey’e girerken hasta olursunuz: Utancınızdan, alınlarımıza yazılan pislik, tertipsizlik, pejmürdeliğimizden!
OYSA HİÇ UNUTMADIK. 1974’ten sonra Rum’un bıraktığı serveti de işaretleyerek cicim bicim yaratacağımız Kuzey Kıbrıs’ın hayallerini anlatıyor, sanal alemdeki krokilerini çiziyorduk. Bir Avrupa sahil beldesi olacaktık…
Tabi ki Türkiye’nin sayesinde… Nitekim yıllarca “Kıbrıs Türkiye’nin dış dünyaya iftiharla sunacağı eseri olacaktır…” “Dünya alemin gözlerine sokacağı bir cennet parçası olacaktır…” “Medeniyetin, kültürün harcı ile yoğrulmuşluğunda bir barış ve güzellikler abidesi olacaktır…” Diyorduk…
Ola ola ne olduk? Pisliğin içinde boğulan, kanserle kırılan, mezbelelikle boğuşan, yolları sırat köprüsüne dönüşen bir coğrafya ve bu coğrafyada yaşamak zorunda kalan insanlar…
Türkiye Kıbrıs’ta ne siyasi ne de imar iskân ve ekonomik gelişmişlik yönünden iyi sınav vermedi… Tabi başarısızlığın bir yarısı da bizim!
Oysa işte TC’den KKTC’ye akıtılacak suyun şırıltısı duyulmaya başladı. Büyük bir dünya olayına imza atıldı… İnsan üzülüyor ama: Bu büyük yatırımlara, devasa işlere bakın, bir de memleketin arabesk görünümlü çarpıklığına bakın…
NEDEN KUZEY PEJMÜRDELİKTEN KURTULAMIYOR? Çözümsüzlükten! İşin kısası dünya devleti olunmadan, çözüm olmadan adam olunmuyor! O büyük dünya olayı gerçekleşse de dokuz bin yıllık kanlı tarihine karşın topraklarına barışın suları aksa da Türk halkı Kuzey’de egemen devlet olmadan hiçbir şey olamaz!