Üç el silah sesi - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 18, 2024
ManşetPoli

Üç el silah sesi

üç el silah sesi

ÜÇ EL SİLAH SESİ

(Yıldırım Dosyası: Faili meçhul bir cinayetin üzerindeki perde kalkarken…)


Tarih 2 Ağustos 1958.

O dönemlerin tetikçi bir TMT’lisi kendine verilen görevi yerine getirmek için pusuya yatacaktır.


Yer Lefkoşa Girne Caddesi.

Cinayete kurban giden Mehmet Süleyman Yıldırım’ın arkasından üç el silah atılarak vurulduğu Lefkoşa’daki Tabak Hilmi Sokak.
Cinayete kurban giden Mehmet Süleyman Yıldırım’ın arkasından üç el silah atılarak vurulduğu Lefkoşa’daki Tabak Hilmi Sokak.

Kıbrıs’ta her iki toplum da huzursuz günler yaşamaktaydı.

EOKA’nın Türklere karşı giriştiği silahlı eylemlere karşı aynı şekilde mukavemet eden TMT, Rumlara karşı silahlı saldırılar düzenlemekteydi.

Fakat olaylar bununla sınırlı değildi.

Solcu Rumlar EOKA’nın,

Solcu Türkler de TMT’nin hedefindeydi.

Bu çerçevede solcu Rum ve Türkler kendi toplumlarının yeraltı örgütleri tarafından vurularak öldürülmekteydiler.

Bugüne kadar işlenen cinayetler öldürülenlerin isimleri verilerek üstlenilmemişti.

Ta ki TMT’ye ait bazı belgeler ortaya çıksın.

Buna göre Araştırmacı Yazar Mete Hatay’ın Poli Dergisinin 22 Mayıs 2016 tarihli sayısında yaptığı yayında yer alan belgeler, o dönemin TMT yeraltı örgütünün Kıbrıslı Türk solculara karşı giriştiği saldırıları üstlendiğini göstermektedir.

Mete Hatay’ın ortaya çıkardığı TMT tarafından 26 Mayıs 1958’de halka yönelik dağıtılan bir bildiride şöyle denmekteydi:

“…(TMT tarafından) vatan haini ve komünist maşası ilan edilen Sadi Erkut ve Fadıl Önder hak ettikleri cezayı almışlardır. Aynı şekilde, onların satılmış yoldaşları da derhal cezalandırılacaklardır. Adanın neresinde olursa olsun komünist propaganda yapan herkesi aynı kadere mahkumdur…”

Bildiride daha sonra ölüm tehdidi yapılarak şunlar belirtilmekteydi:

“Türk gazetelerinde durumlarını açık bir şekilde anlatan ve ruhlarını komünist propagandadan samimi şekilde arındıran kişilerin hayatları şimdilik bağışlanmıştır. Ancak bu kişiler çok yakından gölge gibi izlenmektedir. Hareketlerinde en ufak bir şüphe veya kötü niyet gözlemlenmesi durumunda bu kişilerin hayatlarına son vereceğiz. “

Mehmet Süleyman Yıldırım’ın Anıt Kabir önünde ailesi ile fotoğrafı.
Mehmet Süleyman Yıldırım’ın Anıt Kabir önünde ailesi ile fotoğrafı.

Bilindiği gibi sendikacı Sadi Erkut öldürülmek istenerek kendisine bilinmeyen şahıslar tarafından ateş edilmiş ancak yaralı olarak kurtulmuştu.

Fadıl Önder ise hayatını kaybetmişti. Dönemin TMT’si bu kişiler hakkında “hak ettikleri cezayı aldıklarını” söyleyerek yapılan saldırıları üstlenmişti.

Aynı örgüt çok geçmeden 31 Mayıs 1958 tarihli bildirisi ile Türk solculara “Son İhtar” yapıyor ve şöyle diyordu:

“Hakiki Türk olmayan bir Hain daha (Vurucu) Ekiplerimiz tarafından ortadan kaldırılmıştır. Gelecekte de bu gibi hainlerin ortadan kaldırılması devam edecektir. Ancak şu an için bu gibi kişilere son bir şans veriyoruz.

SON İHTAR: “Vurucu Ekiplerimize” 10 Haziran 1958 tarihine kadar eylemlerini askıya alma talimatını vermiş bulunuyoruz. Kesin bir şekilde hain olarak listelediğimiz herkes bu 10 günlük süre içerisinde, toplumu, fikirlerini değiştirdikleri ve artık bizimle oldukları yönünde ikna etmek için gerekli adımları atmalıdır.”

Bundan anlaşılacağına göre, TMT o sıra bir kişiyi daha öldürmüş ve isim vermeden bu saldırıyı da üstlenmişti.

Üstlenmişti ama,

Cinayetleri kimlerin işlediği konusu bugüne kadar karanlıkta kalmış, bu cinayetler faili meçhul olarak kayıtlara geçmiştir.

