Efendim, BM’ler Genel Sekreteri Ban Ki-moon Türk tarafının müzakerelerin başlamasına yönelik çabalarını çok yapıcı buluyormuş…
Pekala Anastasiadis’li Rum tarafının muzırlığını nasıl bulmaktadır? Cevap yok!
Yıllar bu minval üzere geçti…
Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye “ya kınandı protesto edildi, yahut koltuklandı sırtı sıvazlandı!” Fakat BM’lerle sonrası Avrupa Birliği ve de Amerika’nın tutumları hiç değişmedi…
Kıbrıs siyasi sorununu “adadaki Türk halkı ile Türkiye üzerinden” yürütürlerken, çözümle barışın yetkili ve sorumlusunu da yine Türk halkı ile Türkiye’ye yıktılar…
DOLAYISIYLE NE OLDU?
Yaşanan her siyasi olayda, iki halk arasında baş gösteren her ihtilafta, çözüm planlarının her akamete uğramasında, müzakere masalarındaki her başarısızlıkta “Türk halkı ile Türkiye” suçlu sandalyesine oturtuldu…
Ve ne oldu? Rum tarafı “mazlum” Türk tarafı “işgalci ve gasp edici!”
İstersiniz az biraz geriye giderek sürece bakın: Rum 1963’te saldırıya geçer. Hemen akabinde Garantör Ülke durumundaki İngiltere ile Amerika bir ortak plan oluştururlar. Plan adanın NATO kuvvetleri tarafından güvence altına alınmasıdır. Makarios anında reddeder. Üstelik “ittifak anlaşmasını” da feshettiğini açıklar!
Amerika yine devrededir: Hemen ardından “Türk halkını Meis adasına taşıma operasyonundan başka bir şey olmayan Açison Planını hazırlar. Karşılığı Türkiye’nin Enosis’i kabul etmesidir! Ankara haklı olarak kabul etmez…
Ve ardından Galo Plaza Raporu gelir…
ŞİMDİ DİKKAT: Yıl 1964’tür. Rum tarafı BM’ler Genel Sekreteri Plaza’nın Raporuna yanaşmaz ve şu istekte bulunur:
Garanti anlaşmaları kaldırılacak… Kıbrıs Üniter devlet olacak… Türklere azınlık hakları verileceği taahhüt edilecek… Tabii kendileri de “self determinasyon hakkı kazanacak, ki Enosis’e kapı açsın!
Buna karşılık Türk tarafı ilk kez iki toplumun bir araya gelerek “coğrafi federasyonu” oluşturması tezini ortaya atar…
Yani bu “federasyon” dediğinizin anası da babası da yine Türk tarafıdır…
Fakat Üniter yani “Birleşik Kıbrıs” isteği yine Rum tarafınındır… Yıl 2013, aradan elli yıl geçti… Şimdi yeniden dönüp geriye bakın. Ne değişti? Rum yine tüm Kıbrıs’a egemenliğini sermeye çalışan tutumu ile ayni Rum! Türk ise bu adada yok olmamak için elli yıldır Rum’la anlaşmaya çalışan mazlum halk konumunda! Tabi bu süre içinde BM’lerin tutumu da değişmedi AB’nin de!
UZATMAYALIM. Rum Kıbrıs’ın tek egemeni olacağı bir planın dışındaki hiçbir çözüm planını kabul etmez…
Belli olmuştur ki daha bir süre her iki halk kendi başlarının çaresine bakacaklardır. Ta ki “belki Rum’un başına bir saksı düşer! Düşer de bu adada Türk halkı ile yan yana yaşamaktan başka şansının olmadığını idrak edecek o mübarek aklı başına gelir!
**********
HEP AYNI SORUN: “KKTC İLE TC İLİŞKİLERİ”
Rahmetlik toplum lideri Dr. Fazıl Küçük ta 1950’lerde Ankara’ya bir “Kıbrıs sorunu” olduğunu, bu sorunun ayni zamanda “Türkiye’nin de davası” olduğunu anlatıp kabul ettirmek için neler çektiydi!
Nitekim anlayıp da “hadi gidip bir lase bakalım” merakında titrek adımlarla Kıbrıs’ı ziyaret etmeye başladıklarında, yine o 1955’lerdi ve Türk ahaliye hamaset dolu nutuklar atarlarken, “size anavatandan kucak dolusu selam ve sevgiler getirdikkk” derlerdi.
