Seferihisar’dan Lefke için notlar... - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 18, 2024
ManşetPoli

Seferihisar’dan Lefke için notlar…

Seferihisar, Türkiye’nin Ege kıyılarında yer alan İzmir’e bağlı bir ilçe. Bu kasaba yörede diğerlerine kıyasla turizm kapasitesi daha düşük, bu nedenle geç tanınmış ancak yine de turizm değerleri üzerinden değil de farklı uygulama ve tartışmaları ile ilgi odağı olmuş, gündeme gelmiş bir ilçe. Seferihisar, Türkiye’nin yavaş şehir (citta slaw) tescilini yaptırabilmiş ilk yerleşim yeri. Yavaş şehir olabilmenin ve bu ünvanı sürdürebilmenin ise çok sayıda kriteri var. İşte bu uygulamalar ve yaratılan beklenti bu kasabayı ülke çapında oldukça popüler hale getirmiş. Kasabaya özellikle hafta sonları oldukça büyük bir talep var.

Seferihisar’a giderek uygulamaları yerinde görmek, projeleri sahiplerinden dinlemek, yerel halkla konuşup umutlarını veya varsa hayal kırıklıklarını dinlemek, bizim Lefke’nin on yıl sonraki konumunu daha iyi anlayabilmemize yarar mı? Bu kıyası yapabilmek için Seferihisar’ın yolunu tutuyoruz. Öyle ya, Lefke iyi bir ön hazırlıktan sonra Kıbrıs’ta ilk olmasa da yavaş şehir olabilmeyi başarmış bir kasabamız. Her şey yolunda giderse, yavaş şehir olarak varlık sürdürmenin çok sayıdaki kriterleri yerine getirilebilirse, acaba Lefke’yi nasıl bir gelecek bekler?


Her şeyden önce bilmek ve kabul etmek gerekir ki, yavaş şehir uygulaması, uyulması gereken kriterler gereği, bir tür kalkınma modelidir. Gelenekleri ve var olan yerel kapasiteleri sonuna kadar kullanarak oluşturulan karşılıklı bağımlılık ile yöreye değer artışı kazandırmayı öngören, sonuçta herkesin kazançlı çıkacağı bir kalkınma modeli. Seferihisar bu açıdan oldukça mesafe almış. Ancak yöresel coğrafik özellikleri, kasabanın yapılanması ve hayat tarzı bakımından Lefke’nin oldukça fazla üstünlüğü var. Tarihsel çevre bakımından da öyle.

Seferihisar’da olup biteni daha yakından görebilmek için Belediye Başkanı Tunç Soyer ile buluşup konuşuyoruz. Başkan Tunç, iki dönemdir seçim kazanan, ortaya koyduğu vizyona oldukça güvenen hızlı ve enerjik bir başkan. Seçimi CHP’den kazanmış, ayni zamanda Türkiye Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği başkanı.

“Seferihisar Alaçatı Olmayacak”

“Kasabamızın Alaçatı gibi olmasına asla fırsat vermeyeceğim” Bu sözler, ortaya koyduğu vizyon ve uygulamaları ile son birkaç yıldır oldukça popüler olmuş İzmir Seferihisar ilçesinin Belediye Başkanı Tunç Soyer’e ait. Başkan yavaş şehir serüveninin nasıl başladığını anlatıyor:

Yedi yıldır belediye başkanlığı yapıyorum ve seçilir seçilmez yavaş şehir sayılabilmemiz için dosyayı hazırlamaya başladım. 6 ay içerisinde o zamanlar var olan 59 kriteri yerine getirerek bu hedefimize ulaşmış olduk. Sonucu beklemeden ne yapmak istediğimizi halka anlatmaya başladık. Her akşam bir kahveye gittik ve neden yavaş şehir olmak istediğimizi, olmak için neleri yerine getirmemiz gerektiğini ve ne tür kazanımlara sahip olabileceğimizi uzun uzun anlattık. Bir projenin en önemli yanı, halkı o projenin bir parçası haline getirebilmektir. Böylesi büyük projeler kent yöneticilerinin tek başlarına başarabilecekleri şeyler değildir. Projeyi halkın mutlaka benimsemesi ve dahil olması gerekir çünkü bu proje aslında bir tür yerel kalkınma modelidir.”