Biz, bu yazımızda, faili meçhul olarak kayıtlara geçen bir dosyaya ışık tutmaya çalışacağız.

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”four” lightbox=”no” source=”media: 170473,170476,170475,170474″][/images_grid]

Bu dosyayı incelemezden önce şu soruları sormakta fayda var:

 TMT’nin ve EOKA’nın ipleri kimlerin elindeydi?

Neden her iki örgüt de kendi toplumlarının komünistlerini hedef almışlardı?

Neden EOKA bir Kıbrıslı Türk solcusunu,

Buna karşılık,

Neden TMT bir Rum solcusunu hedef alarak saldırılar düzenlememişti?

Başka bir deyişle, neden her iki örgüt anlaşmış gibi kendi toplumlarının solcularını hedef almıştı?

Bu “temizlik” anlayışının kökleri nereye dayanıyordu?

Komünizme ve komünistlere karşı bu vizyonun rol dağıtıcıları hangi merkezlerdi?

CIA Faktörü:

Adada bütün bu olup bitenleri anlamak için şu bilgilere bakalım:

Bilindiği gibi Amerika 1940’ların sonunda soğuk savaş çerçevesinde komünist avına çıkmış, birçok ülkede CIA’ya bağlı gizli örgütler kurdurmuştu.

Komünizme karşı savaşı yönetecek örgüte “Cephe Gerisi” 1 adı verilirken,

Avrupa ve Türkiye’de kurulan örgütler şunlardı:

“Her ulusal örgüt farklı bir ad altında faaliyet yürütüyordu. Adı İtalya’da Gladyo’ydu, Belçika’da SDRA-8, Fransa’da Rose des Vets, Hollanda’da P-26, Yunanistan’da Koyun Postu (Provia), İsviçre’de Schwert, İngiltere’de Secret British Network (Gizli Britanya Ağı) ve Türkiye’de Özel Harp Dairesi. İttifakın Brüksel’deki karargahında üslenen Süper NATO adlı bir organ, bu örgütlerin çalışmalarını koordine ediyordu.” 2

Çeşitli belgi ve belgelerde bu örgütlerin CIA tarafından nasıl finanse edildiği belirtilmektedir.

Türkiye’de Özel Harp Dairesi Türkiye’nin NATO’ya giriş tarihi olan 1952 yılında kurulmuştu.

İlk adı Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) olan yer altı örgütü,  daha sonraları adını Özel Harp Dairesi olarak değiştirecekti.

Bu örgütler her ülkede resmi siyasi kadrolardan habersiz kuruluyor, yukarıda belirtildiği gibi finans kaynakları CIA’dan sağlanıyordu.

EOKA ve TMT’nin kuruluşu da bu çerçevede oluşturulmuş olup,

Her iki örgütün ipleri dışarıdaydı. EOKA’nın ipleri Yunanista’daki Provia örgütünde, TMT’nin ise Özel Harp Dairesi’nde.

EOKA 1 Nisan 1955 tarihinde Grivas tarafından kurulurken, hemen hemen bütün kadrolarının Provia örgütü ile bağlantıları vardı.

TMT’nin kuruluş tarihinde tartışmalar olsa da, TMT’nin kurucularından Rauf Denktaş örgütün Kasım 1957’de kurulduğunu söyler.

Denktaş hatıralarında olaylarla ilgili şunları belirtir:

“…AKEL’in saflarında yer alan bir avuç insan kısa zamanda aldatıldıklarının farkında olarak AKEL’den istifa edeceklerdi. Bunlardan bir kısmı “hain” diye öldürülmeye başlanınca istifalar daha da yoğunlaşacaktı.” 3

Denktaş,  bu cinayetlerin olduğuna işaret eder ancak bunların TMT’ye mal edilmesine karşı çıkarak şunları belirtir:

“ Bu öldürmeler hep faili meçhul cinayetler listesine geçti. Bunları TMT’ye mal etmek isteyenler vardı. Bu büyük bir hatadır. Bu cinayetler TMT, kendini tanıtma ve ilk kuruluşunu tamamlama safhasında, yani TMT’nin kuruluş tarihi olan 1957 Kasım ile Türkiye’den gelen uzmanların teşkilatı devraldıkları 1958 arasında işlenmiş cinayetlerdi sanırım…” 4

Mete Hatay tarafından yayınlanan TMT bildirileri Kasım 1957 ile Temmuz 1958 tarihleri arasında Mayıs ayında yayınlanmış ve kimisinde isimler belirtilmiş, kimisinde de isimler saklanarak “cinayetler” in sorumluluğu üstlenilmişti.

Ancak TMT’nin resmi kuruluş tarihi 1 Ağustos 1958 olarak resmi kayıtlara geçirilince, bu tarihten önceki cinayetlerin TMT’ye mal edilemeyeceği savı öne sürülebilecekti.

