Nasıl becerdilerse becerdiler, kafamızı üç parçaya böldüler! Önümüzdeki Pazar gününün yerel seçimleri, Anayasa değişiklilerinin oylanması ve tabi artık hayatımızın rutinleri arasında giren müzakereler süreci…
Bizim gibi iki karpuzu bir koltuğa sığdıramayan toplum için yaratılacak daha büyük meşguliyet olamazdı! Kıbrıs Türk halkı aktiftir derler ya, doğru. Eğer bunlar da olmasaydı ne yapar eyler kendine yeni heyecan dalgaları yaratırdı…
Önümüzdeki Pazar günü sandığa gidiyoruz. Uzun zamandır ilk kez Yerel seçimler bu kadar sessiz ve tevekkül içinde geçiyor. Öncelikle kimler yeniden Belediye Başkanı olacak belli! Lefkoşa dışında sürpriz yok! Neden böyle oldu? Önce UBP cephesine bakalım çünkü başı çekip seçimlere şekil verecek olan bu partiydi. Oysa: UBP’nin büyük parti oluş kimliğini yitirdiğinden seçimlere yeterince asılamadı.
DP ile seçimlerde ortak adaylar üzerinde ittifaka varmasına karşın bu ittifakı her iki partinin de çatlatmasından dolayı kullanamadı!
UBP kendi içinde Kurultaylar kavgaları ile darma duman olurken kapıya kadar dayanan yerel seçimlere hazırlıksız yakalandı! Tabii ki bir kolu ile bir bacağını yani vücudunun yarısını kapıp kaçan UG ile gücünü kaybederek birinci parti iddiasını da kaybetti!
FAKAT: UBP cephesinde zaten herkeslerin bildiği bu gerçeklere karşın öteki siyasi partiler mi Yerel seçimlere güçlüce gidiyorlar?
Değil işte! Siyasi partilerimiz gitgide kendi içlerinde amipler gibi bölünüp yeniden oluşuyorlar. Mesela CTP’de çok açık seçik artık bir “eskiler-yeniler” tartışması vardır.
Olmamalı mıydı? Mümkün mü? Sorun partileri “eskileri ve yenileri ile bir bütünsellikte tutacak “lider eksikliklerinde!” Mesela Yorgancıoğlu! Zaten her zaman “zor parti” olan, “bünyesi diyalektiğin türlü çeşitli oynaşmalarıyla dalgalı CTP’de istese de bir Özker Özgür bir Talat dönemi yaratamazdı…
Buna karşılık yine de UBP’ye fark attı. KKTC Meclisine hem “nev’i şahsına münhasır” bir Meclis Başkanı hem dinamik genç milletvekilleri kazandırdı. Ki bunu geçmişte UBP başarmıştı, parça körçe oldular bereketini göremediler!
YEREL SEÇİMLERE GELİNCE: Bu Pazar olup bitecek ama sandıklara yansıyacak olanlar artık iyicene açığa çıkan ve süreç halini alan “eskiler-yeniler” çekişmeleri olacaktır! Buraya kadar gelmişken bir hatırlatma yapalım:
Anayasa değişiklikleri yapılırken yerel seçimlerle ilgili “üç dönemden fazla Başkanlık yapılamaz” diye bir madde konduydu. Buna bizzat ben de karşı çıkmış, kimse kimselerin seçme seçilme gibi en tabi olması gereken demokratik hakkını kısıtlayamaz demiştim…
Sonradan çok düşündümdü ama: Acaba üç dönemden fazla görev yapan Belediye başkanları çok mu başarılı olmaktadırlar? Ki sürekli yeniden seçilmektedirler! Yoksa o süreler içinde oyunu nasıl oynayacaklarının taktik ve stratejilerini çok iyi öğrenip “popülizmi” iyi kullandıkları için mi seçilmektedirler?
Neden böyle düşündüğüme gelince: “Seçmeni” memnun ederek belediye başkanı seçilme kaygısı öne çıktıkta her zaman halkın ve “sınırları içindeki belediye yörelerinin ödediği faturalar olmuştur!” Bir kaçını yazayım.
Çarpık yapılaşmalara göz yumdular!
İsteyenin istediğince evinde izinsiz tadilatlar yapmasına ses çıkarmadılar!
Sahillerin içine kadar sokulan imar iskâna aldırmadılar!
Dar bütçelerine karşın sürekli istihdamlarla belediyeleri batırdılar!
Ağızlarda sakız gibi çiğnenen rüşvet olaylarına karşın her zaman sorgusuz ve denetimiz kaldılar!
Gitgide “bırakın yapsınlar, bırakın gitsinler” tutumunu kalıcılaştırdılar!
Gereksiz bir takım hizmetlerle göz boyadılar, faturasını boş yere ekstradan vergilerle halka ödettiler!
Kentleri asla temiz tutamadılar, zaten kent de yapamadılar!
Kısaca görevde ne kadar uzun süre kaldılarsa o kadar “kanıksamayla aldırmazlık psikolojisine düştüler! Denecek ki “seçmen sandıkta cevabını verir ama.” İşte söylediğimiz tam budur. “O cevabı vermemek için ciddiyet ve denetimden uzak belediyecilik yaptılar” diyoruz!