Başkan sosyal demokrat ancak yavaş şehir belediye başkanı kimliğini ön plana çıkarmayı tercih ediyor. O’na bunu soruyoruz.  “Siz ayni zamanda Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği Başkanı’sınız. Sosyal demokrat belediyecilik ile yavaş şehir uygulaması birinin diğerinin yerine konabileceği farklı şeyler mi? Neden sosyal Demokrat belediyecilik kavramını ön plana çıkarmıyorsunuz da yavaş şehir uygulamalarını ön plana çıkarıyorsunuz?”

öntaç düzgün seferihisar

Başkan Türkiye’deki siyasetin düzeysizliğinden bahsediyor:  “İlkeler ve değerler Sosyal demokrat olabilir ama Türkiye’de yapılan politika o kadar sığ ki, kimi sosyal demokrat,  sosyal demokrat olmanın gereklerini yerine getirmiyor ama kimi AKP’li, MHP’li belediyeler, pek ala sosyal demokrat perspektifle hayatlarını sürdürebiliyorlar. Siyasetin sığlığı aşılması gereken bir sorun. O kavramlarla yapılan tartışmalar, kümelenmeler ve bölünmeler kimseye fayda getirmiyor. Önemli olan eşitlikten, adaletten, özgürlükten ve insan haklarından yana mısınız değil misiniz? Eğer öyleyseniz, sizin hangi partiden olduğunuz hiç fark etmez. Bu gün Türkiye’de 11 tane yavaş şehir uygulaması var ama aralarında sadece ben CHP’liyim.  Diğerleri başka partilerden.  İşin bu yönünü hiç önemsemedik. Bu bir yerel kalkınma modelidir. İnsanca, doğayı koruyan, tarihsel geleneklere kültüre sahip çıkan bir kalkınma modelidir ve hangi partiden olursa olsun bunları korumak son derecede kıymetlidir.”

Ya Birisi Gelir De Bu İşi Bozarsa?

Öğrenmek istiyoruz; Siz gelip şehirde tercihinizi bu yönde kullandınız ve “biz artık yavaş şehre geçtik bundan sonra şöyle olacak” dediniz. Ama yarın siz kaybederseniz ve yeni gelen “ben bu yavaş şehir işinden anlamam son veriyorum” derse her şey ters yüz mü olacak? Bu projenin geriye dönülmez olabilmesi için devletin yaşama doğrudan müdahale eden konularda hukuksal destek vermesi mi gerekiyor?

Başkan her şeyin başı halkın kendi iradesidir diyor. Şöyle izah ediyor: “Hayır bu konu devletle ilgili değildir. Bu konuda sigorta halkın kendisidir. Eğer bu halk bu kalkınma modelinin doğruluğuna inanırsa, buraya kim gelirse gelsin, bunu daha ileriye taşımak zorunda kalacak. Bu projenin uygulanmasının tek bir yolu var, halkının sahip çıkması.”

Biz, merkezi idarenin de bu projeye destek vermesi gerektiğinde ısrar ediyoruz ve soruyoruz: Merkezi idare yarın kalkar ve yaptığınız işlerin ruhuna aykırı olarak örneğin sizin şehirde inşaat kat sınırlarını 10 kata 20 kata çıkarırsa ne olur?

Başkan yine projesinin gücüne ve halkın iradesine vurgu yapıyor. “Hayat aslında bütün enstrümanlarıyla, tüm gücüyle silindir gibi bizim ortaya koyduğumuz bu kriterleri ezmek için var. Yok etmek için var. Doğa tahribatı öyle, betonlaşma öyle, küçük yerel üreticinin kaybedilmesi öyle, geleneklerin, tarihsel değerlerin yok sayılması öyle. Bunların hepsi aslında bugün içinde yaşadığımız şeyler. Küçük üreticiyi, küçük esnafı yok etmek için güldür güldür akan bir trend var. Biz aslında tıpkı bir Don Kişot gibi bu trendin dışında başka bir hayatın mümkün olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Onun için diyorum halk sahip çıkarsa, mallarının bahçelerinin tarumar edilip betonlaşmasını istemeyecek. Bunu emir komuta zinciri içerisinde yapamazsınız. Bu durum kanunlarla sınırlanamaz. Aslında bu yeni hayatın trendi, kanunların başka türlü çıkmasını gerektiriyor. Daha az beton, daha az kat, daha fazla küçük üretim, daha fazla küçük tarım, daha fazla küçük esnaf, hayat bunu istiyor.”