Buna karşın, TMT’nin emri ile 2 Ağustos 1958’de işlenen bir cinayet hafızalardan silinmiş miydi?

Aynı zamanda Mete Hatay’ın ortaya çıkardığı belgelerin hiçbir zaman ortaya çıkmayacağına dair güvenceler mi vardı?

Yukarıda yaptığımız alıntıda TMT’nin Kasım 1957’de kurulduğu belirtilir.

Bu bilgi hem Volkan’ın hem de TMT’nin ileri gelenlerinden Mehmet Ali Tremeşeli tarafından da doğrulanır.

Tremeşeli TMT’nin “Resmi kuruluş tarihi ne kadar da 1 Ağustos 1958 olarak bilinse de gerçek kuruluş tarihi 1957 yılının ikinci yarısına dayanır” der. 5

Solculara karşı girişilen cinayetler bir müddet sonra durur.

Ta ki iki avukat Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan tekrardan bir cinayete kurban gidene kadar.

İki avukatın da cinayetleri faili meçhul listelerine alınır.

Ama bu olayları üstlenen herhangi bir örgüt olmaz.

Bu tür karanlık olaylar karşısında toplum içinde çeşitli isimler konuşulsa da, bugüne kadar bu olaylar aydınlanamaz.

Kimse de bu isimleri açıktan açığa telaffuz etme imkanı bulamaz…

Toplum içinde sadece solcular öldürülmüyordu.

İngilizlere çalıştığı gerekçesi ile “ajan” ya da “casus” olarak mimlenen bir kısım insan da cinayetlerden nasibini alıyordu.

Ancak toplum ve genellikle bu konularda araştırma yapanlar bugüne kadar solcu ve demokrat kesimlerin cinayetlerine dikkat etmiş, diğer olayların üzerinde pek durulmamıştır.

Biz bu dosyada İngiliz İdaresi döneminde polis teşkilatında görev yapan ve bir cinayete kurban giden bir polis memurunun dosyası üzerinde duracağız.

1958 yılının Temmuz’unda TMT’nin komuta yönetimi Türkiye’deki Özel Harp Dairesine bırakılır. Bu amaçla adaya Rıza Vuruşkan gönderilerek komutayı devralır.

2 Ağustos günü Lefkoşa’da bir cinayet işlenir.

Dönem İngiliz dönemidir ve Mehmet Süleyman (Yıldırım) İngiliz polisinde çavuş rütbeli bir memurdur.

Çalıştığı bölüm ise istihbarat bölümünde Special Branch’tır.

O dönemler EOKA’n ın ve Grivas’ın bir numaralı adamlarından olan Yorgacis’in çift taraflı olarak ajan rolü oynadığına dair çeşitli belgelerde çeşitli şahadetler bulunmaktadır.

Bu çerçevede, Yorgacis İngilizlerden aldığı bilgileri EOKA’ya, EOKA cephesinden edindiği bilgileri de İngilizlere vermekteydi.

Yorgacis’in bu pozisyonunun Special Branch tarafından bilindiği ve izlendiği anlaşılmaktadır.

Bunu anlamak için önceleri EOKA’cı olan ama sonradan EOKA tarafından aranan bir Rum’un hikayesine bakalım.

Konteatis’in hikayesi:

1955 yılıydı.

EOKA üyelerinden Onisiforos Konstantinu Konteatis adındaki bir EOKA üyesinden örgüt belirli silahları saklamasını ister.

Karısı ile birlikte  Aşşa (Paşaköy)’da oturan Konteatis silahları bu evin bahçesine saklar.

Gün gelir örgüt silahları ister.

Ancak silahlar bir gece çalınmış, Konteatis’in de karısı gece karanlığında bir şeyler sezmiş ama kimseleri görememiştir.

Konteatis bu durumu örgüte anlatamazdı.

Kendisini öldürecekleri korkusuna kapılıp ailesi ile birlikte Lefkoşa’ya taşınır ve polise sığınır.

Belgelerinden alıntı yaptığımız Makarios Druşotis’in belirttiklerine göre, İngilizler yaratıcı ve kurnaz olduğunu anladıkları Konteadis’e istihbarat servisinde görev verirler. Mehmet Süleyman da o servistedir. Bu çerçevede Konteadis’in iddiası ile bu ikili iyi ilişkiler içine girerler.

Ancak Konteatis artık EOKA namlularının ucundadır.

Bu durumda, Mehmet Süleyman’ın çalıştığı yer ve konumu icabı EOKA tarafından bilindiği ve baskı altında tutulduğu sıradan bir teori olamaz. Bununla birlikte o dönem tüm Elen-Türk polislerin de ölüm korkusu ile yaşadıkları bilinmektedir. *

Emniyet binasında geçinen bir olay:

Bir gün bir olay olur.

Konteatis, İntelligence Servisinin en önemli ajanlarından biri olan Shaw’un odasına girer.

Kapıyı çalmadan girdiği için Shaw müthiş hiddetlenir ve Konteatis’e bağırıp çağırmaya başlar.

Shaw’un karşısında biri oturmaktadır.

Manzara şöyle:

Meçhul kişi Shaw’a bir şeyler anlatmakta, o da daktilonun başında anlatılanları yazmaktadır.

Gürültüyü duyan İngiliz ve Türk polisler odaya gelirler.

Aralarında Mehmet Süleyman da vardır.

Gerisini Konteatis’in anılarından dinleyelim:

“Orada oturan meçhul kişi Mehmet Süleyman’a kim olduğumu sordu. Ona Onisiforos Konstantinu Konteatis olduğumu söyledi. Bana hain dedi. Bense ona saldırdım. Sen kimsin de bana hain diyeceksin dedim. O zaman tüm İngilizler üzerime çullandı. Beni geri çektiler. Shaw bana yaptığına dikkat et seni dışarı atarız. Ellerini arkana bağlayıp EOKA’nın öldürmesi için Ledra caddesine götürürüz dedi.

-Büroda oturan kimdi?

-Ben tanımıyordum. Ancak çehresi tanıdık geliyordu. Daha sonra Mehmet Süleyman bana Polikarpas Yorgacis olduğunu söyledi. En büyük hain. EOKA’nın Huduni’si (Huduni ünlü sihirbaz. A.O) Mehmet Süleyman bana onu Hudini biz yaptık. Senin de olduğun gibi Harding’in emrindedir. Sepecial Branch’ın icadıdır dedi.

-Büroya girdiğinde ne yapıyordu?

-So’ya (Shaw) bilgi veriyor, o da daktiloda yazıyordu. 6

Konteatis daha sonra İngiliz subay ve polislerin öfkelenmesinin Yorgacis’in deşifre olmasından kaynaklandığını söyler ve anılarında İngiliz yetkililerle Mehmet Süleyman’ın polis dışında da Yorgacis ile buluştuklarına değinerek,

-…Bir defasında gidip ona para götürdük” der.

Konteatis’in durumu bu iken,

Hem İngilizlere hem EOKA’ya çalışan Yorgacis’in Mehmet Süleyman tarafından da biliniyor olması, Süleyman için pek güvenli bir ortam olmasa gerekti.

Ama ne var ki, aynı güvensiz ortam Türk tarafı için de geçerliydi.

O güvensizlik ortamı içerisinde Mehmet Süleyman 2 Ağustos 1958 tarihinde bir ucu Girne Caddesine diğer ucu Abdi Çavuş Sokağına bağlanan Tabak Hilmi Sokakta öldürülür ve bu cinayet vakası faili meçhul olaylara girer.

3 Ağustos günü yayınlanan Türkçe gazeteler Mehmet Süleyman’ın Rumlar tarafından öldürüldüğünü duyurur.

3 Ağustos 1958 tarihli gazetelerde haber şöyle verilir:

belge 5
3 Ağustos 1958 tarihli sayısında Bozkurt gazetesinin olayla ilgili olarak ön sayfasında verdiği haberin küpürü.

BİR TÜRK POLİS ÇAVUŞU VURULDU

Special Branclı Polis Teşkilâtında çalışmakta olan Lefkoşa sakinlerinden Mehmet Yıldırım Çavuş dün öğleden sonra Fellahlar Sokağında (Tabak Hilmi Sokak. A.O) meçhul şahıslar tarafından vurularak öldürülmüştür. Yıldırım Çavuşa üç kurşun isabet etmiş ve hemen orada ölmüştür Az sonra hâdise mahalli kordon altına alınmış ve araştırma yapılmıştır. Uzun zamandan beri Kıbrıs Türk cemaatini korku ve dehşete sürüklemek, ata yadigârı bu adadan kaçırmak amacını güden tedhişçi Rumlar en nihayet Lefkoşa’nın göbeğinde de Türklere tecavüz etmek cüretini göstermektedirler. Rumların ellerinde Türkçe gazeteler olduğu ve hatta boyunlarına ay-yıldız asarak Türk semtinde gezmekte oldukları hakkında Türkler arasında son zamanlarda endişeler belirmişti. Türk muhitinin göbeğinde bir çavuşumuzun dün öldürülmesi Türklerin endişelerini artırmış ve iki muhiti bölen Maison Dixon hattı boyunda daha sıkı tedbirler alınması ihtiyacını açığa vurmuştur. Bu tedbirlerin derhal alınmasını hükümetten rica eder, memlekette asayişin temini için bunun yapılmasının artık bir zaruret olduğunu bilhassa beyaıı etmek isteriz. 7

Dava konusu:

Böylece Mehmet Süleyman (Yıldırım) cinayeti faili meçhuller listesine girer.