VE EKLİYORUZ: Kim seçilirse seçilsin. Artık her belediye’de işler düne göre daha zor olacaktır!
**********
SİYASİ SORUNDA RUM-TÜRK TARAFLARININ AVANTAJ VE DEZAVANTAJLARI!
Tabi usandık! Çünkü devam eden müzakereler sadece kopma noktasına getirilmekle kalmadı, gitgide “sertleşiyor” da!
Türk tarafı her ne kadar “biz barışçı çözüm” istiyoruz nakaratı ile dünya aleme “barışçı çözüm” istediğini duyuruyor olsa da.
Kudret Özersay’la Özdil Nami gibi iki genç politikacı dünyanın dört yanını dolanarak hem sorunu hem Türk tezlerini anlatmaya devam ediyorlarsa da.
Ankara süreci can’ı gönülden desteklediğini her fırsatta tekrar ederek yapıcı rolünü oynamakta ise de!
Bu olumlu çabalardır ki müzakerelerin şu veya bu şekilde devam etmesine katkı sağlasa da.
Yine de müzakereler iyi gitmiyor! Hatta bir süre sonra belki şöyle bile diyeceğiz:
“Keşke masaya hiç oturulmasaydı. En azından gelecekte bir gün müzakerelerin başlayacağı umudu ile yaşar, hem zaman kaybetmez hem de bölgemizin en aksi büksü olduğu bu dönemde kendimizi sonu belirsiz görüşmeler badiresine atmazdık!” Olan oldu! Bir daha yazalım.
Rum’un müzakerelerin kopmasından tırnak kadar etkileneceğini sanmıyoruz! Kimselerin Güney’i suçlayacağını da zannetmiyoruz! Çünkü:
BİR: İstediği anda istediği zamanda yeni bir müzakere masası kurma inisiyatifi hâlâ Rum’un elindedir. İKİ: Bu da Rum’un, çıkarlarını gözetirken müzakere masasını en doğru zamanda kurup istediklerini elde etme şansını artırmaktadır.
ÜÇ: Güney artık AB üyesidir ve bu üyeliğini tepe tepe kullanacaktır. Üstelik şu sıralarda dönem başkanı Yunanistan’dır, şansı iki kat artmıştır!
DÖRT: Rum Doğu Akdeniz’deki gazı dolayısıyla Annan Planı dönemlerinden çok daha güçlüdür, nitekim bu “gaz” Amerika’nın Kıbrıs’a yönelik ilgisini de artırmıştır!
BEŞ: İtiraf etmeliyiz. Rum cüce olmasına karşın dış politikasını mesela Ankara’dan çok daha iyi kurgulamaktadır. Ayni anda Amerika, AB, Rusya, İsrail hatta Mısır, Filistin gibi birbirleriyle ne ittifaklar ne de yakınlaşmaları söz konusu olmayan ülkelerle iyi ilişkiler kurmaktadır.
ALTI: Tüm bu avantajlar şu anda Rum’u müzakere sürecinde güçlü kılan siyasi unsurlarsa Rum neden Türk tarafı karşısında istediklerini elde etmek için muzırlık üzerine muzırlık dikmesin? Bunlara karşın Türk tarafının da elinde tutuğu siyasi ve ekonomik kozları vardır. Rum’u bir yerde masada tutan da bunlardır. Mesela: Rum’un ekonomisi iyi değil, muhtaç’ı dide durumuna düşmüştür! Elinde koz olarak tuttuğu gazını, AB’ye Türkiye üzerinden sevk etmekten başka çaresi yoktur…
Türkiye hâlâ Rum gemi ve uçaklarına limanlarını açmamıştır. Bu nedenle tankerleri özellikle İskenderun akaryakıt taşımacılığında büyük kayıplara uğramaktadır!
Türkiye vetosu nedeniyle NATO’ya girememektedir.
Çözümsüzlüğe karşın Kuzey karşısında çaresizdir de-fakto da olsa KKTC’yi her vesile ile dolaylı yoldan tanımak zorunda kalmaktadır! (Mesela sınır kapılarından geçerken.)
En önemlisi çözümsüz Kuzey kırk yıldır Rum’a muhtaç olmadan yaşamaktadır. Üstelik Türkiye’nin güvencesinde hatta olmayan ekonomisine karşılık şu sıralarda Rum’dan daha ileride bir yaşam koşulu vardır!
Ve yadsınamaz gerçek: İstese de istemese de gün gele çözümden kaçamayacağı gerçeğinin her zaman Demokles’in kılıcı gibi başının üzerinde olduğudur…
Tüm bu avantaj ve dezavantajlara karşın hem Rum hem Türk tarafları kendi yollarına devam ediyorlar. Mesela önümüzdeki pazar bir yerel seçimimiz bir “referandumumuz” var. Eee insaf! Bir günde böylesi demokratik bir teamülün seçme seçilme, onaylama onaylamama iradesini kullanan bir halk, “devlet” değil de nedir?
Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber > Köşe Yazarları > SİYASİ PARTİLERİN YEREL SEÇİMLERDEKİ ŞANSLARINA BAKTIK!
Tepki göster
0
Bayıldım
0
Huzurlu
0
Hahaha
0
Üzüldüm
0
Hayran Kaldım
0
Facia