Hiç unutmadım. Mesela Hasan Ali Yücel de yeni kurulan Mağusa Namık Lisesi’nde “Türbeler” dediğimiz yerde konuşmasına, “size Anavatan’dan kucak dolusu selam ve sevgiler getirdim” diye başladıydı… Nasihat etme faslında da önce eliyle başını, sonra pantolonunun cüzdan konulan arka cebini göstererek, “insanın iki yeri dolu olacak” dedikti! Ve ben karnımdan konuştuğumu hatırlarım: “İyi ama siz bize hep selam sevgi getiriyorsunuz. Az biraz da para getirsenize…”
O da geldi, Türkiye de geldi, parası da geldi, yatırımları da geldi, askeri geldi… Yakında suyu da gelecek… Ancak çözüm nanay! (Rum ise halâ olayın farkında değil, bu Türkiye’ye tos atamaya çalışıyor…)
VE ŞU “YAVRU” MESELESİ: Geçen gün yine bir laf salındıydı: “Kıbrıs Türkleri kendilerine “Yavru” denmesinden hoşlanmıyorlar!” Ben de hoşlanmıyorum. Anlatayım.
Cemaat esamesinden kurtulup devlet oluşa geçmişliğin ve mesela şimdilerde çözümün mihenk taşına, “iki kurucu devletten oluşacak federasyon” tezinin vurduğu gerçeklerde “yavru vatan” sözcüğü her yönden “küçümseyici ve küçültücü” bir ifade olmaktadır…
Himmete muhtaç çocuk misali! Yahut korunması gereken bir sabi! Veya kendi iradesine sahip olmayan çaresiz bir canlı!
Tabi “yavru vatan” sözcüğünün bunları ifade etmek için söylenmediğini biliyoruz. Hatta geçmişte çok da olağandı…
Ancak geldiğimiz yerde artık “rüşt ispatı” vardır… Self determinasyon hakkı vardır… Uluslar arası ilişkiler vardır… Kısaca devlet gibi olmak vardır…
Türkiye ile yaşadığımız sorunlardan bir tanesi de budur işte… Siyaset arenasında “devlet” gibi hareket eden KKTC” Türkiye arenasında “yavru” oluyor!
Ve ne oluyor? Ne Mersin gümrüğünü geçebiliyor ne de ne ekonomik yönden TC ile sağlıklı ikili ilişkiler kurulabiliyor.
Mesela şu sıralarda “Yeşil Hat Tüzüğü”nde bile yeni iyileştirmelerle genişletmelere gidilmesi için çalışmalar yapılırken, ayni KKTC’nin ürünleri ile TC pazarlarına girmesi mümkün olmuyor!
Kısaca “yavru” halâ anasının memesine muhtaç bir sabi muamelesi görüyor… O zaman Rum’un nasıl davranmasını bekleyeceğiz ki?
**********
KKTC’DEN TC’YE BAL İHRACATI SÖZ KONUSU OLSAYDI…
Türkiye medyasını izleyenler bileceklerdir. Orada “hilesiz bal” bulmak mümkün değildir. Es kaza bulunanlar da baskın pahaya satılmaktadır… Ve KKTC’ye dönüyoruz: Önce vurgulayalım ama: Bu adada “altın kadar değerli” kendimize özgü ürünlerimiz vardır. Artı rahmetlik Reşat Ebeoğlu’nun ifadesiyle Afrodit’in bu ülkesinde ne yetişirse lezzetlidir.”
Türkiye zeytin diyarıdır ama Kıbrıs zeytini bir başkadır. Enginarı da öyledir, üzümü de. Hele patatesi… Portakalları mandalinaları… Hatta eti… O bücür şeftalisi ile eriğinin lezzetinden bile geçilmez…
VE BAL: Geçtiğimiz günlerde Arıcılar Birliği Başkanı Eriş Çoban’ın bir açıklaması vardı. Üretim 4 yılda yüzde 150 arttı diyordu. O kadar ki artık ülkeye bal ithali yapılmıyor. Arıcıların sayıları 300’e ulaştı.
Ve artık “arıcılık” da “kayıt” altına alındı… Tutun ki KKTC kendi yerel ürünlerinden birini daha ekonomisine katıverdi…
BUNLARI NEDEN YAZDIM: Eğer yakın gelecekte KKTC’den TC’ye bal ihracatı söz konusu olursa şu haberi ya okuyacaksınız yahut işiteceksiniz. “KKTC’den Türkiye’ye gönderilen ballar şu nedenden dolayı Mersin Gümrüğü’nü geçemedi, geri iade edildi!”
Oysa bal deyip geçmeyin. TC gibi yılda otuz milyon turisti ağırlayan Türkiye için tutun ki ana gıda maddelerinden birisi olmalıdır. KKTC’den ihraç edilecek balın da havada kapılması gerekecektir.
Buna rağmen bir mim koyun. Eğer bir gün ciddi ciddi TC’ye bal ihracatı başlarsa bir iki otele ancak yetecek azlığına karşın bakın ne engellerle karşılaşacaktır…
Vesselâmı kelâm Türkiye ile hâlâ doğru dürüst ekonomik ilişki kuramadık… Anlamak gerçekten çok zor!