Aradan yıllar geçer.

Mehmet Süleyman Yıldırım’ın ailesi kendi acısı ile baş başa hayatı göğüslemeye çalışır.

1974 harekatı çoktan bitmiş,

Federe devlet kurulmuştur.

Bu çerçevede şehit listeleri hazırlanmakta, buna göre yasalar yapılmakta, şehit ailelerine maaş bağlanmaktadır.

Ancak Mehmet Süleyman Yıldırım’ın adı şehit listelerine alınmaz.

Hem Halkın Sesi hem Bozkurt gazeteleri bu cinayetin Rumlar tarafından işlendiğini yazmıştı.

O zaman, Mehmet Yıldırım neden şehit olarak kabul edilmiyordu?

Yetkililerin bir bildiği mi vardı?

Mehmet Yıldırım’ın eşi Nevruz Yıldırım 1980 yılında Sosyal Hizmetler Dairesine başvurur ancak buradan bir sonuç alamaz.

Sosyal Hizmetler Dairesi konu ile ilgili polisten bilgi alıyor ve bu bilgilere göre cinayete kurban giden kişinin bilinmeyen şahıslar tarafından veya bilinmeyen nedenlerle öldürüldüğünü öne sürüyordu.

Buna rağmen Nevruz Yıldırım’ın avukatı olarak dönemin avukatlarından Şafak Öneri vasıtası ile Yüksek İdare Mahkemesine (YİM) dava açılır (199/80 No’lu Yüksek İdare Mahkemesi Davası) ancak,  hakimler tarafından Sosyal Hizmetlerden ret cevabı alındığı ve müracaat için 75 günün geçirildiği gerekçesi ile bu davanın açılamayacağı görüşü ileri sürülür.

Ancak Avukat Şafak Öneri’nin bu konuda herhangi bir ret kararının oluşmadığını, çünkü ret kararlarının Bakanlar Kurulundan onaylanması gerektiğini, halbuki böyle bir kararın olmadığını, dolayısıyla 75 günün de geçerli olamayacağını ileri sürmesi neticesinde davanın görülmesine başlanmış olur.

Dava ilerlerken dönemin Emniyet Genel Müdürlüğünün ısrarla Mehmet Süleyman’a ait İngiliz dönemindeki dosyayı getirmemesi dikkat çeker.

Bu durumda belgeleri mahkemeden gizlediği gerekçesi ile Şafak Öneri Emniyet Müdürü hakkında tutuklama isteyebileceğini ileri sürerek, ilgili belgenin mahkemeye ibraz edilmesi sağlanır.

Belge, Sömürge devrinde Polis teşkilatının haftalık emirlerini ihtiva ediyor ve emirlerde Mehmet Süleyman’ın teröristler tarafından cinayete kurban gittiği belirtiliyordu.

Halkın Sesi ve Bozkurt gazetelerinde çıkan haberlere itibar etmeyen mahkeme, (o dönemlerde gazete haberleri delil olarak kabul edilmiyordu) bu emirler karşısında 1 hayır 2 evet oyu ile Mehmet Süleyman Yıldırım’ın “hadise kurbanı” olmasına, ancak geriye dönük tazminat istenmemesine karar verir.

Böylece Mahkeme kararı Bakanlar Kurulu uygulanır.

Daha sonraları  “Şehit ve Hadise Kurbanı Aileleri ile Malullere Yapılacak Yardımlar, Yardım Komiteleri Kurulması, Yetkileri ve Diğer Hususlarda Hükümler Koyan Yasa ( 7/1974)” zaman içerisinde değişikliklere uğrar ve 2003 yılında yapılan bir değişiklikle tüm hadise kurbanları şehit sayılır. İlgili maddede şöyle denir:

“Geçici Madde Hadise Kurbanlarının Statüleri değiştirilerek, “Bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce hadise kurbanı statüsünde olanlar, bu yasa ile birlikte şehit statüsüne geçerler.”

Böylece 1958’de bir cinayete kurban giden Mehmet S.Yıldırım şehit listelerine alınmış olur.

Önceleri Küçük Kaymaklı mezarlığında yatan daha sonra Lefkoşa  Kabristanlığındaki şehitliğe aktarılan Mehmet Süleyman Yıldırım, Şehit ve Malül Gaziler Cemiyetinin çıkardığı Şehit albümlerinde de yer alır.

Tremeşeli ve anıları:

Aradan çok yıllar geçer.

Nice hayatlar göçüp giderken, Mehmet Süleyman’ın eşi de hayata veda eder.

Ama henüz veda etmeyenler vardı.

Andığımız yıllardaki Volkan ve TMT teşkilatlarının önde gelen isimlerinden,

Mehmet Ali Tremeşeli anılarını yazmaya karar verir.

Bu anılar 2007 yılında Galeri Kültür Yayınları arasında “Ayios Sipiridon’un Çanları” adlı kitapta toplanır.

Tremeşeli bu kitabında hayatından kesitler verip, ilk aşkı olan bir Rum kadına duyduğu derin hisleri anlatmakla birlikte, kendisini bir “savaşçı” olarak niteleyip hangi Rum’u nasıl öldürdüğünü zaman zaman detayları ile anlatır.

Cinayetler:

Tremeşeli’nin anlattıklarına bir göz atalım:

  • 1958’de Kırklar Tekkesi beklemekle görevli Yusuf Hilmi adındaki bir Türkün Rumlar tarafından kaçırılıp öldürülmesi karşısında Tremeşeli kendilerinin de harekete geçtiğini belirtir ve şunları söyler: “Olayın yarattığı moral bozukluğunu kısa sürede üzerimizden atıp EOKA’ya gerekli cevabı verdik. “8

Verilen cevabın ölümle sonuçlandığı ima edilmektedir. Ancak Tremeşeli bu olayda çoğul sözcükler kullandığı için uyguladıkları planda tek başına olmadığı anlaşılıyor ve kaç Rum’un öldürüldüğünden bahsetmiyor.

2-İkinci olayı gerçekleştirmek için Tremeşeli Büyük Kaymaklıyı seçer. Günlerden Pazar ve bir yaz sabahı olduğunu anlatan Tremeşeli, işbirlikçi bir arkadaşı ile birlikte motosiklete binerek Büyük Kaymaklının bir caddesine girerler. İşbirlikçi “S” motosikleti kullanacak, o da motosikletin arkasından tabancasını ateşleyecekti. Ancak sokaklar bomboştu. Tremeşeli Rumların Pazar olduğu için kiliseye gideceklerini düşünemediğini belirtir ve cinayet anını şöyle anlatır: “Caddenin sonlarına doğru yaklaşmıştık ki birinin bahçesini sulamakta olduğunu gördüm. Bir anda elindeki lastiği bir kenara, kendisi bir tarafa savruldu.” 9

Bahçesini sulayan bir kişi böyle vurularak öldürülmüştü.

3-Aynı gün aynı cadde içinde Tremeşeli silahını bir kez daha kullanacaktı.  Cadde üzerinde kendilerine doğru gelen ve tehlikeyi sezen bir bisikletliye karşı. Tremeşeli bu kişinin pantolonu nedeni ile polis olduğunu iddia ederken şunları belirtir: “Polis artık kendisini menzilimizin dışında sanarak tüm dikkatini kaçmaya değil de plakayı okumaya vermişti. Koşarken  de yere yığıldı.”10

Böylece Tremeşeli bir kişiyi daha karşıdan gelirken öldürdüğünü ima ediyor.

4-Volkan’ın ve TMT’nin önemli isimlerinden Tremeşeli o gün hızını alamamıştı. Büyük Kaymaklı olayından sonra işbirlikçi arkadaşı onu Selimiye Meydanına bırakır ve izini kaybettirir. Kendisine göre bütün niyeti Türklere moral vermek için Rum öldürmeye devam etmekti çünkü bu, kendi deyişi ile futbol maçına benzerdi ve halk radyoları dinlerken, kendi takımının rakip kaleye atacağı golü sabırsızlıkla beklerdi. Bu yüzden Tremeşeli aynı gün güvendiği birinden bisikletini alır ve o anı şöyle anlatır: “Dianellos Fabrikasında (KKTC Meclisi) tam çemberde, şimdiki Şehitler Abidesi ve Meclis önünde bisikletli bir Rum’un Ledra Palace yönünden gelip Yenişehir’e doğru gittiğini gördüm. Pedallere basıp hızlanarak ona tam çemberde yetiştim, anında yere düştü.”11

Anılarında kendisini “savaşçı” olarak niteleyen Tremeşeli, savaşsız ortamlarda, bisikletleri ile evine giden ve bahçesini sulayan 3 tane Rum’u bu şekilde vurduğunu anlatıyor.

Bu cinayetlerin TMT’nin resmi kuruluş tarihi olan 1 Ağustos 1958 tarihinden önce olduğu anlaşılmaktadır.

Yıldırım olayı:

Mehmet Süleyman Yıldırım olayı bütün bunların dışındadır.

 “TMT’de ilk görevimi 2 Ağustos 1958 günü yani resmi kuruluşunun ikinci günü aldım. Böylece TMT’de ilk emri ben almış oldum.” 12

Tremeşeli işleyeceği cinayeti bir emir ile yaptığını söylüyor. Emrin de TMT tarafından verildiğini belirtiyor.

Peki bu cinayetin nedeni Tremeşeli’ye göre neydi?