Başkanı bu denli iyimser yapan nedene yöneliyoruz. “Sizin yeni bir kalkınma modeli dediğiniz yavaş şehir uygulaması, şehirde güçlü bir kooperatif yapının oluşturulmasını gerektirir. Bu konuda siz ne yapıyorsunuz?”

“İşte yapıyoruz. Mandalina kooperatifi kurduk. Bir paketleme tesisi ve soğuk hava deposu aldık, onu kurduğumuz birliğe devrettik. Bakanlıktan ihracat yetkisi aldık. Üretici, bahçesinden topladığı ürününü, kooperatif üzerinden,  aracısız tefecisiz Ukrayna’ya, Almanya’ya ve Hollanda’ya satmaya başladı. Şimdilik, bölgede üretilen 300 bin ton mandalinadan sadece 5-6 bin tonuna sahip çıkabiliyoruz ama doğru yoldayız ve alanımız daha da genişleyecek.

Kadın emeğinden yararlanmak için bir kadın kooperatifi kurduk. 80-90 civarında kadınımız, evsel üretimlerini güç birliği yaparak satıyorlar. Bu proje kapsamında şimdi bir lokanta açıyoruz. Bankalara yemek servisine başlıyoruz. Bu ürünler için bir bakkal dükkanı açıyoruz. Kadınlarımız, şehirde kurulan halk pazarlarında en güçlü tezgahlara sahipler ve oralarda satış yapıyorlar.

Bölgemizde yaygın olarak bulunan zeytincilik için bir kooperatif kurduk. Bir köyümüzde eskiden kalan bir yağ değirmenini satın alarak restore ettik ve birliğe devrettik. Geçtiğimiz hafta, bir yağ müzayedesi düzenledik. Yaşları 500 ile bin yıllık olan kimi ağaçlarımızdan özel olak hasat yaptık, 129 litre yağ elde ettik ve bu ürünü özel olarak ambalajlayarak açık artırma satışa çıkardık. Yarım litre şişelerde yağlarımız son etapta şişesi bin 200 liraya alıcı buldu. Yani litresini 2 bin 400 liraya satmış olduk. Sonuçta 129 litre yağı, 17 bin 800 liraya satmış olduk. Çünkü biz hep böyle yaşıyoruz değerli hocam. Derya içinde olup, deryayı bilmeden yaşayan balık gibiyiz. O zeytinin ne büyük bir hazine olduğunu bilmiyoruz.  Zeytine “ölmez ağaç”, “bilge ağaç” boşuna dememişler. Zeytinin o büyük değerinin bile farkında olamamışız. Zeytin üreticileri şimdi daha birlik içinde dayanışarak üretip satıyorlar. Bu sezon, 20 ton zeytin yağı üreterek dayanışmadan kazançlı çıkılabileceğini kanıtladık.

Küçük üreticiyi toprağına sahip çıkmaya özendiriyoruz. Her yıl tekrarladığımız tohum takası festivali düzenliyoruz. GDO’lu üretime karşı, geleneksel ürünlerimizin hayatta kalabilmeleri için üreticilerimizi buluşturup karşılıklı olarak ihtiyaç duydukları tarımsal ürünleri takas etmelerini sağlıyoruz. Bu arada biz de 50 bin fidan  dağıtarak bölgesel üretime katkı yapmaya çalışıyoruz. Haftada iki defa farklı mahallelerde düzenlediğimiz açık pazarlarla küçük üreticilerimizin tüketici ile doğrudan buluşmasını sağlıyoruz. Bu pazarlara çevre kasabalardan bile yoğun bir ilgi var.

Temiz enerji üretimi ve tüketimi ile ilgili girişimlerimiz de var. İzmir Valiliği’nin desteği ile belediyemizin de ortak olduğu bir şirket bölgemizde bulunan jeotermal kaynaklardan yılda 8-10 milyon kW/h elektrik enerjisi üretecek.

Şehrimizde Türkiye’nin en modern sokak hayvanları yuvası var. Örgütlediğimiz katılım sayesinde belediyemiz bu yuvanın bakımını en iyi şekilde yürütüyor.”  

