Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk sınır dışı askeri harekâtı, BM’ler şemsiyesi altında ve tabi Amerika’nın yanında 1950’li yıllarda “Kore”de olduydu..
Hâlâ hatırlandıkça “Türk askerinin oralarda destanlar yazdığı” söylenir. Sonuçta Kore Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrıldıydı ama!
Türkiye’nin 2. Büyük sınır harekâtı Kıbrıs’ta gerçekleştirildiydi. Tutun ki Amerika Yunan Juntasını devirmek amacında Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanmasına cevaz verirken, 1974 Barış harekâtına yeşil ışık yakmıştı. Ne var ki 2. Harekâtı başlattığı için de ayni Türkiye’ye silah ambargosu uyguladıydı.. 46 yıldır da Rum-Yunan lobilerinin etkisinde hem Türkiye’yi hem de biz Kıbrıs Türk halkını çözümsüzlüğün “mağdurları” olmalarına tırnak kadar aldırmadan, cezalandırmaya devam ediyor!
Ve Cumhuriyet Türkiye’si kendi içindeki 15 Şubat gibi darbe girişimlerini, PKK gibi terör örgütlerinin kanlı saldırılarını da yaşayarak geldi bugünlere!
Bir süre önce de kendini bir başka sınır ötesi askeri harekâtıyla Irak’ta, Suriye’de buldu!
Şimdi de “İdlip”te! Ki Esat’lı Suriye Rusya ile birlikte hedefine vardığında, artık orada Türkiye’nin ne askeri ne de ötesi bir ilişkisi kalmayacak, öncekilerde olduğu gibi misak’ı milli sınırları içine çekilecektir…
FAKAT şu anda “Amerika ile Rusya” arasında sandviç esamesine düşmüşlüğü ile doğrusu zor durumdadır! Nitekim son İdlib olaylarında 33 Mehmetçik şehit olmuş, canlarımız yanmıştır…
…ÖTEDEN beri “bizim aidiyetimizdeki derdi davamız olan Kıbrıs siyasi sorunu ötesindeki Türkiye odaklı siyasi sorunları hep “Köşemin” dışında tuttum.. O sorunlarla ilgili “mütalâalarda” bulunma hakkımın olmadığına inandım. Hatta “çapımı aşar” dedim..
FAKAT: 46 yıldır şehitler pahasına savaşla girdiği Kıbrıs’ta sağlayamadığı “barışçı çözümü” sürdürürken, “istese de KKTC’den çıkamayacağı, ayrılamayacağı” gerçeklerini yaşar ve tabi bize de yaşatırken… Doğrusu ya şu anda ileride kim bilir nasıl bir yeni “bölgesel harita” çizilecek bilemiyorum ama artık Kıbrıs siyasi sorununun çözümünün daha zor olduğunu hatta imkânsıza doğru gittiğini söyleyebilirim… Çünkü artık sapla saman öylesine karışmış ki Türkiye için kim dost kim düşman belli değil! *****
“YOLSUZLUKLAR” CENNETİ!
Geçen gün sabahın erken saatleri…
Ki en büyük keyfimdir: Sabahın erken saatlerinde insansız ve taşıtsız, ıssız ve sessiz Namık Kemal Meydanında, saat yedi, yedi buçuk dolaylarında, elimdeki fincandan sade kahvemi yudumlarken volta atmak…
Geçen günün öylesi sabahında tek tük geçen arabalardan biri meydandan limana sarkan yolun başında durdu. Daha ben yanına yaklaşmadan, “bilin dedi bana. Bu memlekette en kolay en ucuz iş dolandırıcılıktır.!”
TANIDIĞIM işinsanı bir arkadaşımdı. Ne oldu ne kaldı demeden, belli ki adamı yine yine dolandırdılar” dedim içimden ve:
“Dahası” dedim yılların o iş adamına: “Dolandırdı diye mahkemeye düşenlere hakim sorar. “Bak oğlum der, ayda iki yüz lira verebilir misin?.. Çok mu?.. Ya yüz lira!”
Ve kâtibe dönen hakim, “yaz” der. “Ayda yüz lira!” Dolandırıcının ödemediği borcu ise milyonlarca!
…KKTC’de “gayri ahlâki sorunlarımızdan biri” de “borcunu ödeyemediği” yada “ödemediği” için mahkemelere düşenlerin enten püften nedenlerle maval okumalarıdır! Ve maalesef bu “dolandırıcı esamesine düşenlerin” yarattıkları sorunlardır ki hacizlere kadar varmaktadırlar!
SORUNUN hukuk devleti ile de ilgisi yoktur! Çünkü artık bu memlekette çocuklarımız bile Devletin 1974’lerden beridir bizatihi kapatamadığı, aksine sürekli artırdığı borçlarından dolayı otomatik olarak zaten “borçlu” doğmaktadırlar!
NİTEKİM bu nedenle KKTC’de asıl yaşadığımız büyük sorun, “borçlarından kurtulamayan Devlet bütçeleridir!”
Ki istense de bu nedenden dolayı ciddi iş görmek mümkün değildir!”
Kaldı ki yine bu nedenle Hükümetlerin “plan ve programları” bile laf ola beri gele göstermelik yazılı kâğıtlardan ibaret kalmaktadır!. Uygulanıp uygulanmamaları da artık kimseleri alakadar etmemektedir!
“Hukukun üstünlüğünü” tesis edemediğimizin önemli bir nedenidir bu sorun! Ki neredeyse bu silsilenin bir parçası olan “yolsuzluklar” ekşimişlikleriyle kokuşmalarında, KKTC’nin mayası oldular!
*****
KISACA TAKILDIĞIM: (KİMİN UĞRUNA?)
Televizyonlarda, Avrupa’ya gitmek için denizden ve karadan Yunanistan sınırlarını geçmeye çalışan Suriyeli göçmenleri izliyorum.. Çoğunun yaşları yirmilerde otuzlarda! Tam askerlik çağları! Çakı gibi erkekler yanlarında kadınları çocukları önce vatanlarından, şimdi de sığındıkları TC’deki kamplarından kaçıyorlar. Düşmanlarına tek kurşun atmadan! Direnmeden.. Korkakça!
Oysa yıllar önce bile nüfusumuz 180 bin kişi bile değilken, bu ülkede yediden yetmişimize “Mücahit Türkler” olarak “topraklarımız, vatanımız, bekamız için savaştıktı Rum saldırganlarla.. Lise öğrencilerimiz bile mevzilerinden Eoka güruhuna kurşun da attı, vatan nöbetine de yattıydı.. Şehit olma pahasına!
ŞU Suriye’den kaçanlara bakın ama! Genç erkekler! Ki onların yerine İdlib’te savaşan Türkiye 33 Mehmet’ini daha dün şehit verdi!
Kimin uğruna? Eline tüfek bile almamış, düşmanlarıyla savaşmamış, korkakça, sadece kaçmış “Suriyeliler” uğruna! Ah Türkiye ah!