Şunları söylüyor:

“Bu emir, TMT’yi deşifre etmek için İngilizler tarafından görevlendirilen bir İngiliz ajanını ziyaret etmekti.” 13

TMT’nin çoktan kurulduğu ve varlığını çoktan deşifre ettiği en azından  yukarıda verdiğimiz TMT bildirileri ile ortaya çıkmıştı. Ancak,  TMT’yi deşifre etmek gibi bir iddia Tremeşeli’nin kahramanlık öykülerine uygundur.

Emir 2 Ağustos’ta alınmıştı.

TMT resmi olarak 1 Ağustos’ta kurulmuştur.

Cinayet görevi ise Tremeşeli’nin ifadesi ile kendisine 2 Ağustos 1958 günü verilmiştir.

Gerçekten de o gün bir cinayet işlenecekti.

Tremeşeli tarafından.

Mehmet Süleyman Yıldırım:

Mehmet Süleyman Yıldırım 2 Ağustos 1958 günü,

Bazı bilgilere göre arkasından üç kurşun atılarak öldürülmüştü.14

Mehmet Süleyman Girne Caddesi üzerindeki eski emniyet binalarında polis çavuşu olarak Special Branch’ta görev yapmaktaydı.

Mehmet Süleyman Girne Caddesi’ne bağlanan Tabak Hilmi Sokakta arkasından vurulmuş,

Vurulduktan sonra cesedi ailesi tarafından oradan alınmıştı. 15

Tabak Hilmi Sokağı Abdi Çavuş’a çıkan sokaktır.

Olay Abdi Çavuş’a 10-15 metre mesafedeki yol içinde gerçekleşmişti.16

Yukarı bölümlerde cinayetle ilgili aktardığımız Bozkurt gazetesine ait haberde olayın Lefkoşa’da Türk kesiminde Fellahlar Sokağında geçtiği belirtiliyor.

Tabak Hilmi Sokağının eski adı Fellahlar Sokak idi.

Öldürüldüğü saatler akşama doğru bir vakitti, güneş henüz batmamıştı. Mehmet Süleyman Yıldırım 1929 doğumlu olup, öldürüldüğünde 29-30 yaşındaydı.17

Cinayet zamanı:

Tremeşeli aldığı görevi yerine getirmek ve ona göre “ajan” dediği kişiyi “ziyaret” etmek için anılarında zaman ve mekan hakkında bilgiler verir.

Buna göre anlattığı “Polis Genel Merkezi” şimdi Girne Caddesi üzerindeki eski emniyet binaları, bahsettiği kahve Mulla Hasan’ın kahvesi (Girne Caddesi üzerinde Sarayönü istikametine giderken Türk Bankası binasına gitmezden önceki sıra binalardan biri) olarak bilenen yer olduğu anlaşılmaktadır.

Tremeşeli şunları belirtir:

“Bana bu ajan hakkında verilen bilgi: Merkez Polis Karakolundan dışarıya hemen hemen hiç çıkmadığı, çıktığı zaman karakolun tam karşısındaki kahveye uğradığı söylenmişti. Girip çıktığı vakitler ise belirsizdi. Karakol ile aralarında sadece 15 metrelik bir yol vardı…” 18

Görevi üstlenip “ziyaret”i yapacak olan Tremeşeli bu cinayet olayı için yanına “A” adındaki bir kişiyi aldığını belirtir ve onun ünü ile ilgili kısa bilgiler verir.

“Bu görev için yanıma sadece A…’yı almaya karar verdim. A… gözü pek fedaiydi. Her silahı büyük ustalıkla kullanıyordu. Aynı zamanda da söz konusu ajanı çok iyi tanıyordu. Ajanın da onu tanıdığını bilmekteydik. A… ile daha önceleri birçok eyleme birlikte katılmıştım…” 19

O dönemlerde bazı kimselerin bir kuruşu bile havada vuracak kadar çok iyi silah kullandığına dair şehir efsaneleri sıkça dolaşmakta, bu isimler de toplum içinde gayet iyi bilinmekteydi.

Tremeşeli A…’nın görevinin sadece ajanın kim olduğunu kendisine göstermek olduğunu söyler.

Neticede 2 Ağustos günü TMT’den görev alan Tremeşeli A… ile birlikte bahsettiği kahveye giderler.

Cinayet anına giden süreci Tremeşeli’nin kaleminden aktaralım:

“…Tek düşüncem TMT’nin bana verdiği ziyaret görevini tam olarak yerine getirmekti. Önce görev, sonra ben. Çok uzun saatler bekledik. Güneşin batmasına birkaç saat kalmıştı. Neredeyse ümidimi kesmek üzereydim, ama geceye kadar da beklemeye kararlıydım. Derken beklenen ajan kapıdan hızlı bir şekilde girdi. A… ile oturduğumuz yerden kapıyı çok iyi şekilde görmekteydik.