Söyleşimizin sonuna geliyoruz ve başkana kasaba insanları ile yaptığımız sohbetlerden oluşmuş bir eleştiri yöneltiyoruz. “Bir taksici, bir restoran sahibi ve bir bahçe sahibi ile konuştuk. Her üçü de yaklaşık ayni eleştiriyi yaptılar. Dediler ki; belediye başkanımız çok hırslı ve idealleri olan bir adam. Ancak, şehrimizde yarattığı atmosfer sonucu, kaldıramayacağımız kadar bir talep oluştu. Bütün Türkiye’den buraya ziyaretler ve talepler oluşmaya başladı. Arazi fiyatları, konut fiyatları olağanüstü arttı. Bahçelerini konut alanı olsun diye satanlar oldu. Yapılaşma ve trafik arttı. Biz bu sürecin sonundan endişe ediyoruz. Bu eleştiriye ne diyorsunuz?”

“Bu eleştiriler çok haklı. Ancak bu sorunu aşacak anahtar onların elinde. Benim görevim, şehrimize yönelik talebi artırmak. Onların cebine girecek parayı artırmak. Onların görevi ise, ellerindeki değerin hakkını vermek. Eğer hırslarına sahip çıkabilirlerse, ellerindeki değerin hakkını vererek hayatlarını sürdürebilecekleri şartları yaratabilirlerse her şey daha iyi olacak. Konu benim hırslarım değil. Onlar hırslarına sahip çıkabilirlerse o paralara teslim olmadan sahip oldukları zenginlikleri koruyarak hayatlarını sürdürebilirler. Benim hırsım değil onların hırslarına sahip çıkmaları gerekiyor.

Bütün mesele şu; Biz vizyon koyarak, perspektif koyarak kentin toplam değerini büyüttük. Dedikleri doğru. 100 bin liralık bir parsel, 300 bin 400 bin lira oldu. 50 bin liralık bir ev 300 bin 400 bin liralık oldu. Burdaki bütün hikaye kimliğini koruyabilerek büyümedir. Alaçatı gibi olmak istemiyoruz. Alaçatı’da İstanbullular geldiler, Ankaralılar geldiler, mülklerin sahibi oldular. Alaçatılılar ise bu mülklere güvenlikçi oldular, hizmetçi oldular. Bunu yapmayın, siz oturduğunuz yerden sahip olduğunuz yerden nemalanmaya çalışın. Onun için kale içindeki evleri pansiyona çevirmeye çalışıyorum. Evi satmayın, pansiyona dönüştürün, içinde otururken para kazanmaya başlayın.  Mandalin ağaçlarınızı kesmeyin, mandalin kurusu yapacağız mandalinin satış değerini yükselteceğiz. Yani buradaki mesele, vatandaşın bilincinin yükselmesi ile ilgili onların sahip çıkması ile ilgili bir şey. Ben bunları yapmasam, bir taşra kasabası olarak hayatına devam edebilirdi Seferihisar ama bu sefer de şundan yakınırlardı; Bizim mandalinamız para etmiyor, toprağımız para etmiyor, turist gelmiyor. Bu durum arzu edilen bir durum olmazdı herhalde.”

Başkanın yanından farklı deneyimlerle ayrılıyoruz. Yolda kendi aramızdaki konuşmalardan Kıbrıslı olduğumuzu anlayan bir kadın geçen haftaki tohum takası şenliklerinde tanıştığı müşterisi olan bir grup Kıbrıslıya selam götürmemizi istiyor.

Seferihisar, Lefke ile kıyaslandığı zaman, tarihsel hafızası yokmuş izlenimi veriyor. Şehir merkezinin bir yapı karakteristiği yok. Geçmişin izleri sayılabilecek kültürel mirastan da yoksun. Eski, yaşlanmış apartmanlardan oluşmuş, yoğun bir trafik ve insan kalabalığına uğramış bir taşra kasabası görünümünde. Ama kasabanın görünmeyen yüzünde ciddi bir örgütlenme yaşandığı, bir gelecek bilinci oluşturulmakta olduğu seziliyor. Şehir için bıçak sırtında da denebilir. Ya bu zenginleşme potansiyeli hoyratça harcanarak yaşam beton yığınlarının arasına sıkışıp kalacak ya da başkanın murat ettiği gibi ortak bir kent bilinci oluşup daha kaliteli bir yaşam olanağı ortaya çıkacak. Bunu zaman gösterecek. Umarız ki Lefke, Seferihisar deneyiminden de yararlanarak çok daha iyi işler çıkaracak.     

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar