Ülke savaş halinde olsa, ordu sürekli kayıplar verse, şehit olanların yerine bütün erkekler askere alınsa ama erkekler askere gitmek istemese yani firar etseler. Bunun üzerine hükümet savaş bitene kadar evlenmeyi yasaklasa. Kızlar ve erkekler kendilerini evlendirecek görevli bulamasalar.
Biri çıksa ve bu işi gizliden gizliye yapsa. Yakalansa ve idam edilse…
O kişi siz olur muydunuz?
Böylesi bir aşka cesaretiniz var mı?
Aşka dair sığ serenatların ortalığı kapladığı bir günü tamamladık.
Bu ülkede aslında en kolaydır aşk.
Zahmetsiz ve bedelsiz aşkların mekanıdır Aşk Tanrıçasının öksüz yurdu.
Bedavaya getirilen hayatlar gibi bedava aşkların peşinde koşanlarla doludur sokaklar.
Ve o denli sahte sevgiler.
Günü kutlanan Valentin, sevgilileri gizliden gizliye evlendirdiği için ellerinden ve ayaklarından çivilenmiş, çarmıhı boylamıştı.
Bilmenizi istedim
****
Bedava hayatları reddettik, sahte sevgilere sırt çevirdik.
11 yıl önce heyecan ve umutla çıktık karşınıza.
Sırça köşklerde, patron sultasında geçen günlerin Kıbrıs Türkünün hayrına olmayacağını bilerek.
Mesleğimizin ve kariyerimizin yeni baştan sınavdan geçirileceğinin farkındaydık.
Ödenecek bedel bizim ve çocuklarımızın geleceğinden başkası değildi.
İşte hala karşınızdayız.
11 yıl geçti ve hem şaşırtmanın hem başarmanın mutluluğundayız.
Ne kahraman ne de hakir, sadece görevimizi yapmanın bahtiyarlığında.
11 yılda emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Ve Nazım ustanın bu mükemmel dizeleri onlar içindir…
***
YAŞAMAYA DAİR
Yaşamak şakaya gelmez
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde
hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…