Onu görünce vücudumu sıcak bir heyecan dalgası sardı. A…’la birbirimizin yüzüne bakarken ajan, hızla kahve ocağına doğru yürüyerek kahveciye kısaca bir şeyler söyleyerek geriye döndü ve kahveden çıkmaya yöneldi. Sağ elini cebine sokmuş, belli ki tabancasını tutuyordu. Zaten tabancanın siyah kabzasını çok net olarak görüyordum. İlk heyecanımı atlatarak, hemen arkasından fırladım. Ona polis karakoluna girmeden önce yetişmek istiyordum. Arkama baktığımda A…’ın yerinden kalkmamış olduğunu fark ettim.

Adam benim beklediğim gibi polis karakoluna girmeyip 25 metre ötede polis karakolunun yanında dört yol ortasında (Girne caddesi üzerinde eski Deniz Kırtasiyenin bulunduğu dört yol ağzı olarak anlaşılmaktadır A.O) nöbet tutan İngiliz askerlerine doğru hızlı adımlarla yürüyordu. Onu 10-15 metre mesafeden takip ediyordum. Arada bir dönüp telaşlı bir şekilde arkasına bakıyordu. Ne zaman arkaya dönüp baksa ben de kafamı başka taraflara çevirip onunla ilgilenmezmiş gibi yapıyordum. Bir an için benden şüphelendiğini düşünerek ürktüm. Acaba beni nöbet bekleyen İngiliz askerlerine mi yakalatacaktı?  Az sonra İngiliz askerlerinin yanından geçince bu şüphemde haksız olduğumu anlayarak rahatladım. Aramızdaki mesafeyi 10 metreye kadar indirdim. İngilizlere baktığımda onların iki bisikletli genç İngiliz kızıyla meşgul olduklarını gördüm. Bu benim aradığım fırsattı.” 20

Tremeşeli’nin deyimi ile “ziyaret” tamamlanmıştı.

Sonrasında şunları belirtir ve tarihe önemli bir not düşer:

“İlk şaşkınlıklarını atlatan İngiliz askerleri (Cinayetten hemen sonra demek istiyor. A.O) beni bir süre kovalamaya çalıştılarsa da çok iyi bildiğim Lefkoşa sokaklarında izimi kaybettirebilmiştim.

TMT’den aldığım ilk görevi layıkıyla yerine getirmiş oldum.  TMT lideri Rıza Vuruşkan beni tebrik ederek Colt marka bir tabanca ile ödüllendirdi.”21

Yıllar sonra yaptığı cinayetleri kahramanlık edası ile anlatan bir Volkan ve dönemin TMT mensubunun anılarında anlattıkları, faili meçhul olarak kayıtlara geçen Mehmet Süleyman Yıldırım cinayetinin üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmış oluyor.

Artık bu cinayet faili meçhul değildir.

—————————–

* “(…) Grivas tüm ağırlığını infazlara yöneltti. 21 Haziran 1955’te Lefkoşa birimlerine hain polislere karşı eylemlerini şiddetlendirmeleri gerektiği ve Elen-Türk ayırımı yapmaksızın, hain polisleri vurmaları talimatı verdi, şöyle dedi: Çabam, plisin korkutulmak suretiyle felce uğratılması ve daha büyük faaliyet alanı elde edilmesidir.” (Makarios Druşotis,  Karanlık Yön EOKA, s 96)

—————————–

KAYNAKLAR

1Makarios Druşotis, Kıbrıs 1970-1974 EOKA B, Yunan Darbesi ve Türk İstilası, s 3)

2 Aynı eser

3 Rauf R. Denktaş, Hatıralar Toplayış,  s138.

4 Aynı eser,

5 Mehmet Ali Tremeşeli, Ayios Spiridon’un Çanları, s196.

6 Makarios Druşotis, Karanlık Yön EOKA, s 116.

7 03 Ağustos 1958 tarihli Bozkurt Gazetesi.

8 Mehmet Ali Tremeşeli, Ayios Spiridon’un Çanları, s 188.

9 Aynı eser, s 189.

10 Aynı eser, s 190.

11 Aynı eser, s 191.

12 Aynı eser, s 203.

13 Aynı eser, s 203

14 Ailesinden alınan bilgi (Cinayetin 3 kurşunla işlendiği Bozkurt gazetesinin haberinde de var.A.O)

15 Ailesinden alınan bilgi

16 Alisinden alınan bilgi

17 Ailesinden alınan bilgi

18 Mehmet Ali Tremeşeli, Ayios Spiridon’un Çanları, s 204.

19 Aynı eser, s 204-205

20 Aynı eser, s 205-206.

21 Aynı eser, s 206.

 [newsbox style=”nb3″ title=”POLİ 292″ display=”tag” tag=”292″ number_of_posts=”6″ sub_categories=”no” show_more=”no” post_type=”post”]

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar